Barışı konuşmanın büyük suç sayıldığı bugünlerde bedeli ağır da olsa sözünü esirgemeyenler var. Bu konuda kafa yoran akademisyenler, muhatapların cezaevinde olduğu bir süreçte barışın zor ama bir o kadar da hayati olduğunu vurguladı
Ferhat Çelik/İstanbul
Bugünlerde Meclis’te görüşülmeye başlanan 2018 bütçe tasarısında aslan payı Milli Savunma Bakanlığı’na (MSB) ayrıldı. Örtülü ödeneklerden yapılan harcamalar hariç sadece MSB’ye 46,5 milyar TL ayrılması planlanıyor. AKP-MHP ittifakıyla şiddetlenen siyaset dili toplumun tüm hücrelerine sirayet ederken, artık barışı konuşmak büyük suç (!) sayılıyor. Tüm bunlara rağmen akademisyenler ve aydınlar böylesi bir dönemde barışın dilini savunmanın önemine dikkat çekiyor. Yine kronikleşen ve uluslararası bir boyut kazanan Kürt sorununun çözümünde de demokratik yöntemler öneriyor.
Sokağa çıkma yasakları sırasında bölgeye giden ve yaşananlara tanıklık eden Barış İçin Akademisyenler’den Fizik profesörü Ayşe Erzan, bölgede büyük bir yıkım yaşandığına işaret etti. Türkiye’nin Ortadoğu’daki birçok devlet gibi büyük askeri harcama yaptığına değinen Erzan, ülkede sürekli bir savaş hali tesis edildiğine işaret etti.
‘Vicdanlar yoklanmalı’
Türkiye’deki durumun Ortadoğu’nun bir uzantısı olduğunu ifade eden Erzan, “Şuan gelinen noktada insanların hakikaten ne yaptıklarını, niye yaptıklarını ve bunun yüz binlerce insanın yerlerinden edilmelerine, binlerce insanın ölümüne neden olan insanların hangi hayırlı sonuca nasıl gideceği konusunda biraz vicdanlarını yoklamaları gerekir. Yoksa dünyada zorla elde edilmiş sözde zaferler, sözde barışlar ne kalıcı olmuş ne de insanların mutluluğuna hizmet etmiştir. Adı ne olursa olsun rejimlerin yukarıdan insanlara bakan, hiyerarşik,tek merkezli yönetimlerle hiçbir zaman yaşamın barış içinde tesis edilmesi mümkün değildir. Eşitlikçi, insanların katılımcı oldukları şeffaf yönetimlerle ancak barış tesis edilebilir” ifadelerini kullandı.
‘Ders çıkarmalıyız’
Savaşın bir halk sağlığı sorunu olduğunun bütün tıp âleminde kabul edildiğini söyleyen İstanbul Tabip Odası’nın eski başkanlarından Prof. Dr. Selçuk Erez de halk sağlığı sorununda savaştan daha ağır ve kötü bir durumun söz konusu olmadığının altını çizdi. Türkiye’de mevcut düzenin bir an önce barışa evrilmesi gerektiğini dile getiren Erez, daha önce bu konuda tecrübe yaşamış ülkelere bakmanın faydasına değindi. Barış için Kuzey İrlanda örneğini veren Erez, şöyle devam etti: “Kuzey İrlanda’da iç savaşta yüzbinlerce insan öldü. Gerry Adams savaşta bir tarafın başıydı. Bundan beş ay evvel The Guardian gazetesinde bir yazısı çıktı. Burada İspanyollarla Katalanlara hitap ederek oradaki çekişmenin eninde sonunda iç savaşa götüreceğini söyledi. Adams ilk olarak onlara, ‘Aman bizim yaptığımız hataları yapmayın, yüzbinlerce insanın hayatından olmasına izin vermeyin. Bir an önce oturup konuşun’ diyor. İkincisi, ‘Konuşmaya başladıktan sonra yine bizim yaptığımız hatalara düşmeyin. Her şeyi ön koşulsuz konuşun’, üçüncüsü, ‘Biz uzun bir süre aracı almadık. Ne zamanki Avrupa topluluğundan bazı diplomatları seçip gelin siz de aracı olun dedik o zaman bunlar bizim kilitlendiğimiz yerde yolu açtılar ve neticeye vardık’ uyarısında bulunuyor. Demek ki burada sadece oturup kınamak yetmez. Bu yolda bize düşen görev aynı yolda geçen kişilerin derslerini öğrenmemiz gerekir.”
‘Her koşulda savunmalıyız’
Çözüm süreci döneminde oluşturulan Akil İnsanlar mekanizmasını hatırlatan Erez, “O zaman barış istemeyenler ikna edilmeye çalışılıyordu, şimdi barış diyenlerin üzerine varılıyor. Barış, hükümet istedi veya istemedi diye peşinden koşulacak bir şey değil. Eğer namuslu bir insansak, demokratik bir kafamız varsa, insan haklarına saygımız varsa kim ne derse desin biz barışa doğru koşmak, barışı istemek zorundayız. Türkiye’de de bir an önce masaya oturularak barış sağlanabilir. Yarın bir yetkili biz ön koşulsuz masaya oturuyoruz dediği an ekonomi düzelir ve insanların yüzü yeniden gülmeye başlar” diye konuştu.
‘İktidarın anlayışı değişmeli’
Türkiye’de uzun yıllar demokrasi ve barış için mücadele veren Prof. Dr. Gençay Gürsoy ise Türkiye’nin sadece yurt içinde tek değil yurt dışında da savaş politikaları izlediğini, bu politikadan dönüşün ancak iktidarın radikal bir strateji değişikliğiyle mümkün olacağını ifade etti. Gürsoy, “Bu strateji değişikliği şuanda gerilimi artırma ve savaş koşullarının psikolojisinin ülkeye hâkim olması dinamiklerine dayanıyor. Yani bu iktidarın sürekliliğini sağlamak için gerilim ve çatışma ortamını kullanması anlayışının değişmesi lazım. Türkiye’nin demokratikleşme ve insan haklarına dayalı hukuk devleti ilkelerinin yerleşmesiyle ancak bu sorunlar çözülebilir. Buna dair özellikle iktidarın elinde inandırıcı bir delil yok” dedi.
‘Milyonlar barıştan yana’
Türkiye’de kalıcı bir barışın sağlanması için öncelikle hukuk devleti, insan hakları ve demokrasinin yerleşmesi gerektiğini ifade eden Gürsoy, “Türkiye’de Kürt sorununun barışçıl yollarla çözümüne ilişkin birkaç yılda olsa o barış ortamı sağlandı. Bu dönemi önemsemek lazım. Ama bu dönemin aktörleri cezaevlerindedir. Yani hükümet tarafı iktidarda ama Kürtlerle ilişki kuran milletvekilleri dahil herkes cezaevinde. Çatışmasız geçen, ölümlerin olmadığı iki üç dönemin en baş aktörleri cezaevindeyken Türkiye barışını arıyor. Bu nasıl olacak? Bu çelişkili ortamdan çıkmak ancak köklü bir kavrayış değişikliğiyle mümkündür. Bunun mevcut iktidarla olmayacağını ve gittikçe barıştan uzaklaştığını düşünüyorum. Ama ümidi kesmemek lazım. Türkiye’de hala milyonlarca insan barıştan,Kürt sorununun insan haklarına dayalı ve hakça çözümünden yana. Böyle bir muhalefet var ve böyle bir ortamın ilelebet sürmesi mümkün değil” şeklinde konuştu