Turabi Kişin’in ‘Sır Olup Gitmek’ isimli romanı Vesta Yayınları’ndan çıktı:
Olur da bir gün Turabi Kişin ile tanışırsam onunla Cafran’ın her karışını gezmek isterdim. Onun gözüyle, tanıklığıyla yürümek isterdim. Her ağacın, her kayanın, her subaşına sinmiş anıları, umutları, gidenleri, kalanları tekrar tekrar anmak isterdim
Roza Alkan
Turabi Kişin’in “Sır Olup Gitmek” isimli romanı Vesta Yayınları’ndan çıktı. Yazarın 2016’da yayınlanmış “Ayriyetten Ona Selam Ederim” isimli bir öykü kitabı da bulunuyor. Görünüşe göre edebiyat kanonunun dışında bir yerde durduğu için pek görünür bir yazar değil. Yazdıklarından anladığım kadarıyla görünür olmak gibi bir derdi de yok. Yaşadıklarını, şahit olduklarını aktarıp geride durmayı seçen bir yazar.
Geçmişe yolculuk
Roman, “Gözlerimi açtığımda kar yağıyordu” cümlesiyle başlıyor. Anlatıcı, sırtüstü karın üstüne uzanmış yatıyor. Kimse kendi isteğiyle karın üzerinde uyumayacağına göre başına bir şey gelmiş olmalı. Yavaş yavaş kendine gelince doğrulmaya çalışıyor, fakat bir türlü beceremiyor. Zihnini yoklayınca kolunun yaralandığını hatırlıyor. Dönüp yan tarafa baktığında vücudundan akan kanın bembeyaz karı nasıl da kırmızıya boyadığını görüyor. Hissetmediği kolu, aralıksız yağmaya devam eden ve neredeyse vücudunun tamamını kapatan kar. Yeni uyanmasına rağmen müthiş uykusu var ama karda uykuya yenik düşmenin ne demek olduğunu iyi biliyor. Uyku uzaklaştıkça vücudunun farklı yerlerindeki yaralarını da hatırlıyor. Kim olduğunu, o yaraları nerde, nasıl aldığını merak ediyoruz. Uzaktan gelen helikopter sesini duyunca irkilmesinden kim olduğunu az çok tahmin etmeye başlıyoruz. Helikopter sesiyle birlikte zihni geçmişe gider. Bu kısımdan itibaren kitap iki bölümde ilerler. Kahramanımızın geçmişe yaptığı yolculuk ve bu yolculuklardan birinde anlattığı Çiya’nın farklı kişiler tarafından anlatıldığı bölüm. Çiya, Dersim’in yiğit evladı.
Doğanın dili olmak
Yıl 1992. Zorlu bir yıl, kış koşulları ilk defa tecrübe ediliyor. Yer, Karer bölgesi ve Cafran. Bilen bilir, bu bölgeler Çewlig il sınırları içinde, merkezden uzak, yüksek dağlarla kaplı, Alevilerin yaşadığı bölgeler. Aleviler genelde böyle yerlerde yaşar, sebebini bilirsiniz. Bölgenin doğası müthiş. Masalla gerçek iç içe adeta. Sık ağaçlı meşe ormanları, dağların arasından fışkıran buz gibi dereler, bin bir çeşit bitki ve hayvan. Kışı zordur ama. Geri dönüşlerle tanıdığımız anlatıcı ve arkadaşlarının doğayla nasıl bütünleştiklerini, doğanın dilini nasıl çok iyi kavradıklarını görüyoruz. İlk defa kışı geçirecekleri bu bölgede, her ne kadar yeterli hazırlık yapmışlarsa da ilk deneyimleri olduğu için çok sıkıntı yaşarlar. Baharda kucağını her canlıya sonuna kadar açan bu dağlar kışla birlikte çok çetin savaşı da beraberinde getirir. Kar yanıkları, donmalar, kangrenler, kesilen ayak parmakları, doktora hatta ilaca bile ulaşamama, yoğun kar yağışından dolayı yiyecek depolarına ulaşamama… Tüm yaşananlara rağmen moral bozukluğu yok, umutsuzluk yok. Kışın sonu bahardır çünkü. Her zorlukta Hızır gibi yetişen Şehmus, kesilen parmaklarına rağmen mücadeleden vazgeçmeyen Çiya, Rojda, Dilan, Sterk… Onların mücadelelerini kendine yol belleyen sonraki nesil.
Rojavalı Serdar
Sayfalar ilerledikçe anlatıcımızın adının Serdar olduğunu öğreniyoruz. Serdar. Rojavalı. Rojava, 62’de yapılan nüfus sayımıyla bir gecede vatandaşlıktan çıkarılan Kürtlerin yurdu. Yurdundan, toprağından, bir insanın sahip olması gereken tüm haklarından bir gecede mahrum bırakılan Kürtler. Toprakları ellerinden alınıp Araplara verilir. Kürtlerin birbirleriyle bağları kopartılmaya çalışılır. Ulusal bilinçlerinin gelişmesi engellenmek istenir. Ama günümüzde Rojava’nn durumuna bakınca bu çabaların ne kadar boş olduğunu görürüz. Evet, çok kayıp verildi, çok acı çekildi ama güçlünün her zaman kazanmadığı görülmüş oldu. Kürtlerin birbiriyle ilişki kurmamaları için dört taraftan çalışsalar da Serdar’ın Rojava’dan kalkıp Cafran’a gelmesine engel olamadılar.
Hüzün ve direnç
Yazarın Serdar aracılığıyla aktardıkları çok etkileyici. Okurken boğazın düğümlenmesine engel olmak çok zor, her sayfada gözyaşlarımı geri geri göndermeye çalışırken buldum kendimi. Şehmus’un çabası unutulmaz. Çiya’ın direnci. Çiya’ya kıyılması. Hançerin dışardan değil de içeriden saplanmasının ağırlığı, Serdar’ın bir türlü doğrulamaması, aylar sonra arkadaşlarının yanından geçerken onu hüzünle anmaları ama görememeleri…
Olur da bir gün Turabi Kişin ile tanışırsam onunla Cafran’ın her karışını gezmek isterdim. Onun gözüyle, tanıklığıyla yürümek isterdim. Her ağacın, her kayanın, her subaşına sinmiş anıları, umutları, gidenleri, kalanları tekrar tekrar anmak isterdim.