Covid-19’un bütün musibetlerine karşın iktidarların niteliği konusunda da bir turnusol kağıdı işlevi gördüğü bir çok noktada doğrulanmıştır. Bunlardan biri devletlerin toplum sağlığına verdikleri önemin zayıf ve yetersizli iken, diğeri ise sağlığın tüm devlet işleyişini bile bir anda iptal edebileceğini göstermesidir.
Toplum sağlığını direkt ilgilendiren sağlıklı beslenme konusunda da benzer bir durum söz konusudur. Tarımsal açıdan kendi kendine yeterli olmanın çok da vurgulandığı pandemi sürecinde, AKP-MHP’nin tarımsal alana dair denetim ve sağlıklı gıda üretimi konusunda tutumu, pandemi önlemlerine benzemektedir. Gıda alanındaki GDO’nun dışında sağlığa zararlı tarım ilaçların bolca kullanıldığını dahası bu konuda bir denetim olmadığını ancak Rusya Tarım Bakanlığı’nın geri gönderdiği domates, salatılık, portakal vb. ürünler sayesinde öğrenebildik. Ziraat, Gıda ve Veteriner odaları gıda denetimlerinin yetersiz olduğunu bu konuda devletin ihtiyaç duyulan gıda mühendisi, ziraat mühendisi istihdamına gitmediğini ilgili meslek kuruluşları yıllardır bas bas bağırıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre, 31.12.2019 tarihi itibariyle toplam 688.159 gıda işletmesi bulunmaktadır. Bu işletmelerin 12.788 adedi onay kapsamında, 675.371 adedi ise kayıt kapsamında bulunmaktadır. Kontrol görevlisi sayısı ise 7 bindir. 2018 raporuna göre, 664 bin 409 işletme ve 6 bin 825 kontrol görevlisi var. İşletme sayısı 13 bin
750 işyeri artmasına karşın kontrol görevlisi sayısındaki artış sadece 175 olmuştur.
Daha da dikkat çekici olan Gıda Mühendisleri Odası’na göre, 2018’e dair verilen kontrol görevlisi sayısı içinde tahmini Gıda Mühendisi sayısı 2 bin 250 civarındadır. Tüm bu tablo içinde iktidarın gıda ve ziraat mühendisi yerine bekçi kadrosu yaratması toplumun mu, yoksa iktidarın mı güvenliğinin öncelikli olduğunu ortaya koymaktadır.
50 yıl sonra 15-16 Haziran…
Ekonomik kriz etkisini dünden bu yana artırarak sürdürüyor… 15-17 Haziran’ın 50 yılında Türkiye emek cephesi, hak ve özgürlükler açısından daha da geriye gitmiş bir tablo içinde. Emek hareketi oldukça güçsüz düşürülmüş, sendikal örgütlülük en zayıp dönemini yaşıyor. Örgütlülük düzeyi yüzde 10’un altında. Grev hakkı fiili olarak yasaklanmış. Hak arama her gün yeni polisiye tedbirlerle engelleniyor.
Ama daha da önemlisi, işsizlikte gözlenen muazzam artıştır. TÜİK’e göre yüzde 13.2 olsa da gerçek işsizliğin 14 milyonu aştığı konusunda kamuoyuna hem fikir. Bu işsizlik üzerinden iktidarın (ve de sermayenin) yabancı sermaye çekme arayışı sürüyor. Son bir kaç yıldır Suriye savaşından kaynaklı Türkiye’de ciddi bir rakama ulaşan karın tokluğuna Suriyeli işçi bolluğu ücretleri her geçen gün yerinde saymasına neden olmaktadır. Sadece Suriyeli de değil, Afganistan, Türkmenistan, Kazakistan, Azarbeycan’tan son yıllarda gözlenen yoğun gelişler, işgücü piyasasında emekçiler arasında alınterini dökenler aleyhine henüz açığa çıkmamış kıran kırana bir mücedele söz konusu. İktidar sendikal örgütleri, hem ideolojik yandaşlık hem de bu zemin üzerinden hizaya getirmek ve sendikal örgütlülüğü, korporatist bir bakışla, İran tarzı bir düzene sokmanın hesabı içinde. 1990’lardan bu yana Kürt meselesinin askeri yöntemle hallinden kaynaklı sendikaları milliyetçi yaklaşımla denetimde tutma, bugün eskisi kadar etkili olmasa da buna son olarak eklenen yabancı işçi faktörü, yeni bir oyalama imkanı yaratmaktadır. AKP-MHP iktidarı, bu yolla son dönemde artan baskılara karşı muhtemel bir yığınsal adalet, demokrasi, hak ve özgürlükler mücadelesine emekçilerin de desteğini önlemenin hesabındadır. Devlet, 15-16 Haziran’da TİP’in yarattığı etkinin bugün HDP tarafından gerçekleştirilmemesi için de tüm araçlarını devreye sokmuştur. HDP’nin tam da bu günlerde başlattığı “Darbelere karşı Demokrasi yürüyüşü” bu açıdan oldukça kritik bir çıkıştır. “Sık sık darbe girişimi”ne karşı teyakkuzda görünen AKP-MHP iktidarının bu yürüyüşü yasaklaması bu kritik önemden dolayıdır.
Kaçış rakamlara da yansıdı
Osmanlı hülyası, Kürt meselesinin askeri yöntemlerle halletme politikasının ekonomi cephesine maliyeti giderek ağırlaşıyor. İçerde artan baskı ve iktidarın yürüttüğü kendine göre hukuk politikaları ekonomi cephesindeki kaçışları ortaya koymaktadır:
Bir önceki yılın Nisan ayında 469 milyon ABD doları açık veren cari işlemler hesabında, bu yılın aynı ayında 5.062 milyon ABD doları açık gerçekleşmiştir. Bir önceki yılın aynı ayında 433 milyon ABD doları giriş kaydeden doğrudan yatırımlar kaleminde, bu ay 133 milyon ABD doları çıkış gerçekleşmiştir
Portföy yatırımları 2.365 milyon ABD doları tutarında net çıkış kaydetmiştir. Yurt dışındaki tahvil ihraçlarıyla ilgili olarak, bankalar ve diğer sektörler sırasıyla 1.030 milyon ABD doları ve 763 milyon ABD doları net geri ödeme gerçekleştirmiştir.
Resmi rezervlerde bu ayda 8.605 milyon ABD doları net azalış gözlenmiştir. İlk dört ayda Ocak-Nisan döneminde 25 milyar dolar cari açık vermiştir.