M. Ender Öndeş
Biz bunu böyle hep yaşayacağız galiba. Erdoğan birini hedef tahtasına çaktığında, troller birine yüklendiğinde, vaktiyle sevdiğimiz ama sonradan çuvallamış biri yaşamını yitirdiğinde… Birine üzülüp sahip çıksak diğeri “ama siz şunu hiç görmediniz” diyor, diyecek çoğu zaman haklı olarak. Ve böyle…
Çünkü hayat karmaşık artık; gündem dediğimiz şeyler üst üste ve birbirinin üstüne çıkarak zuhur ediyor. Siyaset bir odaklanma ve gerekirse hep aynı noktaya yüzlerce kez vurma işidir bana sorarsanız ama durum pratikte pek öyle gelişmiyor, daha çok etken daha çok refleksi de zorluyor. Kızımdan hareketle söylersem, deli gibi sınava çalışman gerektiğini bilip kendini programlasan da mesela, o alet kıyıda dıt dıt ötüp mesajlar geldikçe ne konsantrasyon kalıyor ne de program!
Ama en azından şu kıyaslamalı hallere belki bir çözüm yolu bulabiliriz sanki. Orada, bana sorarsanız, siyaset kurumlarıyla yurdum insanın davranışları arasında bir ayrım gözetmeliyiz.
Şunu anlatmaya çalışıyorum: Kendisini bir şekilde ‘muhalif’ olarak tanımlayan X yurttaşının kafasında bütün ampüllerin aynı anda yanması gerekmiyor; zaten pratikte de böyle olmuyor. Yani biri Sezen’i sevip ona yapılan hakarete karşı çıkarken, örneğin hasta tutuklular konusunda bir aksiyon göstermiyorsa, şüphesiz ona adalet ve demokrasinin herkes için olduğunu söyleyebiliriz ama o vatandaşı dönüştürmekle yükümlü olan siyaset kurumlarının eline fırçayı alması biraz tuhaf olmaz mı? Trendyol’dan Farplas’a kadar muhteşem şeyler oluyor mesela memlekette ama tanıyor muyuz bu insanları? Kürtler konusunda, mülteciler, kadınlar, cinsel kimlikler konularında ne düşündüklerini biliyor muyuz? Bu insanların karşısına dikilip, “İyi ama siz şu konuda ne diyorsunuz” diyebilir miyiz? Tek tek insanlar olarak yapabiliriz belki bunu da, siyaseten mümkün ve doğru mu?
Kanımca, yukarıda ‘ayrım’ dediğim şey tam bu noktada gerekiyor. Tek tek yurdum insanı, -hele de bugünün karmakarışık dünyasında- eklektik olma, tekil şeylere yönelip ormanı gözden kaçırma hakkına sahiptir; bu iyi bir şey değil elbette ama bunun için kimseye çemkiremeyiz. Ancak, siyaset için durum farklı. Siyaset kurumu, dünü, bugünü, yereli ve bölgeseli-evrenseli kavrayıp memleketi ve dünyayı değiştirme iddiasıyla birlikte vardır ve onun eklektik tutumlar takınma hakkı yoktur. X olayında şaha kalkıp, Y olayını sessizlikle geçiştiremez. Bu topraklarda siyaset yapıyorsanız, Sezen’i görüp Aysel’i, Garibe’yi, 30 yıl zindanda kaldıktan sonra daha dün cenazesi çıkan Mehmet Bilgin’i görmezlikten gelemez, Deniz Poyraz vakasının üstünden atlayamazsınız. Vatandaş böyle yapabilir, siyaset yapamaz.
(Sadece ülke de değil. Bakın bu topraklarda siyaset yapan iktidar adamları, sabah kalkınca -kendi yasalarını ihlal ederek- bütün o yasaklı sitelere girip en lanetledikleri güçlerin/insanların söylediklerini okurlar. Böyledir bu iş. Sabah kalkıp Mehmet Barlas’ı niye okusun adam? Herif 50 yıldır aynı şeyleri yazıyor!)
Yani siyaset, vatandaşın parça başı düşünme ve davranış biçimlerini tasdikleyip tekrarlamak işi değildir. Siyaset, vatandaşın düşünme biçimine müdahale etme, bütünselleştirme, bunun için onu zorlama ve hatta bazen onunla ters düşme işidir. Bu anlamda, bir sosyalist gücün, yaygın deyimle ‘tabanına’ -olumsuz anlamıyla- saygılı olması, o kadar iyi bir şey midir? Abartılı görünebilir ama bu anlamıyla 1914 SDP’si tabanına saygılıdır mesela. Yani sen, örneğin merkezi düzeyde biraz daha derli toplu olsan da özellikle taşrada CHP kıvamına yakın bir tabana sahipsen, onların ‘hassasiyetlerini’ gözetmekle değil, bu ‘hassasiyetleri’ yıkmak ve dönüştürmekle, seçmeci tutumlarını düzeltmekle mükellefsin. Taşrada sana gönül vermiş biri “defolsun gitsin bu Suriyeliler” diyorsa mesela, buna ‘saygılı’ olmak mümkün müdür?
HDP konusunda da böyle. HDP bünyesinden biri olarak söyleyeceklerim tuhaf karşılanabilir belki ama ben bir sosyalist hareketin HDP ile kendi bağımsızlığını koruyarak, kendi hedeflerinden sapmadan belli bir mesafe tutturmasında garip bir şey görmem. Yoğurt yeme meselesidir bu. Varsa memleketi kurtaracak bir planın elbette ona odaklanmak doğrudur. Zaten büyüme ve genişleme, HDP için de herkesi Büklüm sokağa toplamak değildir. Herkes kendi yolundan da yürür, no problem; önemli olan memleketin genel sol/muhalif atmosferinin doğru bir siyasal hatta konumlanması ve bir cephe manzarasına sahip olmasıdır. O manzara HDP’yi de zaten büyütür. Ancak sorun şu ki, bu kadar karışık bir memlekette siyaset, olgulara bakışta siyasal bir bütünlükle davranmak ve çevre çeperindeki herkesi de bu yönde -kitabi değil ama- pratik olarak eğitmektir.
Bu seni büyütür mü? Denemeden bilemezsin ama sorun büyüme değildir burada. Ekonomideki ‘büyüme’ rakamları nasıl gerçeği anlatmıyorsa, siyasette de sorun sadece ‘sayısal büyüme’ değil, bunun nasıl bir niteliğe denk düştüğüdür. Yoksa o kıvamdan çıkmak nasıl mümkün olabilir?