Ölüm orucunun 238’inci gününde yaşamını yitiren Avukat Ebru Timtik, cezaevinde hayatından kesitler taşıyan mektup yazdı. Timtik, “Benim kişisel tarihim adaletsizliklerle doludur” ifadelerini kullandı.
‘Adil yargılanma’ talebiyle sürdürdüğü ölüm orucunun 238’inci gününe yaşamını yitiren tutuklu avukat Ebru Timtik’in cezaevindeyken bir müvekkiline yazdığı mektup yayınlandı.
Halkın Hukuk Bürosu tarafından yayınlanan mektupta Timtik, hayatından bölümleri anlatıyor.
Mektubun tamamı şöyle:
“Değerli müvekkilim;
Nasılsın-nasılsınız? Gönül ister ki selam gönderen herkese yazabileyim. Ama olmuyor, selamla yetinmek zorunda kalıyorum affola.
Ben de açlığımızın adalet isteyen herkes tarafından sahiplenilmesini istiyorum. Haklısın böyle bir sahiplenme yüreğimize su serpecek. İşçiler, emekçiler, işsizler, emekliler üretim ve üretimdeki adaletsizliğe karşı bu direnişi sahiplenebilir. Yargı eliyle mağdur edilmişler ve bu direnişin aynı zamanda kendileri için olduğunu görürler. Aksi halde kuşça canımız için, sadece kendimiz için değildir açlığımız.
Kendimi anlatmamı istemişsin.
Kendimin tarihi gördüğüm adaletsizliklerin tarihidir. Babamı 7 yaşında kaybettim. Kardeşlerim 5-3 ve 6 aylıktı. Anam daha 22 yaşındaydı. O güne kadar bolluk içinde büyüdüm. Ama sonra Elazığ’a taşındık ve dul-yetim maaşı ile geçinme günleri başladı.
Anneme sorardık “Anne biz fakir miyiz, zengin mi?” “Biz orta halliyiz kızım niye fakir olalım. Bizden kötüleri var.” deyip mahalledeki zor durumdaki kimseleri gösterirdi. Bizim “çok şükür iyi kötü maaşımız vardı.” “İşsiz olan var sakat olan var.” Fakat mahallemizde çalışmak zorunda olan çocukları, okulumuzda çocukların birbirinde farklı pabuçlarını, öğretmenin birbirinden farklı yaklaşımlarını ve sofradan sofraya farkı görmemek olanaksızdır.
Bende gelişmiş iyi, güzel, ahlaklı ne varsa annemdir.
22 yaşında ilkokul mezunu bir kadındı. Yaşamı önce köyde sonra Elazığ ve İstanbul’da geçti. Ama art arda ya gebe ya da bebekli olduğu için sokağa çıkacak vakti yoktu. 22 yaşında eşini kaybedince gidip yeni bir evlilik yapması istenince reddetti. Evlatlarına sarıldı. Biz biraz büyüyünce de çimento fabrikasında çalışmaya başladı. Henüz devlet fabrikasıyken çalışıyordu orada. Ve biz yolsuzluğu gördük. Bürokratların ve öbür yiyicilerin nasıl devlet fabrikasını sömürdüklerini gördük. Annemle aynı işi yapan diğer iki kişinin annemin 2 katı ücret aldığı bu yerde ücret adaletsizliğini gördük. Çünkü onlar kadrolu annem sözleşmeliydi. Asgari ücrete tamam demek zorundaydı. Müdürün kendisini aşağıladığı koşullarda da istifa edip işten çıktı. Evlere temizliğe gitti. Tabii biz de beraberinde. Parayla yaptığım ilk iş ev temizliğidir. Sonra tatillerde İstanbul’a gidip tekstilde kısa süreli çalıştım. Pazarlamacılık yapmayı denedim bana göre değildi.
Üniversite yıllarımda radyoculuk yaptım. Radyo ve televizyon spikerliği, reklamcılık vs. yaptım. Evde börek, poğaça yapıp kahvede satarak para kazandım. Bir ara ev yemekleri yapan bir lokanta açtık Elazığ’da.
Avukat olmayı hiç istemedim. Tesadüfen Selçuk Bey’i tanımak, 19 Aralık Katliamı’nda yakılan yaralanan insanları tanımak bana bu mesleğin başka türlü de yapılabileceğini gösterdi. Okulu bitirmeye öyle karar verdim.
Henüz öğrenci iken 90’lı yıllarda yakılan, boşaltılan köylerden uzakta hayat kurmaya çalışan hemşerilerimin yoksul evlerine gittim. Onların evlatları kayıp bir nesil olmaya mahkum edilmişti. Çiftçilikten, hayvancılıktan başka iş bilmeyen kadınlar erkekler şehirde ne iş yapacak? Uzatmayayım tahmin edersiniz sizde.
İşte onların acıları, ezilmişlikleri bende tarih ve sınıf bilincini gelişmesine yardımcı oldu. İstanbul’a gidip Halkın Hukuk Bürosunda avukatlık yapmaya başladım. Çağdaş Hukukçular Derneğinde yöneticilik yaptım. Hep emekçilerin, demokratik haklarını kullanmak isteyenler, öğrencilerin, yurtseverlerin, devrimcilerin avukatlığını yaptım.
Benim kişisel tarihim adaletsizliklerle doludur.
Müvekkillerimin aldığı haksız, adaletsiz cezalara anaların, eşlerin isyanlarıyla doludur.
Yüzüme umutla ve beklentiyle bakanlara gereği gibi cevap verememenin eksikliğiyle doludur.
Annemden izin istedim. “Sana söz vermiştim, kiradan kurtaracaktım seni. Ama benim çalışma tarzımda para biriktirmem olanaksız. Ama istersen ne yapar eder sözlerimi yerine getiririm.” dedim.
Başka analar var evlatlarının derdinde, dedim. Annem hakkını helal etti ve bana yol verdi. “Sizin en doğrusunu yaptığınıza eminim.” dedi.
Devrimci avukatlığı onun izniyle yaptım. Dilerim ki adım adıyla anılsın, mezarım yanıbaşında olsun. Hikayem böyle.
Fatma kızı Ebru’yum.
En sevdiğim şiir yok, şiirleri severim. En sevdiğim şarkı yok. Türkülerden deyiş, ilahi formunda olanları çok severim.
Ağaçları severim. Çiçeklerin hepsini severim yeter ki koparılmasın.
Toprağımı, memleketimi tutkuyla severim.
Beni müvekkillerimin taleplerine ortak eden; bana vekalet vermiş olmaları ve aynı adaletsizliğe uğramış olmaktır.
Böyle deyip kapatayım. Bizi soran herkese candan selamlar.
Her daim umutla kalın.”
HABER MERKEZİ