Dr. Hayri Hazargöl
Türkiye’de devletin mafya, çete, çıkar şebekeleri ve cinayet işleyen kontrgerilla grupları tarafından kirletildiği konusunda bir hemfikirlik var. Türkiye halklarının en azından yüzde 60’ı devletin böyle olduğuna inanıyor. Sanatçı, aydın ve yazarların ise yüzde 90’ı bu kanaatte. Ancak bu gerçekliğe karşı bu kirlenmiş devletin temsilcileri haline gelen şu an iktidardaki AKP-MHP ittifakına karşı yeterli mücadele verilemiyor. Ya da verilen mücadele bu iktidarı alaşağı edecek kadar etkili olamıyor. Bu kadar uygun zemin ve fırsata rağmen neden etkili olunamıyor ve gereken sonuç alınamıyor konusu gerçekten de çok önemli. Bu soruya doğru cevap vermeden bu devlet içindeki kirli yapılanmalara son vermek ve Türkiye’nin önünü açmak zordur.
Bu kirliliği yaratan ise Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı kullanılan yol ve yöntemlerdir. Zaten Sedat Peker bile bu kirli işlerin vatan millet adına yapıldığını söylemektedir. Kürtlere karşı savaşta kirli yöntem kullanılıyorsa bu normal, hatta haklı görülüyor. Vatan söz konusu olduğunda gerisi teferruattır, sözü her şeyin bu söylem altında normalleşeceğini gösteriyor. Daha birkaç yıl önce Tayyip Erdoğan asker, polis, vali ve kaymakamlara mevzuata takılmayın, demedi mi? Bunu Kürtlere karşı mücadele içinde yer alanlara söylemiştir. Devletin kirlenmesi bu tür anlayışların sonucudur. Hele iktidarda olanlar bu tür anlayışta olursa devletin kirlenmesi kaçınılmaz ve normal hale gelir.
Uğur Mumcu ne demiş? Devletin güvenliği hukukun üstünlüğüyle korunur, demiş. Devletin korunmasını mevcut hukuk ve yasalar dışına çıkmakta görenler tarafından öldürülmüş. Hukuk dışına çıkma ihtiyacı da en fazla Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırmada duyuluyor. Çünkü Kürt halkının özgülük talepleri mevcut anayasa ve yasaların tanıdığı yetki ve kurumlarla bastırılamıyor. Bu kadar haklı mücadele mevcut anayasa ve yasalarla durdurulamaz. Ya Kürt sorununda bir çözüm yolu bulunacaktır, ya da Kürtler tümden soykırıma uğratılana kadar kirli yöntemlere başvurulacaktır. Türk devletinin Kürtlere yönelik politikası bu kirliliği kaçınılmaz biçimde ortaya çıkarmaktadır.
Bu açıdan devletin kirlenmesine karşı çıkmak yetmez. Sadece kirlenmeye karşı olduğunu söylemekle bu kirlenmenin önü alınamaz. Bunun tek yolu devletin bugüne kadar izlediği Kürt politikasından vazgeçmesidir. Bu açıdan Kürt halkının kimlik ve özgürlük talepleri savunulmadan, bunun karşılanması gerçekleşmeden hiç kimsenin devlet kirliliğine karşı tutumu samimi olamaz. Duyguda samimi olsa da bu niyette kalır ve hiçbir pratik değeri ve sonucu olamaz. Bu açıdan bu kirliliğin nedenini doğru teşhis etmek ve bu temelde çözümünü bulmak gerekir. Kirliliği yaratan kişilerin kötü olması değildir, politik sistem ve bu temelde devlet şekillenmesi kirli işlere bulaşan insanları ortaya çıkarıyor. Her konuda ilk önce teşhis sonra tedavi gerekir söylemi dile getirilirken devletin kirlenmesi konusunda nedenler, yani teşhisten kaçınılarak bu düzenin sürmesine ortak olmaktan kurtulunamaz.
Örneğin, İyi Parti’nin bu devlet kirlenmesine karşı tutumu samimi olamaz. Çünkü İyi Parti de halen Kürt kimliğinin tanınması, anadilde eğitim ve özyönetimlere dayalı yerel demokrasiyi savunamıyor. Aksine zihniyet ve politikalar hala Kürtleri zamana yayılmış soykırıma uğratma yönündedir. Kürtlere yönelik savaş politikasına destek vermektedirler. Böyle bir siyasi hareketin devlet içindeki kirliliği kaldırması ve böyle bir çaba içinde olması söz konusu olamaz. Sadece bazı kişilerin yargılanması dışında bir sonuca ulaşılamaz.
Benzer bir durum CHP için de geçerlidir. Kuşkusuz CHP içinde devletin kirlerinden arınmasını isteyen önemli bir kesim var. Özellikle CHP tabanında bu arzuda olanlar büyük bir çoğunluktur. Ancak CHP, Kürtlerin kimliğini ve doğal haklarını kabul eden bir politikaya sahip olmadığından devletin kirlerinden temizlenmesi için etkili bir mücadele veremez.
Türkiye’de devletin kirlenmesine karşı olan ve bunun için yürütülecek mücadeleye destek olacak önemli bir toplumsal kesim var. Ama neden etkili bir mücadele verilemiyor ve sonuç alınamıyor denilirse nedeni Kürt politikasında mevcut iktidarı aşan bir zihniyet ve yaklaşım içinde olunmamasıdır. Susurluk Kazası sonrasında da önemli bir tepki gelişti. Ancak kirlenmenin köküne inilmediği için, bu kirlenme Kürtlerin özgürlük talebindeki ısrarına paralel olarak daha da arttı ve bugünlere gelindi.
Sedat Peker’in gözler önüne serdiği devlet kirliliğinden kurtulmak; temiz siyaset, temiz toplum, temiz kültür, temiz spor, temiz ekonomi ve temiz devlet yaratılmak isteniyorsa Kürt sorununda zihniyet ve politikaların değişmesi gerekir.
Kuşkusuz devlet hiçbir zaman tam olarak temizlenmez. Ama bu kadar da her yerden kokuların geldiği düzeyde bir kirliliği de kaldırmaz. Çünkü devletleri korumak bile bazı kurallara uymakla mümkündür. Bu nedenle devletçi zihniyette olanlar bile boşuna adalet mülkün (yani devletin) temelidir, dememişler. Halklar, toplumlar üzerinde baskı ve sömürü aracı olan devletler bile ayakta kalmak için kendine meşruiyet ararlar. Şu anda Türkiye’deki devletin ne meşruiyeti ne de kendisini ayakta tutacak takati kalmıştır. Bunu görünce Uğur Mumcu’nun devletin güvencesi de hukuktur, demesi daha da iyi anlaşılmış oluyor.