Hayvan yetiştiriciliğinde her kırılma, çöküşe bir adım yaklaştırdı. Kırılmalara hükümetler hiç aldırmadı. Onarmadı. Aksine her kırılmayı bir sonraki kırılmaya zemin yaptılar. Çöküşe doğru böyle varıldı. Çöküşün iki temel nedeni var.
– Birincisi, bedava yem varlığı olan mera hayvancılığından paralı yem gerektiren kapalı alan hayvancılığına,
– İkincisi, Türkiye ot durumuna uygun olan koyun yetiştiriciliğinden, uygun olmayan sığır yetiştiriciliğine geçiş yapılmasıdır.
Birinciye bakalım. Mera hayvancılığından uzaklaşıldıkça bedava yemden paralı yeme yaklaşıldı. İkincisi; koyunculuktan vazgeçildikçe yine bedava yem yerine, paralı yem gerektiren sığır yetiştiriciliğine geçildi. Sığır yetiştiriciliğine geçildiği oranda yem fabrikası kurma sayısı arttı, olanların kapasiteleri büyütüldü. Uzun on yıllar böyle sür(dürül)en politikalar, yani bedava yemden paralı yeme geçiş, hayvan yetiştiricilerinin maliyetini arttırdı. Uygulanan bu politikalara paralel mera ıslahı önemsenmediği gibi tahribatı öncelendi.
Mera alanlarında tahribat/değişim şöyle;
– 1928’de 46 milyon hektar iken,
– 1950’de 37,8 milyon hektara,
– 1960’da 28,6 milyon hektara,
– 1980’de 21,1 milyon hektara,
– Şu an 15 milyon hektarın altına inmiş durumda mera varlığımız. Bu değişim yaşanırken onlarca hükümet değişti. Süt ve et işinin ot işi olduğu gerçeğine ve hayvancılıkta maliyetin yüzde 65’inin yem olmasına rağmen bu yanlış politikada ısrar hep sürdü. 1960’li yıllardan bu yana- hiçbir hükümet bu yanlıştan dönmedi. Görünmez bir el bu politikayı sabırla ve uzun erimli bir plan dahilinde uygula(ttır)dı.
Serbest piyasa
Serbest piyasa sonrasında mevcut, süregelen yanlışların üzerine yeni yanlışlar konuldu. Mesela kapalı alan hayvancılığı yapan çiftçilere yem üreten ve piyasayı düzenleyen yem fabrikaları özelleştirildi. Özelleştirme sonrası yem satış fiyatları kontrolsüz biçimde yükselişe geçti. Piyasayı üretici ve tüketiciden yana düzenleyen Et ve Balık Kurumu-EBK ile Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu-TSEK de özelleştirildi. Özelleştirildikten sonra da piyasa kontrolünü ele geçiren şirketler, et ve süt alım fiyatını düşük belirlemeye başladı. Bu hayvancılık sektöründe kırılganlığı daha da arttırdı. Eski yanlışların üzerine konan en büyük yanlış bu oldu. Sadullah Usumi bu durumu şöyle anlatmaktadır: “Piyasalarda rekabet ortamı yaratan SEK devletin elinden çıkınca süt alım fiyatlarını sanayiciler tespit etmeye başladı. SEK satılmadan önce üreticilerin 18 bin liraya satabildiği sütlerin fiyatları üç beş ay içinde 12 bin liraya düşürüldü. Et piyasalarında denetim kalmadı. Üreticilerden ucuz fiyatlarla alınan et ve süt ürünleri tüketiciye yüksek fiyatlarla satıldı. Süt alım fiyatları sürekli düşürülürken, peynir, tereyağı, yoğurt gibi ürünler zamlandı.1995’te süt fiyatları 12 bin lira iken, kilo başına destek 3 bin liraydı; süt bedellerinin dörtte biri. 1998’de süt alım fiyatları 85 liraya çıktı. Buna karşılık devlet desteği 3 bin liradan sadece 5 bin liraya çıktı. Süt bedelinin 16’da biri… Bu arada yem fiyatları bir yılda 60 bin liraya tırmandı… Böylece süt üreticilerinin gelirleri azalırken, giderlerinde büyük artış oldu.” Bunun ardından AKP hükümeti, süt fiyatlarını belirleme aracı olarak, 2011 yılından bu yana oluşturduğu “Ulusal Süt Konseyi” ile maliyet+%25 kazanç+insanca yaşam payı olan enflasyon oranında fiyat belirlemek yerine “halk ucuz et ve süt tüketsin” algı yönetimiyle yanılsama yarattı. Süt fiyatlarını şirketler lehine baskıladı ve hala bakılıyor, süt fiyatlarını maliyetin altında belirliyor. Çözüm olarak uygulandığı propagandası yapılan bu politika, aslında mevcut yanlışın üzerine yanlışla gitmekten başka bir şey değil. Dolayısıyla sorun daha da büyüdü. Hayvancılıkta kırılmalar daha sık aralıklarla olmaya ve süreklilik kazanmaya başladı. Kırılmaların süreklik kazanmasına neden olan bir başka konu da şu: Ağırlıklı fabrika yemi ile beslenmeye geçiş yem hammaddesine ihtiyacı arttırdı. Ancak gerekli yem hammaddesinin yüzde 50’sinden fazlası ithalat edilmek zorunda şimdi. Çünkü Türkiye’de yeterli miktarda üretilebilecekken, bitkisel üretimde uygulanan yanlış politikalar nedeniyle üretilemiyor. (Bu durum başka bir yazı konusu) Yem hammaddesi ithal etme durumu yem fiyatlarını döviz kuru politikalarına bağımlı kıldı. Kur yükseldikçe yem fiyatı da artıyor. Örneğin Kasım 2022 Tarımsal Girdi Fiyat Endeksi’ne göre yemde son 1 yıldaki fiyat artışı yüzde 127,83 oldu (TÜİK), ama çiftçinin süt fiyatı ‘Ulusal Süt Konseyi’ aracılığıyla yıl boyu sabit tutulmaya çalışıldı. Bu politika sonunda zora düşen çiftçi “zararın neresinden dönersem kârdır” çaresizliğiyle süt ineklerini kesime gönderdi. Türkiye kesilecek süt ineği sınırına gelince de et ihtiyacını karşılamak için hükümet yetiştiriciyi destekleyerek yetiştirmek yerine yine ithalatı çözüm olarak gördü, görüyor. Defalarca denenmiş, fakat sorunu çözmeyen, tersine arttıran ithalatta hükümetin ısrarı görünmez “o” elin dayatmasıyla mı acaba? Yoksa yanlışta bunca ısrar niye?
Çıkış yolu
Buradan çıkış yolu var mı? Elbette var. Çözüm, bedava yeme dayalı hayvancılığa dönmek ve tarım ve gıdayı serbest piyasa belirleyiciliğinin dışına çıkarmaktan geçtiğini belirtmekle yetineyim şimdilik.