Hep siyasal ve kültürel bir sindirme çabasında oldu bu iktidar. Kendisi gibi düşünmeyenleri ötekileştirmek, toplumu kutuplaştırmak üzerine, nefret söylemi üzerine kurdu siyasetini.
Nice şoven, milliyetçi, ırkçı, cinsiyetçi ve benzeri ne çok nefreti makamlı söylemlerin veri tabanına rastlarız nefret diline. Seçimler yaklaştıkça iktidar ve şakşakçıları medyayı da yedeğine alarak hoyratça kullanıyor bu zehrin dozajını.
Toplumsal ayrımcılık ve ırkçı söylem; nefretin ve şiddetin yaygınlaştırılmasında her zaman başvurulan bir araç oldu bu ülkede ama denilebilir ki hiçbir dönemde bu kadar ivme kazanmadı.
Nefret dili sınırları da aşmış olacak ki; Almanya hükümeti AKP’nin seçim çalışmalarında kullanacağı nefret diline karşı bakanlıklarını uyarmıştı.
Öyle ki Almanya hükümeti; Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı ve Dışişleri Bakanı’na birer yazı göndererek, nefret söylemi içeren kampanyalara karşı önlem alınmasının önemine dikkat çekmişti.
***
Ötekileştirme ve ayrıştırma sorunu bugün artık iktidarın en başından başlayarak uygulanan ve tavandan tabana yayılan bir politika haline gelmiştir. Bu alandaki yaftalamalar öyle etkin bir hal aldı ki; ‘ya bendensin ya da düşmanımsın’ noktasına geldi. Kitleler ise hala olayların gerçek sebeplerini anlamaya çalışmak yerine, düşmanlık ve nefrete dayalı hamasete payanda oluyor.
Başkalarının düşünce ve davranışları hakkında hüküm verirken, elimizdeki veriler çoğu zaman yeterli olmuyor. Davranışların nedenini bilmeden çok yanlış yargılara varabiliyoruz.
İşte huzur ve barışın önündeki en büyük engel de insanın bakış açısını daraltan ve her şeye kuşku ve düşmanlıkla baktıran bu ırkçı ve bağnaz mantalitedir.
Bir iktidar politikası olarak da yıllardır kullanılan bu yöntem giderek yerini nefrete ve kine bıraktı. Kendinden olmayanı tehdit etme noktasına kadar gelindi. Bu tehdidin okları artık toplumun her kesiminden insanı hedef almış durumda.
Sınırları çizilmiş, papağan gibi tekrarlanan ve bu düşüncesini her şeyi açıklamaya ve çözmeye muktedir bir görüş dizgesi olduğunu düşünenler kitleleri de tüm ideolojik aygıtlarla manipüle etmekte ve kandırmaktadır. Bu vahim hastalığa yakalanan kitleler, kendisine sunulanın ötesine geçemez, yaşamın ne kadar değiştiğine, etkenlerin ve verilerin dönüştüğü yeni hallere bakmaz. Konu ne olursa olsun doğruyu öğrenmek için okuduğu, duyduğu, gördüğü zaman mantık, akıl süzgecini devre dışı bırakıp yanlış algılar. Körleşme başlar, bununla da yetinmez, kendisine benzemeyen herkesi hainlikle suçlar.
Tehditkâr, itici ve suçlayıcı bir dille ve söylemle toplumsal barış sağlanamaz. Yol haritasındaki mesafe, dildeki ve söylemdeki mesafeyle doğru orantılıdır bir bakıma. Güzel sözlerin yankıları da güzel olur. Çatışmanın dili kolaydır. Bir iki hay huyla bir savaş bile başlatılabilinir. Anlaşmanın dili, iyi niyet, ciddiyet ve kararlılık gerektirir.
Anlaşmaya istekli olan için dil büyük bir imkan ve kolaylıktır. Bu iyi niyeti ve kararlılığı barış ve huzur isteyen herkesin ve her kesimin göstermesi gerek.
***
Yaşamı zorlaştıran önemli sorunlardan biri de toplumsal empozelerden sıyrılamayarak geliştirmeye fırsat bulamadığımız, belki de aslında hiçbir zaman tam olarak bulamadığımız benliğimizdir. M. Foucault’un da söylediği gibi: “Yaşama sanatı, kendine bağımlı olma sanatıdır.” Yani sürekli olarak başkalarının bize dikte ettikleriyle ya da karar verdikleriyle değil kendi akli melekelerimizle, vicdanımızla davranabilmeyi gerektirir.
Seçim süreci boyunca iktidarın insan onurunu zedeleyen nefret söylemi içerikli mesajlarını hatırlayalım.
Kirlenmenin ve insani tükenişin her yanı çepeçevre kuşattığı bu ortamda nitelikli ve onurlu kalabilmenin yolu vicdanın sesine kulak vermek, olan biteni aklın süzgecinden geçirmek, seçim günü geldiğinde de mührüyle bu bezirgan saltanatına son vermektir.