Türkiye insanının belki de en önemli meselesi iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın net bir şekilde ayrışamamasıdır. Ehveni şer’e mahkûmuz. İyi ile kötü arasında değil, kötü ile daha kötü arasında seçim yapmaya mecbur kalıyoruz. “Temiz” dendiğinde ilk anımsayacağım isimlerdendir Berkin Elvan. Deniz Gezmiş de öyle. Ama bunu söylediğinde savcılar, densiz bir muhbirin “Teröristleri övüyor” ihbarıyla soruşturma açabiliyor. Emektar şarkıcı Alpay, şimdi bu saçma suçlamaya karşı kendini savunmak zorunda kalacak.
Suçlama hazır: ‘Terör örgütüne üye olmadığı halde terör propagandası yapmak…’ Muhbirler zamanın ruhuna uygun bir halde, her an, her yerdeler. Anaokulu boyama kitabında domuz resmi var denilerek, anaokulu öğretmeni ihbar ediliyor örneğin. Can Dündar’ın çektiği ‘Mustafa’ belgeselini de ihbar etmişlerdi, “Atamız sigara içmez” diyerek. AKP cenahından biri, CHP İstanbul adayı Ekrem İmamoğlu’na sataşmak için “Pontusludur” deyiverdi. Aklınca gâvur demeye getiriyor. İyi de, orta Karadeniz’den doğuya doğru bütün bir sahil halkı Pontusludur zaten.
Tıpkı Adanalı, Maraşlı, Antepli, Mersinlinin Kilikyalı olduğu gibi, Sivas’tan doğuya uzanan platoda yaşayanlar da Ermenistanlıdır. Edirnelinin, Tekirdağlının Trakyalı olması ne kadar doğalsa, Trabzonlu, Giresunlu, Rizelinin Pontuslu, Adanalı, Maraşlının Kilikyalı, Nevşehirli, Kayserilinin Kapadokyalı veya Erzurumlunun Muşlunun Ermenistanlı olması da o denli doğaldır. Sonuçta Ermenistan denen coğrafya bugünkü Ermenistan Cumhuriyeti’nin yüzölçümünden çok daha geniş bir alanı kapsar ve idari değil tarihsel bir tanımdır. Ancak kafalar ‘milli eğitim’ çamaşırhanesinde yıkanınca o doğallık görülmez oluyor. Bu tanımlar hakaret maksadıyla kullanılıyor ve muhatabı da “E, ne olmuş yani?” diye soracağına, ne kadar saf Türk olduğunu kanıtlamaya girişiyor. Hatta hızını alamayıp, Topal Osman gibi kötücül bir karakterin torunu olmakla övünmeye çalışıyor.
CHP’li Kartal Belediye Başkanı’nın, Ermeni Soykırımı’ndaki rolü yüzünden idam edilen Boğazlıyan Kaymakamı güzellemeleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ermeni Soykırımı’nın failleri olan Enver ve Talat paşalar için ‘ecdadımız’ demesi günümüzde kendini ‘ulusalcı’ diye tanımlayan faşistlerin Ergenekon hayranlığı ile örtüşüyor. Yakın geçmişte bir dizi komployu uygulamakla ve devamını tasarlamakla suçlanan Ergenekoncular, hükümetin strateji değiştirmesi ile bir günde aklandılar.
Dönemin başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın “Milli ordumuza kumpas kurmuşlar” sözü işaret fişeği oldu ve ‘bağımsız yargı’ bir günde tüm o ağır suçlamaları düşürdü. Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan el bombaları, Danıştay saldırısı, Zihr vadisinde ele geçen mühimmat, Koç Müzesi’nde sergilenen denizaltıdaki patlayıcılar, Türk Ortodoks Patrikhanesi’ndeki toplantılar, dönemin Ermeni patriğine karşı tasarlanan suikast timinin kadro ve eylem planları cevapları verilememiş sorular olarak arşivlere gönderildi. Mesele sadece kurmaca bir tarih anlatımının yol açtığı bilgi eksikliği değil, yaşadığımız zaman diliminde dahi kurgulanan algı operasyonunun yol açtığı çarpıtmaların etkilerini yaşıyoruz. ‘Ermeniler ve Rumlar ihanet etti’, ‘Dersimliler isyan etti’ ve ‘Milli ordumuza kumpas kurdular’ aynı yalan beyanın değişik zamanlardaki tezahürleridir. Acı olan ise kırk katır ile kırk satır arasında tercihe zorlanmamız.
Beter ile beterin beteri arasında bir seçim yapacağız. Hani ‘yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal’ misali her tercihin pisliği yine bize bulaşacak. Anladım, “Aşağı-yukarı değil, namussuzun yüzüne tükür” dediğinizi duyar gibiyim. Yüz yıldan beri değil, bin yıldan, binlerce yıldan beri bunu ben de biliyorum. İşte o yüzdendir ‘temiz’ dendiğinde Berkin Elvan’ı, Deniz Gezmişi ve onların binlerce yoldaşını anımsamam. Her fırsatta ülkücü gelenekten geldiğini söyleyen bir Mansur Yavaş, Topal Osman’ın torunuyum diyen bir Ekrem İmamoğlu’nu desteklemek için bağrımıza taş basalım dedik de, o taş gitgide bağrımızı ezecek gibi görünüyor.