Friedrich-Ebert-Vakfı’nın bir araştırması Alman halkının yüzde 16,2’sinin “kesin” yabancı düşmanı ve ırkçı dünya görüşüne sahip olduğunu gösterdi. Bununla birlikte yüzde 30’u aşan bir kesim de “gri alanda”, 16,2’lik kesime çok yakın görülüyor. Irkçı-faşist AfD partisinin son anketlerde yükselen oy oranları bu sonuçları teyit eder gibi. Araştırmada “savaştan korkanların” oranı Doğu eyaletlerinde yüzde 70, Batıda ise yüzde 60 çıktığından, araştırmacılar “kimi solcuların da otoriter düşünceler taşıdığı” sonucunu çıkartmışlar. Dahası kapitalizm karşıtlığını “demokrasi karşıtlığına” indirgemişler. Burjuva medyası da bunu “aşırı sağ” gösterip, sola vurmak için kullanmaya başladı.
Reformist Alman solunun içinde bulunduğu krizin bunu kolaylaştırdığını söyleyebiliriz. Die Linke partisi hâlihazırda bölünme öncesinin sancılarını yaşıyor. Bölünme çizgisinin bir tarafında kimlik politikalarını öne çıkaran sol liberaller ve hükümet sosyalistleri dururken, öbür tarafta da popüler siyasetçi Sarah Wagenknecht ve taraftarları duruyor. Wagenknecht cephesinden gelen sinyaller en geç Avrupa Parlamentosu Seçimleri öncesinde yeni bir parti kurulacağına işaret ediyor. Her ne kadar ne zaman kurulacağı bir muamma olsa da şimdiden Die Linke’nin oy oranlarını olumsuz etkilemiş durumda.
Wagenknecht’in karşıtlarına yönelttiği temel eleştirileri ırkçılık karşıtı ve küir politikalarının sınıf mücadelesini dikkate almaması, “normal halkın dertlerine derman olunmaması” ve AfD seçmenlerini “geri kazanmak için hiçbir adım atmamaları” olarak özetlenebilir. “Sosyal muhafazakâr” olarak nitelendirilen Wagenknecht’in “normal halktan” kastının beyaz ve hetero “normal Alman halkı” olduğunu, göçmen sayısının azaltılması gerektiğini ve çalışkanlık veya üretkenlik gibi “Alman erdemlerini” öne çıkardığını programatik söylemlerinde okumak mümkün. Nihâyetinde ırkçı-faşist AfD seçmeninden dahi destek gördüğü biliniyor.
Ancak Wagenknecht parti içindeki karşıtlarına yönelik eleştirilerinde pek de haksız değil. Özcülük, liberal genelleştirmeler, ücretli emek sömürüsünün yadsınması veya burjuva partileriyle kurulacak hükümet koalisyonlarının “değişim” yaratabileceği inancı bu kesimlerde hayli yaygın. Buna rağmen kimlik-sınıf ikilemini yaratmak son derece yanlış.
Kanımızca salt kimlik politikalarına yoğunlaşanlara yöneltebilecek sol, yani tarihsel-maddeci eleştiri öncelikle kimliklerin kendi ezilme deneyimlerinin iktidar ilişkileri ile olan karşılıklı etkileşimini temel almalıdır. Özcesi: ırkçılık, antifeminizm, cinsiyetçilik, küir düşmanlığı egemen iktidar ve mülkiyet ilişkileri üzerine kuruludur. Cinsiyete, cinsel yönelime veya etnik kimliğe yönelik cebir ve ekonomik sömürü birbirleri ile kopmaz biçimde bağlantılıdır. O açıdan ırkçılık, cinsiyetçilik, ayrımcılık ve küir düşmanlığı cenderesindeki insanlara “kimlik politikasını bırak, sınıf mücadelesi ver” demek, bu insanların, her zaman toplumsal açıdan ilerlemeci olan mücadelelerini gayri meşrulaştırmak anlamına gelir. Ki, bu egemen sınıfların tavrı ile aynıdır.
Bu tavrın toplumu nasıl gericileştirdiği Türkiye’de görülebilmektedir. AKP-Saray-Rejimi’nin Sünni, Türkçü ve patriarkal milliyetçiliği “heteronormatif çekirdek aile” dışında hiçbir yaşam tercihine izin vermemekte, toplum çoğunluğunu gökkuşağı renklerine dahi düşman ederek otoriter kalkışmaya zemin hazırlamaktadır. Rejim ırkçı, cinsiyetçi, patriarkal zihniyeti egemenlik aracı olarak kullanarak, neoliberal sömürü ve birikim rejimine, militarizm ve yayılmacılığa toplumsal rıza üretebilmektedir.
O açıdan öncelikle sosyalist ve komünistlerin, bilhassa hetero yoldaşlar olarak bizlerin kendi yapılanmalarımız içerisindeki patriarkal iktidarı sorgulamamız, yıkmamız ve kimliklerin kurtuluşu mücadelesi ile sınıf mücadelesi arasındaki bağı daha sıkı örmemiz bir zorunluluktur. Elbette kolay değildir iktidardan vazgeçmek, eşitlikçi paylaşımı sağlamak. Ama devrimi önce kendi içinde gerçekleştirmenin olmazsa olmazıdır bu. Ezilenlerin kurtuluşu devrim sonrasının değil, “bugün ve burada” verilen devrimci mücadelenin görevidir. Devrimci mücadele ise her zaman kurtuluşçu ve özgürlükçü olmak zorundadır.