Hariçten gazel midir bütün bunlar? Evet. Yukarıda yazdıklarımın tümü de fantazi olarak görülebilir; ama benim önerdiğim ayrıntıların ötesinde bir şey. Değişik bir bakış ve iktidarın yarattığı ‘yanlış kutuplaşma’yı kırabilecek değişik bir sendikacılık/kitle örgütü anlayışı
Ender Öndeş
Aslında hikâye kişisel tabii biraz. Tanıyanlar biliyor, hayatımın son bir buçuk yılı abimin son aşamaya varmış kanseriyle geçti. Önce -isimler veriyorum bilerek- Siyami Ersek Kalp Hastanesi’nde, benimle 45 dakika hastanın durumu ve olasılıklar hakkında konuşabilen muhteşem hoca Mehmet Yıldırım’la işe başladık. Etti tuttu, patoloji filan derken sorunun onkolojik olduğu anlaşıldı. Pandemi sürecinde sakin olur diye bazı dostların önerisiyle -ve indirimli olarak- Acıbadem’e geçtik. Yapılması gereken her şey, kemoterapi, vs. yapıldı, yanlış bir şey yok, muamele desen derece güler yüzlü filan. Ama bir süre sonra bu aşırı ‘misafirperverlik’ ve her seferinde “Ali Beyciğim, şahanesiniz” lafları biraz sıktı bizi. “Ulan şahaneysem niye nefes alamıyom” diyen abimin de huysuzlanmasıyla, devlete, Göztepe’ye geçme kararı aldık. Bu kez, daha asabi, daha yorgun, aşırı gerçekçi/soğuk bir hekimle işe başladık ve daha ilk anda onkologların durumu ağırlaşmış hastaları sonradan devralmaktan hoşlanmadığını fark ettim. Anlaşılır bir şey bu. Duruma hâkim değil adam, hastanın da durumu ağır. Yine de hekim arkadaş, bizi bir deneysel çalışmaya dâhil etmek için bazı genetik tahliller istedi, o olmayınca da ışın tedavisine hükmetti. Işın tedavisinin başlayacağı gün de biz abimi kaybettik.
Oldu bitti her şey işte; giden gitti. Ama şunu fark ettim arada. Hasta yakını olmak gergin bir iş. Ters giden her şey sinirlendiriyor insanı ve çok alıngan/gergin oluyorsunuz. Ben de yaşadım hepsini. Herkes yaşamıştır. En solcu arkadaşlarımızın bile, hekime şiddeti lanetledikten sonra mutlaka bir adet “sinir olunan hekim” hikâyesi paylaştığına şahit olmuşuzdur; belki de bu biraz işin fıtratıdır; kim bilir?
Şimdi, son hekim cinayetinden ve trollerin TTB’ye saldırılarından sonra bütün süreci yeniden gözden geçirince siyasal iktidarın nasıl bir öfke saptırma operasyonu yürüttüğünü daha iyi anlayabiliyorum. Hakikaten tuhaf bir şey. Aslında herkes “eskiden hastaneler şöyleydi, şimdi böyle” yalanının bal gibi farkında, bizzat yaşıyor o gerçeği ama bir mekanizma, nasıl oluyorsa, o gerçeklikten hekimlere karşı öfke yaratmayı başarıyor. Çünkü orada, o anda, Sağlık Bakanı ya da Erdoğan’la değil somut bir varlık olarak hekimle karşı karşıyasın ve kaşının gözünün oynamasından bile anlam çıkarıyorsun. Yine örneğin senin vergilerinle şirketleri zengin eden devleti unutup hekime “senin paranı ben veriyorum ulan” diyebiliyorsun. Özellikle -kızımı bebekken birçok kez götürdüğüm için biliyorum- ‘çocuk acil’ gerçek bir dehşet sahnesidir; kucağında çocukla kapıdan içeri her giren kişi, tam bir parça tesirli el bombası gibidir, vs. vs… Orada çocuğun ailesine ‘vefat’ haberini vermek ağır iştir, çok ağır iştir.
Velhasıl, tam bir öfke saptırmasıyla karşı karşıya olduğumuz kesin. Evet, sadece hekimlerin değil, okumuş orta sınıfların da bazen belirgin bir üsttenci tutumla bunu beslediği söylenebilir ama sorun yine de değişmiyor. Bu, aslında uzun süredir politik olarak şekillendirilen ‘yanlış kutuplaşma’nın sağlıktaki tezahürü. İnsana doğrudan dokunan iki meslek olan hekimlik ve öğretmenlikte eski kutsi dönem giderek geride kalıyor ve bu iki mesleğin mensupları, yoksulların öfkesini boşalttığı kum torbaları haline geliyorlar; yoksulların dünyasındaki devrimci alternatif yokluğu ve lümpenleşme de bunu fena halde besliyor.
Bu konuda cinayetleri ve şiddeti lanetlemek dışında ne yapılabilir, doğrusu tam bilmiyorum. Ama ‘güvenlik’ önlemi gibi şeylerin anlamlı olmadığı kesin. Yolu düşen bilir, bizim hastaneler labirent gibidir ve oraya her türlü nesneyle her yerden girilir. (Mesela Numune’de morgtan girip ortopedi yatan hasta servisine geçmek mümkündür! İnanmayana gösterebilirim.)
Belki bütün bunların ötesinde, biraz kendimize bakarak, artık değişik bir sendikacılık ve kitle örgütü anlayışını tartışmaya başlayabiliriz. Bir öğrenci velisi ve hasta yakını olarak konuşuyorum, siyasi bir iddiayla değil. Örneğin çelik sektöründe, ürünün kullanıcısıyla işçinin bir alakası yoktur; vergi dairesi memuru da sizinle kalıcı bir temas kurmaz ama eğitim ve sağlıkta durum öyle değildir. Dolayısıyla, bu alanlarda yapılan işin doğrudan muhatapları arasında bir ilişki mümkündür; daha doğrusu pratikte zaten zorunlu olarak var olan ilişkinin organikleştirilerek karşılıklı süreklilik haline getirilmesi düşünülebilir. Tüzükle ilgili şeyleri bilmem, aşılabilir hepsi, aşılmıştır da. Bugünden bakınca -biraz da siyasi kibirle- Kemalist diye eleştirebileceğimiz Fakir Baykurt’un Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın (TÖS) velilerle-halkla ilişkisi üzerine dönemi yaşayan birçok insanın tanıklık edeceğini biliyorum. Benim TÖB-DER’li lise yıllarımda bile bu ilişkiler yine de fena sayılmazdı örneğin.
Hekimlikte ise -yine tüzüklerden bağımsız söylüyorum- belki hastaları/hasta yakınlarını içermeye çalışan belli mekanizmalar yaratılabilir. Belki bir komisyon, bir merkezi birim olabilir; belki başlangıçta en azından anlaşılabilir bir dille hekimliği ve bu sağlık sistemindeki konumunu anlatan yüz binlerce broşür hazırlanarak her hekimin masasından dağılımı sağlanabilir; geniş katılımlı TTB-hasta yakınları forumları düşünülebilir, vb. Yine aynı şekilde, -polisten, güvenlikten artık bir fayda umulmadığına göre- hekim ile TTB arasında merkezi/yerel alarm biçimleri yaratılabilir. Buton değil tabii ama doğrudan bir hatla yerel veya merkezi düzeyde TTB’nin zor durumlara hızlıca müdahale imkânı yaratılabilir. Ekrem Karakaya olayında tamam, tasarlayarak öldürme var ama tartışmadan başlayarak tırmanan olaylarda dıştan bir kurumsal kimliğin müdahalesi mümkündür, yararlıdır. Hatta çoğu hekim bu dediğimi saçma bulacaktır ama bir cinayetten sonra bile kalabalık bir TTB heyetiyle hekimlerin, bizzat katilin mahallesine, evine giderek orada da halka kapsamlı bir açıklama yapması, iktidar politikalarını böylece tam da o atmosferde deşifre etmesi düşünülebilecek şeyler arasındadır. Öyle saçma sapan bir ‘helalleşme’den söz etmiyorum, cinayet cinayettir, o baki. Benim sözünü ettiğim şey, gerçeklerin her yerde anlatılmasıyla ilgili.
Hariçten gazel midir bütün bunlar? Evet, öyledir belki. Yukarıda yazdıklarımın tümü de fantazi olarak görülebilir; ama benim önerdiğim ayrıntıların ötesinde bir şey. Değişik bir bakış ve iktidarın yarattığı ‘yanlış kutuplaşma’yı kırabilecek değişik bir sendikacılık/kitle örgütü anlayışı. Yapılan işin muhataplarını da bir biçimde, bir formülle kapsamaya, mücadeleye ortak etmeye çalışan bir yoldan söz ediyorum. Yoksa cinayetleri ve şiddeti lanetlemek, artık bir anlam ifade etmiyor gibi.
İktidar, insani bakımdan son derece alçakça bir yoldan yürüyerek, kendisi dışındaki herkesin birbirini boğazlamasını ve bunu yaparken de asıl sorumlu olanı unutmasını sağlamaya çalışıyor. Bu tehlikeli. Çok tehlikeli. Özellikle TTB üzerine oynanan oyunu kuruma yönelik şiddete bile yöneltebilirler ve bu her şeyi çığırından çıkarır.
Düşünmek gerekiyor. Tamam, sağlık sisteminin kökten bir devrime ihtiyacı var, onu biliyoruz ama bugüne ilişkin de düşünmek ve rutin eylemle yetinmeden değişik yollar aramak gerekiyor. Bir öğrenci velisi ve kıdemli hasta yakını olarak benim kapasitem bu kadar; muhtemelen daha parlak düşünceler vardır ve hiçbiri yabana atılmamalıdır. İnsan hayatı söz konusuysa, buna hakkımız yok.