Türk siyasetinin fotoğrafını toplu bir aile resmi olarak çekin, resmi büyütün, karşısına geçip düşünün. Bu resim bize neyi gösteriyor?
Ben düşündüm. Gördüğüm şudur:
Kılıçdaroğlu kuşatılmıştır. Doğal olarak iktidar bütün gücüyle onu yıpratıyor. Ortaya çıkan gerçekler gösteriyor ki, Kılıçdaroğlu’na Altılı Masa’dan da darbeler geliyor. Ama en yıpratıcı olanı ise kendi partisinin ve partisine yakın medyanın sinsi ve açık saldırıları.
Kılıçdaroğlu’na yönelen bu kampanya açıkça bir devlet senaryosunun hayata geçirildiğini gösteriyor. Bu senaryoda devlet elbette Kılıçdaroğlu’ndan korkmuyor. Onu bir tehlike olarak görmüyor. Başkan olsa bile devletin çizdiği sınırların dışına çıkamayacağını biliyor. O halde neden bu saldırı?
Çünkü devlet, çizdiği stratejiyi Kılıçdaroğlu’nun “başarıyla” yönetebileceğine inanmıyor. Onun “demokratlığı” ile “devlete bağlılığı” arasındaki çelişkinin bu stratejinin uygulanmasında zorluk yaratacağını düşünüyor. Aynı zamanda kendi partisinin sol kanadı tarafından da bu stratejiye direnç geleceğini biliyor.
Kılıçdaroğlu’na saldırı bir “tehlikeyi” önlemeyi amaçlamıyor. Ortada devlet açısından bir tehlike yok. Bu saldırı Erdoğan sonrasına devletin hazırlanma sürecinin adımlarıdır. Devlet, Kılıçdaroğlu’nu çoktan emekli olması gereken, artık işine yaramayacak “eski memuru” olarak değerlendiriyor.
Dikkat edin: Kılıçdaroğlu’na “üç cepheden” yönelen saldırıların sonucunda muhalif kamuoyu “Kemal bey kazanamaz” fikrine inandırılmaya başlandı bile. Ve ortaya çıkan tereddüt hızla Akşener’i öne çıkarıyor. Akşener giderek Erdoğan’ın asıl alternatifine dönüşüyor. Erdoğan’ın can havliyle “Altılı Masa’dan ayrıl, bana katıl” demesi bu gerçeği gördüğünü gösteriyor.
Devlet, yıpranmış, yorgun, inandırıcılığını kaybetmiş, tabanı eriyen ve bulaştığı suçları ayyuka çıkmış olan Erdoğan’ın yerine, yıpranmamış, zinde, inandırıcı, oy tabanı hızla genişleyen, varsa suçları çoktan unutulmuş olan Akşener’i Başkanlığa hazırlıyor.
Ve şunu da, bazıları itiraz edecek olsa da ekleyeyim: Sistem içi siyaset adamlarının samimi olup olmadığını tartışmak beyhudedir. Ancak unutmayalım ki, Erdoğan iktidar yoluna çıktığı zaman, basit bir takiyye yapmadı. Amerika’yla ciddi olarak anlaştı. Çözüm sürecinde ve vesayetin tasfiyesi sürecinde attığı adımlar basit bir takiyye değildi. Objektif şartların zorladığı adımlardı.
Ama bu attığı adımlar onun iktidarını tehlikeye soktu. Özellikle Cemaat’in Erdoğan’ı ABD telkinleriyle devirmeye kalktığı meşhur “yolsuzluk” operasyonuyla birlikte, Ergenekon ya da devletin bir kesimi yalnızlaşan Erdoğan’ı denetim altına aldı.
Bunları şundan yazıyorum. Böyle bir Erdoğan’la Akşener’i kıyaslayınız. Bugünkü devlet çekirdeği açısından, geçmişinde çözüm ve vesayeti tasfiye “suçları” olan Erdoğan mı, yoksa Akşener mi daha güvenilir bir isimdir? İşte şimdi Erdoğan’ın esamisi silinirken, Akşener’in ismi parlatılıyor. Erdoğan artık ıskartaya çıkmak üzeredir. Devletin Şanghay stratejisini, Irak, Güney Kürdistan, Ege, Kıbrıs stratejisini de, ekonomik krizin enkazını polis gücüyle emekçinin sırtına yükleme işini de Akşener’in başaracağına devlet inanmaktadır.
Bir de devletin gözlüğüyle Kılıçdaroğlu ile Akşener’i kıyaslayınız. Üzüntü verici bir durum var: Kılıçdaroğlu “Ben de ülkücüyüm” “açılımı” yapmaya kalktı. Bürokrasiye seslenmeye çalıştı. Ama Emniyet’te ve Jandarma’da, hatta yargıda köşe bucağı ele geçirmiş ülkücüler bu “açılımla” alay ediyor. Bir de Akşener’i düşünün. Seçildiği gün devletin içindeki bütün ülkücüler etrafında toplanacaktır. Bunlar bugün, bir an evvel artık karikatür haline gelen Bahçeli’nin yerine Akşener’in geçmesini bekliyor. MHP oy tabanı o nedenle ona kayıyor. Giderek AKP’den de oy koparıyor. Akşener başkanlığa getirildiği gün MHP yok olacaktır. AKP de yok olacaktır. Hepsi Akşener’e katılacaktır. O gün CHP’nin içindeki “teğmenler” de soluğu orada alacaktır. Belki Babacan hariç Davutoğlu bile önce “danışman”, sonra “başbakan” olma rüyası görecektir. Saadet ise şimdiki yüzde sıfır küsurluk durumdan çıkmak için sadece AKP’den geriye kalan artıkları toplamakla yetinecektir.
Devletin şu andaki siyasi stratejisi, bana sorarsanız beş aşağı beş yukarı böyledir.
Posası çıkmış faşizmden “iri ve diri” faşizme geçme sürecini yaşıyoruz.
CHP’nin silkinip kendine gelmesi gerekir. Kılıçdaroğlu’nun kendisini kuşatanlarla “helalleşme” yerine, bu kuşatmayı ve amacını deşifre etmesi, halkı yapılmak istenenlere karşı aydınlatması, HDP’yle cesurca ilişki kurması, gerekirse İyi Parti’yle ittifakı bozma pahasına “isteyen aday olsun, ben de adayım” diyerek ortaya çıkması, atayacağı Cumhurbaşkanı yardımcısını da, mutlaka bir kadının ismiyle şimdiden ilan etmesi, bu devlet oyununu bozabilir.
Yoksa bu gidiş, Türkiye’yi NATO ve Şanghay devletleri arasındaki çatışmanın kurbanı yapacaktır. Ya kolu kanadı kırılarak NATO’ya teslim olacak ya da Şanghay Beşlisi’nin arasında kaybolup gidecektir.