İnsan bazen bu tımarhanede okuduğunu anlayamıyor, duyduğunu da idrak edemiyor. Dumura uğruyor, öyle kilitlenip kalıyor.
Adam muhalefet (CHP) milletvekili. Adı Uğur Bayraktutan. Artvin’in bağrından kopup gelmiş, kürsüye çıkmış, Savunma Bakanlığı bütçesi üzerine konuşuyor. Daha doğrusu, Savunma Bakanı Akar’a sorular soruyor. Mevzu, şu malum roket üstündeki yazılar mevzusu. Geçenlerde yayınlanan fotoğrafta bir roketin üzerinde “Suriye El-Bab’tan Mahmut Efendi cemaatine selam olsun. Hizmetlerinizin devamı için” yazıyordu ya hani, o mesele işte. Çok kızmış CHP’li vekil, “N’oluyor böyle? Ordumuz kimden emir alıyor” diye ortalığı inletiyor kürsüde. Akar da aslında çok makul bir cevap veriyor. “Böyle bir mühimmat envanterimizde yok” diyor. Doğru söylüyor, TSK envanterinde hazır üstü yazılmış halde roket tabii ki yok. Ona bakarsan TSK’nin envanterinde hazır kimyasal bomba da yoktur muhtemelen. Niye olsun ki? Her markette bulunabilen malzemeleri mevzide bir araya getirip mağara ağızlarından salmak dururken, niye envanterde kimyasal filan bulundursun adam?
Ama muhalif vekilin derdi bu da değil. Etmiyor edemiyor, sonunda baklayı ağzından çıkarıyor: “Selam gönderilecek yer arıyorsak, o da sarı saçlı, mavi gözlü dev adamın olduğu Anıtkabir’dir!”
Demek ki neymiş? Kürtlerin tepesine yine bomba yağdırıyoruz ama üstüne imza atarken “Mahmut Efendi” gibi ne idüğü belirsiz heriflere değil, “sarı saçlı mavi gözlü dev adama” selam gönderiyoruz!
E tamam, sarhoşun yazısı okunmaz, eyvallah; tamam, bu Artvinli abimiz iyice zırvalamış, bir an geçelim hadi. Geçelim ama şu soru yine de ortada duruyor: Hakikaten bu ‘Altılı Masa’ ya da CHP, -roketler üzerindeki imzayı değiştirmek dışında- Suriye’de ne yapmayı düşünüyor? Rifkin’i anladık, vizyon belgesi filan tamam, her satırından ‘hürriyet’ fışkıran anayasa teklifini de anladık, ona da tamam ama Suriye diye bir yer var, sadece orası da değil, bir de Irak tarafında gece gündüz devam eden bir bombardıman var ve Türkiye Cumhuriyeti devleti, her Allah’ın günü milyarları buraya akıtıyor. Daha geçen gün Canikli, Meclis kürsüsünde “Her bombada şu kadar paramız gidiyor” diye ağlaya ağlaya bir hal oldu. İş milyarlar meselesi de değil ayrıca. Bir yandan insanlar ölüyor, diğer yandan milyonlarca insan yerinden yurdundan olmuş durumda.
Irak tarafı ayrı konu. CHP ve Altılı’nın orada “Kandil’i yok etme” hedefinden sapma ihtimali yok gibi. Kandil de Uludağ gibi bir yer olmadığı için bu hedef her kış canlanıp sonra bir başka bir bahara kalıyor, neyse.
Suriye tarafında ise şu ana kadar duyabildiğimiz tek bir plan var: Şam’la görüşmek! Sihirli formül bu! Tamam, onda da problem yok, görüşmeyende kabahat zaten ama sen Şam’ın topraklarına çöreklenmişken nasıl olacak bu? Görüşmek için Şam kapısına gittiğinizde, “Önce alın şu beslediğiniz pislikleri defolun çıkın Suriye’den” demezler mi adama? Yerleşmişsin oraya yahu, askerinle, istihbaratınla, okullarınla, resmi daire uzantılarınla, yedirip içirdiğin cihatçı gruplarınla… Yetmemiş, çöktüğün Kürt topraklarına binlerce konutluk yerleşimler yapıp milyarlar akıttığın paramiliter gruplara hediye etmişsin. Senin beslediğin, sana dayanarak suçlar işleyen, silahtan başka geçim kaynağı olmayan, hatta maaşlarını geciktirdiğinde senin bayrağını yakan bu gruplara “Kestim sizin çorbanızı” deseniz, bu “öfkeli çocuklar” daha da öfkelenip sizin kentlerinizi savaş alanına çevirmezler mi?
Şam’la görüşeceğiz! İyi! Formül güzel! Gidin görüşün! Dibinizde duran, beri yakadaki TC yurttaşlarının emmisi, dayısı, halası, teyzesi olan Kürtlerle değil; Şam’la görüşün, tamam ama hakikaten Kürtler ne olacak? Sizin muhalifi olduğunuz adam, Erdoğan, 2014’te onları kendi askeri yapıp Suriye’de bir İhvan bölgesi yaratmak istedi, Emevi Camisi hayal etti, olmadı. Olmayınca zaten masaları devirdi. Sizin hayaliniz ne peki? “Suriye’de barış olursa milyonlarca mülteci evine döner, memleket nefes alır.” Bunu mu diyorsunuz? Bu mu hayaliniz? Nasıl olacak o barış, siz savaşın bir parçasıyken? Nasıl olacak o barış, Ortadoğu’nun en önemli sorunu olan Kürt sorunu çözülmemişken? Herkes Türkiye’deki Suriyelileri konuşuyor ama kimse Suriye’nin kendi içinde, Türkiye ve cihatçı gruplar tarafından yerinden edilip kamplarda yaşayan insanlardan söz etmiyor. Ne yapacaksınız onları ve onların içinde biriken öfkeyi?
Sayılarla konuşalım.
Şu anda, HTŞ gibi grupları ve IŞİD’i saymazsak bile sadece ÖSO’nun sahada en az kırk ayrı gruptan oluşan 40-50 bin silahlı adamı var ve bu gruplar kendi aralarında da habire çatışıyorlar. Diğer yanda ise YPG-YPJ’nin başını çektiği Suriye Demokratik Güçleri’nin nereden baksan 100 bin civarında silahlı gücü var. Koyun bunların üstüne 140 binlik Suriye ordusunu ve ek olarak Şii destek gruplarını… Ekstra olarak da ABD ve Rus güçlerini ekleyin buna. Nasıl olacak o barış? Kürd’ün, Arap’ın, Süryani’nin, Ermeni’nin, Türkmen’in bir arada yaşayıp kendi kendini yönettiği yeni bir Ortadoğu düzeni kurulmazsa, 300-400 bin silahlı adamın fır döndüğü bir coğrafyada kim kiminle barışacak? PYD 5-6 yıl önce oya sunduğu ‘Toplum Sözleşmesi’nde açıkça ‘Demokratik bir Suriye’nin kendi statüsüne sahip bir parçası olmak istediklerini’ beyan etti, “Törörö koridoruuuuu’ diye yırtınırken dönüp bu insanlar ne istiyor diye bakmadınız bile. IŞİD Kobanê’yi kana bulamak istediğinde, siz hâlâ “Habur’da ne oldu?”, “Ama siz megri megri söylediniz” salaklıklarıyla meşguldünüz.
“Sarı saçlı mavi gözlü” diye övgülere boğduğunuz o adam, üç-beş yıl önce deli gibi savaştığı Yunanistan Başbakanı Venizelos’u 1930’da devlet töreniyle ağırlamıştı, siz kendi yurttaşlarınızla, kendi yurttaşlarınızın sınırın öte yanındaki akrabalarıyla bile barışmaktan korkuyorsunuz, yetmiyor bomba üzerine imza atma yarışları yapıyorsunuz. Her şey bir yana, siz daha ekmek parası uğruna yerini mevsimlik işçi olarak gurbete düşen kendi Kürtlerinizi linç etmekten vazgeçmemişsiniz yahu, hangi barış ve kiminle barış? Siz kendi parlamentonuzun üyelerini ellerinizle gardiyanlara teslim etmişsiniz, kime maval okuyorsunuz?
Sarhoşun yazısı okunmaz, tamam hadi, geçtik o “roket selamı” yarışmalarını, o roketlerin vurduğu çocukları da geçtik hadi, siz ne diyorsunuz siz? Siz, bu toprakların çocuklarıyla barışacak mısınız? Bunun bir yolunu arayacak mısınız? Komşusuna, geçtim komşusunu, kendi yurttaşına “bombayla” selam gönderen bir devlet olmayı sürdürecek misiniz?
Asıl sorun bu. Yoksa bombanın üzerine Rahibe Teresa’nın adını yazsanız ne olur? Sonuçta patlayınca patlıyor işte. Bomba bu, elinden başka ne gelir ki?