Kimyasal silahların kullanımı yasaktır. Kullanılması uluslararası sözleşmelerde, uluslararası mutabakatta insanlığa karşı en büyük suç kategorisinde görülüyor.
Yine mutabakat gereği kimyasala başvuran, kullanan ve bu temelde suç işleyene karşı tutum almayı ve cezalandırmayı esas alıyor.
Saldırıya maruz kalan Kürtler ve Kürt özgürlük güçleri olunca; ortaya konulması gereken tutum ise işlevsizleştiriliyor, görünmeze büründürülüyor, sorumlu kuruluşlar ve yetkili merciler görmezliğe, duymazlığa bürünüyor.
Saddam Hüseyin Halepçe’de kimyasal silah kullanırken, Saddam’a karşı tutum ortaya koyması gereken kuruluşlar, uluslararası güçler, uzun süre ilgisiz ve tavırsız kaldılar. Benzer bir yaklaşım bugün Güney Kürdistan’ın Avaşin, Metina ve Zap alanında kullanılan kimyasal saldırılara yönelik sürmekte.
Gerek Saddam, gerekse de AKP iktidarının Kürtlere karşı en yıkıcı silaha başvurmalarının en temel güç kaynağı Kürt sorununda bölgesel ve küresel güçlerin sürdüre geldikleri çözümsüzlük konseptidir. Çözümsüzlük konseptinin kendilerine sunduğu imkan ve ortamdır.
Söz konusu konseptte dönem dönem yarılmalar olsa da tümden kırılmış değil, kırılmadığı için en yıkıcı saldırılar ha bire yeniden ve yeniden uygulamaya konuluyor.
Kürt halkına acı çektirme, varlığı üzerinde tahribat oluşturma, siyasi ve toplumsal iradesini kırmaya yönelik icraatlarını adeta bir sergi biçiminde sergiliyorlar.
İnsanlık dışı bir tutumu, bir zulüm çarkının sergilediği karanlığı, sergilediği yıkımı, oluşturduğu çıkmazı görmezden gelenlerin tutumunu tekrar ve tekrar sorgulamak gerekir. İnsanlığa, insanlık değerlerine ve Kürt halkının geleceğine yönelik sağlıklı bir ufuk ancak bu temelde sorgulama üzerinde geliştirilebilinir.
Kimyasalın yıkıcılığı ve Kürt varlığı üzerindeki tahribatı Halepçe’den bu yana Kürtlerin hafızasında dolaşımda. 7’den 70’e her Kürdün tepki vermesi gerekiyor. Varlığına yönelik en yıkıcı saldırının, kıyım saldırısının tekrardan uygulamaya konulmasına tepkisini ortaya koyması, tepkilerin süreklileştirmesi, büyütülmesi ve genişletilmesine ihtiyaç var.
Kürt politik güçlerinin, aydınlarının, sivil toplum örgütlerinin saldırıya karşı tutumlarını daha belirgin bir biçimde ortaya koymaları gerekir.
Maalesef bazı Kürt kesimleri saldırıya karşı tutum almaları gerekirken, saldırıyı kamufle edici ve saldırıya payanda olma pozisyonu içinde olmayı sürdürüyorlar. Bu olumsuz pozisyondan vazgeçmeleri Kürt halkının en temel beklentisidir.
Diğer tarafından saldırılara karşı ilerici insanlığın, aydınların, demokratların ve uluslararası camianın tutumu ve tepkisidir. Bunun güçlü bir biçimde ortaya çıkmasına ihtiyaç var.
Kürt halkının varlığına hak, adalet ve özgürlük uğrundaki çabasına saldırı o kadar komple, o kadar yoğunki, içinde işgal, içinde yüz binlerin göçertilmesi, talan, işkence, sürgünler, bodrumlarda yakmalar, on binlerin hapis edilmesinden tutalım cenazelere yönelik insanlık dışı uygulamalara kadar varan muameleyi bir süreklilik içinde sergiliyorlar. Çoklu kötülük sergisinde kimyasal saldırı ise kötülük sergisinin baş köşesine yerleşmiş durumda.
“Envanterimizde kimyasal silah yok” söylemi bir demagojiden ibaret ve hiçbir inandırıcılığı yok.
Saldırı ve yıkım konseptine karşı Kürt sorununun barışçı demokratik çözümü, barıştan yana bir tasavvur çok mu ağır geliyor? Tutumun yönünü yeniden yeniden muhasebe etmek lazım.