AKP, Ankara’yı kentsel estetikten yoksun bir hale getirirken, her şeyin dekor olarak algılandığı bir süreci karşımıza çıkarttı. Melih Gökçek, gelir gelmez Su Perileri için ‘Sanata tükürürüm’ dedi. Ankara’daki sanat mekânlarına karşı da bir süreci gündeme getirdi: Yok etme, tahrip etme
Habibe Eren/Ankara-JİNNEWS
Ankara’da 25 yıl boyunca Belediye Başkanlığı görevini yapan İbrahim Melih Gökçek ve AKP yönetimiyle birlikte kentte birçok alan tahrip edildi. Fıskiyeler, devasa dinozor ve robotoklar ile kentin estetiği yok edilirken, milyon liralık harcamalarla yapılan birçok alanda yeni rant projeleri olarak halkın karşısına çıktı. 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlere az bir süre kalırken, Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan ile Ankara’nın kent estetiği ve 25 yılını konuştuk. Candan, Melih Gökçek ve AKP yönetiminin başkenti bir 50-60 yıl geriye götürdüğünü belirterek, kent estetiğinin yok edildiğini ve tüm alanların ranta açıldığını söyledi. Kadın dostu olmayan bir kent ortamının yaratıldığını kaydeden Candan “25 yıl boyunca Ankara tanınmaz bir hale geldi. Başkent kimliğinden sürekli bir kimliksiz hale getirildi” dedi.
Neredeyse 25 yıl boyunca Melih Gökçek tarafından yönetilen Ankara’nın kimliği ve kentsel yapısı bu süreçte nasıl bir değişime uğradı?
Melih Gökçek’le 23 yıl sürdü. Tabi ondan sonra gelen AKP dönemi de 2,5 yıl sürdü. 25 yıllık belediye başkanlığı bir başkent için çok uzun bir süre. Cumhuriyet tarihinin dörtte birini AKP belediyeciliği yönetmiş durumda. Dolayısıyla başkentin kimliğinin yok edilmesi ve içeriğinin boşaltılması söz konusu. Yoksullaştırma süreciyle de karşı karşıyayız. Bu süreç içerisinde planlı kentleşme politikaları izlenmedi. Daha çok tahribatlarla ve kendileri dışındaki tüm kültürleri yok eden tek kimlikle kurban şehirlerden biri oldu Ankara. Hem rejimle hesaplaşma hem de neoliberal rant politikalarının uygulama alanı haline geldi. Bu iki kıskaç altında gidip durdu. Kendi değerini kaybeden, başkent kimliğinin yok olduğu finans merkezlerinin İstanbul’a taşındığı, Cumhuriyet’in temsil aksı dediğimiz Atatürk Bulvarı üzerindeki temsil yapıların yıkıldığı ve değiştirildiği bir süreçle karşı karşıyayız. Çok fazla yıkım yaşadı AKP hükümeti döneminde.
Ankara’da yapılan ve kentsel estetikten yoksun olan yapılar aslında kamusal alanda çok gündeme geldi. Hatta bunlar espri konusu da oldu. Robokotlar, kediler vs. sanatsal eserlerin kimliği nasıl bozuldu bu süreçte?
25 yıllık dönem başkentin belki de bir 50-60 yıl geriye gitmesine neden oldu. Bugünden baktığımızda birçok kez yazdılar: ‘Ankara 50 ya da 75 yıl geriye gitse nasıl olurdu’ diye? Hakikaten o dönem, kamusal alanın korunması yaklaşımı var. Şimdi Kaçak Saray’ın yapılması ile birlikte Atatürk Orman Çiftliği tamamen talan edilmiş durumda. Yine Güvenpark’ın altına otopark yapılması planlanıyor. Zafer Parkı’n altına otopark yapılması planlanıyor. Abdi İpekçi Parkı ‘U köprüsü’ ile birlikte halkın kullanımından, kamusal alandan giderek uzaklaşıyor. Gençlik Parkı keza öyle. Buralar ‘Millet Bahçesi’ diye rant politikalarının arka bahçesi haline getiriliyor. Mesela; TCDD Gar Cumhuriyet’e açılan bir meydandı. Yüksek Hızlı Tren ile birlikte TCDD bir dekor haline geldi. Aslında kentsel estetikte Cumhuriyet döneminin planlı yapılaşmasında sadece iki boyutta değil, üç boyutta da bir perspektif oluşturulmasına özen gösterilmiş. Anıtkabir ve Ankara Kalesi’nin her yerden görünmesi ve o akslarda üç boyutta yukarıdan çizilen bir planlama varken bugün bu perspektifi tamamen kaybettiğini söyleyebiliriz. Kentin silüeti bozulmuş durumda. Belli noktalarda iki katlı belli noktalarda 32 katlı yapılarla üçüncü boyutta kent silüeti ortadan kaldırılmış durumda. Ankara’nın belli tarihsel yapılarını ifade eden akslarda üçüncü boyutta değiştirilmiş durumda. Bir anda devasa yapılarla birlikte bir çıkıntı hali oluyor. Kimlik bozulmalarından bir tanesi Başkent’in amblemi ile ilgili. Gelir gelmez bu amblem değiştirildi. Hitit Güneş’ini ortadan kaldırarak, camili ve Atakule’li bir silüet en sonunda da kedi ile özdeşleşen bir Ankara haline getirildi. Dolayısıyla Ankara Cumhuriyet’in başkenti kimliğinden sürekli bir kimliksiz haline getirildi. Kimlik bunalımı yaşayan bir noktaya doğru gitti.
Bu yapıların amacı sanatsal mıydı yoksa başka bir kaygı güdülüyor muydu?
Heykeller çok önemlidir kent estetiği açısından, sanatçılar tarafından üretilen heykellerin hepsi Melih Gökçek ve AKP döneminde bir anda yok edildi. Sanatsal olan her şey bir dekor olarak tasarlanıyor. Keçileri koyuyor bir tarafa. Ankara’nın girişine beş tane kapı yaptılar. Bir sanatsal ya da tarihsel değeri var mıdır? Yok. Ama bir rantsal değeri var. Her bir kapının değeri 5 milyon lira. Sonra ilk geldiği dönemleri hatırlarsak; yeşil için plastik ağaç önerdi. Ankara gibi bir yerde Atatürk Orman Çiftliği gibi bir alanda yeşil aks yaratıyorsunuz. Nefes alınacak bir orman varken oraları tahrip ediyorsunuz. Sonra da plastik ağaç öneriyorsunuz. O da tutmayınca bu sefer yurtdışından ithal ağaç getirerek kentsel estetikteki peyzaj düzenlemelerini bozuyorsunuz. Bir taraftan da yapay şelaleler, fıskiyeler, saksılar ve robot heykeller bunları düşündüğünüzde bir curcuna haline gelmiş oluyor ve bunların her birinin ciddi bir maliyeti var. Bu maliyetin de hepimizin cebinden çıktığı çok açık. Başkentin şöyle bir özelliği vardı; burada yapılan tüm güzel şeyler, planlı yaklaşım ve kentleşme Anadolu’nun her tarafına yayıldı.
AKP döneminde ise kötünün her yere yayılması ortaya çıktı. Bu yapay şelaleleri yaptıktan sonra neredeyse Anadolu’nun her tarafında Melih Gökçek uygulaması gibi yapay şelaleler, alt geçitler yaygınlaşmaya başladı. En son dönemde de yine en son Kuzey Ankara girişindeki ne olduğu belirsiz neon lambaları ile aydınlatılmış bir kentsel ışık karşımıza çıktı. Bu da kötü bir örnek olmasına rağmen, Anadolu’nun değişik noktalarına yayılmış durumda. Bütün bunlar Ankara’yı kentsel estetikten yoksun bir hale getirirken, tüm şeylerin dekor olarak algılandığı bir süreci karşımıza çıkarttı. Melih Gökçek, gelir gelmez Su Perileri için ‘Sanata tükürürüm’ dedi. Ve bu giderek Ankara’daki sanat mekânlarına karşı da bir süreci gündeme getirdi. Yok etme, tahrip etme ve içeriğini boşaltma süreci gündeme getirildi. Dolayısıyla Kent Merkezi’ndeki tiyatro sahneleri kapatılmaya başlandı. Çok mücadele ettiğimiz Akün Sahnesi kapatılmaya çalışıldı. En son Gar’da bulunan müze kapatıldı. Dolayısıyla bu dönemde sanatsal anlamda da çöküşe gidildi. Plastik oyuncaklar, fibrodan yapılan heykellerle bir dekor yaratılmaya çalışıldı. Bunların hiçbirisi bir kentin kalitesini ortaya koyamıyor.
Kentsel bellek açısından önemli olan birçok yerin ismi değiştirildi. Aslında tam anlamıyla yaratılmak istenen sisteme paralel argümanlar yaygınlaştırılarak sokak isimlerine de yansıtıldı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yine kentsel kimlik açısından hafıza ve bellek mekânlarını anımsatan caddelerin, sokakların ismi değiştirildi. Bu bizim belleğimizin sıfırlanmasına yönelik bir hareketti. Yani insanın toplumsal olarak varlığını gösteren şey kolektif hafızası ve ortak üretimleridir ki bu aslında bize güç ve yaşama sevinci verir. Neyi, nerede yaşadığımızı hatırlatan mekânlardır. Ulus’un, Kızılay’ın öyle bir özelliği vardır. Yine sokak isimlerinin değiştirilmesi bu aslında belleğimize vurulan büyük bir darbedir. Bir şeyi unuttuğunuzda aslında dönüp şöyle bir albümlerinize bakarsınız baktıkça geçmişinizi hatırlarsınız. Bu kentteki hatırlatma mekânları dediğimiz şeylerin ortadan kaldırılması demek albümünüzdeki bir resmin yırtılıp atılması demektir. Tandoğan Meydanı’nın ismini Anadolu yaptılar. Kimse Anadolu demiyor. İşte Kızılay Meydanı’nın adını 15 Temmuz Milli İrade Meydanı yaptılar. Ama herkes oraya Kızılay Meydanı diyor. Siz istediğiniz kadar bir şeyleri değiştirin bellek bunu kabul etmiyor. Çünkü bu bizim hafızamıza yerleşmiş ve orada bir değer oluşturup biriktirmişiz. Milli Müdafaa Caddesi’nde Yeni Kara Mürsel (YKM) vardı kalktı ama hala herkes o ismi kullanıyor. Gökdelen binasının olduğu yerde Gima vardı. Hala ‘Gima’nın önü’ deniliyor. Bakın kuşaklar geçmiş ama o bellek hâla kendisini koruyor. Tarihine değer veren kentlere baktığınızda 1700’lü yıllardan kalan mekânlar hala özgünlüğü devam ettiriyor. 25 yıl boyunca Ankara tanınmaz bir hale geldi. Kentsel perspektifi ve ruhu değişti. Anılarımızı biriktirdiğimiz alanlar yok oldu. Bununla birlikte ciddi bir çöküş yaşandı. Estetik sadece güzellik kavramı ile açıklanamaz. Onun bir içeriği ve felsefi boyutu vardır. Bugün bir Körfez Lokantası veya Piknik yok mesela. Ankara Muhallebicisi yok. Bunlar hepsi aslında kentsel belleğin gelişmesindeki özel dokunuş alanlarıydı. Dolayısıyla büyük bir tahribat yaşandı.
Ankara aslında kadınlar açısından güvensiz bir kent haline getirildi. Belediye otobüsünde bir kadının tecavüze uğradığı süreci yaşadık. Yine birçok alan bu anlamda güvensizleştirildi. Yerel seçimler yaklaşırken, kadını esas alan perspektifle nasıl bir kent anlayışı olmalı?
Kent dediğiniz şey yaşam kültürü ile şekillenir. AKP hükümeti kadın düşmanlığı üzerinden hareket ediyor ve dolayısıyla kentsel mekânın paylaşılmasında, toplumsal cinsiyet eşitliğine aykırı bir düzenlemeyle karşı karşıya kalıyoruz. Yaşam tarzı farklılaşınca bu sefer kadının varlığı ve aydınlığı temsil etmesinden zihniyet olarak rahatsızlık duydular. Dolayısıyla kadına dost olmayan bir kent ortamı yaratıldı. Belli saatlerde ulaşımın olmadığı, sokakların aydınlatılmadığı, suç mekânlarının arttığı, aslında kentteki sosyal hayatı bitirince kimsenin sokağa çıkamaz hale geldiği bir ortam yaratıldı. Saat 21.00’den sonra artık herkes için Kızılay kent merkezi güvenli değil. Çocuklar için de güvenli değil çünkü kent gerçekten onların hayatlarını kolaylaştıracak bir yaklaşım içerisinde değil. Kentte bir gergin ortam ve nefret ortamı yaratıldı. Oysa cinsiyet açısından kent bir uzlaşma alanıdır. Farklı kültür ve gelir grupları açısından da toplumsal uzlaşma alanı ve karşılaşma alanıdır. Bu karşılaşma alanlarını yok edip herkesi birbirine düşman ederseniz, bunu mekânsal olarak alt ve üst geçişlerle kentin sürekliliğini keserseniz bu ayrışmayı yaratırsınız. Sadece kadınlar açısında değil yoksullarla varsıllar açısından da bir karşılaşma alanıdır kent. Onlar açısında da bir sıkıntı var. Kimse kimseyi karşılayamıyor şu anda. Belli alanlar daha yoksul kesimlere terk edilmiş oluyor. Belli alanlarda varsıllar kendilerini daha yukarı noktalar olan Çankaya, Çayyolu, Angora gibi daha korunaklı sitelere gidiyorlar. Dolayısıyla kent herkes için gergin ve güvenilmez bir ortama bürünüyor.
Son olarak yerel seçimlere ilişkin ne söylemek istersiniz?
Biz Mimarlar Odası Ankara Şubesi olarak bu 25 yılın bilançosunu çıkarttık. Melih Gökçek’in kente nasıl zarar verdiği üzerine hasar tespit raporu çıkardık. Çok da uzun süredir devrimin başkentini korumaya çalışıyoruz. Muhtemelen bu kentin bu esaretten kurtarılması gerekecek ve kurtarıldığında yeniden onarım sürecinde Mimarlar Odası’na çok büyük sorumluluklar düşecektir. Ankara AKP adayı Mehmet Özhaseki projelerini açıkladı. Buna eleştirilerimiz vardı. AKP’nin rant politikalarının devamı olarak Ankara’nın bir 5 yıl daha harap edileceği anlamına geliyor bu. Mansur Yavaş projelerini detaylı olarak görmedik. Uzmanlarımızla değerlendireceğiz. Ankara’da yerel yönetimler sürecinde Mimarlar Odası’ndan gerçekten Başkent’in kimliğine, geleceğine ve ideolojisine aykırı oluşacak her şeyi zaten kamuoyunun gündemine taşıyacağız. Aydınlanmayı esas almayanların burayı yönetme hakkı da yoktur