Aram Yayınevi’nin yayınlayacağı ‘Apê Musa 100 Yaşında!’ kitabımız, matbaa aşamasına geldi. Kitabın oluşturulmasında yoğun emek sarf edenlerden biri olarak yorgunluğumu kitap okuyarak atıyorum
Hüseyin Aykol
Gazetemiz Yeni Yaşam’ın editörlerinden biri olarak aslında pek sakin bir hayatımın olduğunu söyleyemem. Sakin olamıyoruz; çünkü memleketin hali duman ve ülkemizde olup bitenlerin hemen hemen hepsi üstümüzden adeta silindir gibi geçip gidiyor. Böylesi bir ortamda, gazetenin günlük rutinleri dışında yine de yapabileceğimiz şeyler olabileceğini düşünüyoruz. Düşünmekle de kalmıyor, bunları hayata geçirmeye çalışıyoruz. Mesela haziran ayı başında “Apê Musa 100 Yaşında!” kitabımız için anı toplamaya başladık. Aram Yayınevi editörleri ve haber ajanslarımızda çalışan gazeteci arkadaşlarımızın yoğun emek gerektiren katkılarıyla kitabımız oluştu. Büyük bir ilgi göreceğini umduğumuz “Apê Musa 100 Yaşında!” kitabımızın teknik tasarım işleri bugünlerde tamamlanacak ve matbaaya baskıya gidecek. Kendi rutin işlerini aksatmadan kitabımıza büyük emeği geçen arkadaşlarımız, bugünlerde neler hissediyorlar bilemiyorum ama ben kitabın yaratımı esnasında yaşadığım gerilimi, kitap okuyarak üstümden atmaya çalışıyorum. Çünkü o dönem pek kitap okuyamamıştım. Bu yüzden, son bir hafta içinde üç kitap okudum ve biraz kendime geldim. Belki merak edenleriniz olabilir diye; okuduğum kitaplardan sizlere biraz söz etmek istiyorum.
Dilenciler ve Kibirliler
İlk önce “Dilenciler ve Kibirliler” isimli bir kitap okudum. Kitap dergilerinde görmüş ve merak etmiştim. Yazarını da daha önce tanımıyordum doğrusu. Nitekim yazarın yani Albert Cossery’nin Türkçedeki ilk romanıymış bu kitap. Cossery, 1913 yılında Mısır’da doğmuş. 2008 yılında ölünceye kadar da, hayatının çoğunu Paris’te yaşamış biri. Fazla üretken biri değil. Sadece Fransızca olarak yazmış olmasına rağmen, tüm romanları ya memleketi Mısır’da ya da hayali bir Ortadoğu ülkesinde geçmiş. Yazılarında Kahire’deki çocukluğunun alçakgönüllülüğüne ve uyumsuzluklarına saygı duyuyor ve çağdaş toplumumuzdan çok uzak bir tembelliği ve sadeliği övüyor. İnsan ilişkilerine ve topluma getirdiği nüktedan ve kışkırtıcı bakışla Batı kültürünün son gerçek anarşist yazarı kabul edilen Albert Cossery’nin döneminin avangard yazarlarının aksine can sıkıntısı ve muğlaklıklardan uzak romanı, adaletsiz toplumların düzenini bozan hırsızlar, züppeler, dilenciler ve yersiz yurtsuzlardan oluşuyor. “Dilenciler ve Kibirliler” isimli bu eserinde eski felsefe hocası ve dilenci Gohar, uyuşturucu satıcısı ve şair Yeghen, otoriter ve eşcinsel polis amiri Nureddin, Kahire sokaklarında bir araya geliyor. Toplumsal norm ve heveslere karşı çıkıyorlar. Fakirliğin ortasında, usanmaz devlet güçlerinin durduramadığı yaşam enerjisini muhafaza ediyorlar. Karakterlerinin içinden geçtiği dinmeyen hüzne ve beyhudeliğe rağmen, Cossery her eserinde boyunduruğa karşı insanlardaki inatçı inancın gücünü göstermeye devam ediyor.
Ahitler
Çok kolay ve çabuk okunan ve bu yüzden zihni pek yormayan “Dilenciler ve Kibirliler” isimli romandan sonra, günlerdir bir an önce satın alıp, okumalıyım dediğim “Ahitler”e sıra geldi. Margaret Atwood, dünya çapında çok ünlü bir yazar (sadece yazar mı) olmasına rağmen, onu tanımamı-fark etmemi sağlayan eşim oldu. O’nun önerisiyle Atwood’un “Damızlık Kızın Öyküsü” kitabını okuduktan sonra, karşımda ne muazzam bir yazar, şair, eleştirmen, denemeci ve en önemlisi bir feminist ile karşı karşıya olduğumu fark etmiştim, bir-iki yıl öncesinde. Margaret Atwood’un başyapıt niteliğindeki feminist distopyası “Damızlık Kızın Öyküsü”, bütün distopyalar gibi geleceğe dair bir paranoyayı değil, içinde yaşadığımız gerçeğin ta kendisini dile getiriyordu. Erkek egemen muhafazakâr bir rejimin üremeyle sınırlandırdığı, mahrem örtülerin ardına gizlediği kadın bedenleriyle bize aşina gelen bir gerçeği yani. Kanadalı Margaret Eleanor Atwood, eserlerini İngilizce yazıyor. (Kanada, Büyük Britanya Krallığı’na bağlı bir devlet olmakla birlikte, anadili ve resmi dili Fransızca olan eyaletleri de var) Atwood, İngilizce yazdığından ve o kültürün içinde geldiğinden olsa gerek, sadece kendi ülkesi Kanada ve bağlı oldukları İngiltere’de değil, aynı zamanda ABD’de de yakından izleniyor ve çok okunuyor. Yakın tarihin en saygı duyulan kurmaca yazarları arasında gösteriliyor. Daha çok roman yazarı olarak tanınmış olsa da, günümüze kadar 15 tane şiir kitabı yayınlandı ve bu alanda da ödül sahibi. Şiirlerini gençliğinde ilgi duyduğu efsane ve peri masallarından esinlenerek yazıyor. Britanya’da ve tüm dünyada çok ünlü olan Booker Ödülleri’ne birçok defa aday gösterildi. Önce 2000 yılında ve şimdi de 2019 yılında bu ödülü kazandı. Son Booker Ödülü’nü kazanan “Ahitler” romanı, yazarın “Damızlık Kızın Öyküsü” kitabının devamı niteliğinde. Okumaya Damızlık Kız’dan başlamakta yarar olsa da, “Ahitler” tek başına da okunabilir. Sürükleyici bir aksiyon filmi olarak çekilmeye aday “Ahitler”de, olayların arka planında dinci fanatik bir diktatörlüğün nasıl bir felaket olarak toplumun üstüne çökebileceği anlatılıyor. Oldukça ürkek bir eleştiri ama bu haliyle bile korkunç bir distopya.
Bakışın Ritmi
Ahmet Tulgar’ın “Bakışın Ritmi” kitabının çıktığını duyduğumda, daha önce yayınlanan röportajlarını bir araya getiren bir eser olduğunu sanmıştım. Çünkü kitabın yayınlanan kimi kısa tanıtımlarında Tulgar’ın röportaj yaptığı bazı kimselerin isimleri yer alıyordu. Meğerse, röportajlar değil, daha önce kimi gazetelerde yayınlanmış portreler imiş. Cumhuriyet gazetesinin Pazar eki ile T24 internet gazetesinde yayınlanan ve orada unutulmaya bırakılmamış portrelere bu kitapta Orhan Gencebay, Bülent Arınç, Binali Yıldırım, Vedat Milor ve Tuğrul Eryılmaz gibi kimi yeni portreler de eklenmiş. Tuğrul Eryılmaz, “Ahmet Tulgar’ın bu kitabını objektif olarak değerlendirebilmek için kendim hakkımda yazılan bölümü okumayı en sona bıraktım” diye yazmıştı T24’teki köşesinde. Ben de bu söze nazire olsun diye, portreleri okumaya Tuğrul Eryılmaz’ınkinden başladım. Daha sonra birkaç portre daha okudum. Kullanılan kimi Latince ve başka dillerden teknik tanımlamalar yüzünden, “galiba bu kitap bana birkaç numara büyük” diye düşünmeye başladım. Neyse ki yayınevinin ya da kitabın editörünün yazdığı dipnotlar işimi kolaylaştırmaya başladı ve her yeni portre ile kitaba biraz daha ısındım. Şimdi gazeteye gidiş ve gelişlerde birkaç portre okuyorum kitaptan. İğrenç birkaç kişiyi bir yana bırakırsak, insanların içindeki güzelliği ortaya çıkarışını izliyorum Ahmet Tulgar’ın ve hayata, ülkeye ve dünyaya biraz daha iyimser bakabiliyorum, bunca rezillik içinde…