Hicri İzgören
Türkiye içte olduğu kadar dışta yürüttüğü politikalarıyla da sıkışmış durumda. Bunun da temel nedeni, siyasilerin ve devlet kadrosunun sorunları yanlış olduğu artık iyice kesinleşmiş olan bir paradigma çerçevesinde düşünmeye devam etmeleridir.
Toplum kutuplaştırılmış ve kamplara ayrılmış durumda. Ötekileştirme ve ayrıştırma sorunu bugün artık devletin en başından başlayarak uygulanan ve tavandan tabana yayılır bir politika haline gelmiş ve ürkütücü boyuta gelmiştir. Bu alanda yaftalama öyle etkin bir hal aldı ki, ‘ya bendensin ya da düşmanımsın’ noktasına geldi.
Yıllardır kullanılan bu politika, bu yöntem giderek yerini nefrete ve kine bıraktı. Kendinden olmayanı tehdit etme noktasına kadar gelindi. Sanatçısından yazarına, akademisyeninden bilim insanına toplumun her kesimini hedef almış durumda.
*
Kitleler olayların gerçek sebeplerini anlamaya çalışmak yerine, düşmanlık ve nefrete dayalı hamasete payanda oluyor. Kin ve nefretle besleniyor toplum.
İnsanlığın en büyük ayıplarından olan ırkçılığın sıradan ve olağan karşılandığı ve aynı zamanda meşrulaştırıldığı bir toplum haline getirildi halk.
Gerçeklerin kimse tarafından duyulmaması için eldeki tüm imkanlarını kullanıyor. Türlü kara propagandayla, algı yönetimleriyle insanlar manipüle ediliyor.
Toplumun bilinçaltına yanlış bilgiler zerk edildi. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi yaptılar insanları.
Türkiye’de yıllardır yalan yanlış bilgilerle sistem ve devlet, medyayı da yedeğine alarak başta Kürt meselesi olmak üzere sorunlar üzerinde yanlış bir toplum algısı oluşturdu. Algı mühendisliği siyasetteki tüm etik değerleri yok etti.
“Algı yönetimi” kavramı biraz toplum mühendisliği ile eş anlamlı olarak tanımlanma eğilimine girdi. Zaten de algı yönetimi toplum mühendisliğinin temelini oluşturur.
Bu anlamıyla Türkiye, cumhuriyet tarihi boyunca toplum mühendisliği orijinli plan ve projelerin sürekli olarak uygulandığı bir ülke oldu.
Bu iletişim kirliliği içerisinden sıyrılıp, kafaları karıştırmadan kitlenin süreci doğru algılamasını sağlamak kolay değil elbette.
Türkiye’de gündem normalin ötesinde hızlı ve sürekli biçimde değişiyor. Meydana gelen olayların değişim hızı ve çeşitliliği elbette yıllardır oluşturulmuş toplum algısını zorluyor.
Kimi gerçekler su yüzüne çıktığında, hükümet, sıkıştığında içteki sorunları savaş politikaları ve naralarıyla gözden kaçırmaya çalışıyor.
Algı yönetimi, toplum psikolojisini yönlendirme ve yönetme sanatı haline geldi. Bir başka deyişle bu psikolojik savaşın bir biçimidir. Türkiye’de demokrasiye, toplumsal ve bireysel özgürlüklere karşı yıllardır devam ettirilen psikolojik savaş, bu mühendisliğin vazgeçilmez bir parçası olmuştur.
*
“Çözümsüz gibi gördüğünüz sorunlar konusunda paradigma değiştirmenin önemi vardır. Aslında hayatımızı, başarımızı, mutluluğumuzu belirleyen bizim kendi davranışlarımızdır. Başımıza gelen her şeyle, onlara verdiğimiz “tepki ve yanıt” arasında geniş bir hareket alanı vardır” der Stephen Covey.
Bugün gelinen noktada, sorunları etkileyen tüm aktörler açısından bu yöntemin de sonuna geliniyor. Sorunlar o kadar büyüdü ki mızrak çuvala sığmıyor artık.
Eğer sorunları gerçekten çözmek istiyorsak önce bilinçaltımızdakileri bilince çıkartıp berraklaştırmalıyız. Bilinçaltında gizli kalmış algıları havalandırmak, moda deyimle formatlamak gerekiyor.
Yaşamı zorlaştıran asıl önemli sorun, kişi olarak bu empozelerden sıyrılıp olan biteni anlamaya, sorgulamaya ve bu anlayışı hakim kılmaya çaba göstermeyişimizdir. Oysa bize düşen ve aslolan; olay ve olguları, olan biteni aklın süzgecinden geçirmek, yalana dolana direnmek olmalıdır.