Hepimizi yaşamsal boyutta ilgilendiren gelişmeleri takip etmekte zorlandığımız bugünlerde kapitalizmin yarattığı ekolojik kriz ise giderek derinleşiyor. Dünyada bu krizi ve sonuçlarını düzeltmek “iddiasıyla” atılan son adımları deprem ve seçim gündeminin biraz dışına çıkarak bakmamızın yararlı olacağını sanıyorum.
“Kılavuzu karga olanın burnu pislikten kurtulamazmış” diye bir söz var. Bugün kapitalizmin doğal yaşamda yarattığı yıkımı yine kapitalizmin çözüm olarak ortaya koyduğu uygulamalarını, önermelerini rehber olarak almak yukarıdaki söze cuk oturuyor. Geçtiğimiz günlerde Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Brüksel’de düzenlediği basın toplantısında, “Kritik Ham Madde Yasası” teklifini duyurdu. Açıklamada “Geleceğin yeşil sanayisinde lider olmak istiyoruz. Bunun gerçekleşmesi için kritik ham maddelere ihtiyacımız var” denildi.
Açıklamada kritik ham maddelere olan küresel talebin gelecek 10 yılda birkaç kat artacağı ifade edildi. AB’nin hedeflediği rüzgâr türbini “üretim seviyesi” için Nadir Toprak Elementlerine (NTE) olan talebin 2030’a kadar 6 kat artacağı, elektrikli otomobillerin bataryaları için gereken lityuma talebin de 12 kat yükseleceği belirtildi. Avrupa Kıtası’nın zengin kaynaklara sahip olmadığı vurgulanan açıklamada ihtiyaç duyulan kritik ham maddelerin yalnızca bir kısmının yerel olarak tedarik edilebileceği, bu yüzden de dışarı bağımlı olunduğu söylendi.
AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Valdis Dombrovskis, kritik ham maddelerin çoğunda az sayıda ülkeye, bazılarında ise tek bir ülkeye bağlı olduklarını belirtti. Kritik ham madde tedarikini acilen çeşitlendirmeleri gerektiğinin altını çizerek kaynak açısından zengin pek çok ülkenin bu kritik maddeleri geliştirip üretecek ortaklar aradığını, AB’nin de bu ülkelere yöneleceğini söyledi. Açıklamalar birbirine bağlı olarak peş peşe geldi.
Strazburg’da gerçekleştirilen Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’nda ise otomobillere ve hafif ticari taşıtlara yeni karbon emisyon standartları getirecek düzenleme oylandı. Buna göre, AB üyesi ülkelerde 2035’ten itibaren satılacak yeni bütün otomobil ve hafif ticari araçların sıfır emisyonlu olması gerekecek. Söz konusu tarihten itibaren benzinli ve dizel de dâhil içten yanmalı motora sahip yeni otomobil satışları yapılamayacak.
Avrupa’da eski model arabalara konulan yüksek vergiler nedeniyle bireyler eski arabasını satıp yeni araba alma eğilimi taşımakta. Bu düzenlemenin peşi sıra içten yanmalı araçların kentlere girişinin yasaklanması sonucu bireyler elektrikli arabaya geçmek zorunda bırakılacak. AB ülkelerinde yaşayan 100 kişiden 51’i araç sahibi. Nüfus ise yaklaşık 450 milyon. Yani bu durumda en az 220 milyon araç mevcut. AB’de her yıl yeni araç satış ortalaması ise 2021 yılına göre 9 milyon 700 bin 095.
Bu rakamlar sermaye adına yaratılan çok büyük bir pazar anlamına gelirken yeni yapılacak elektrikli araçlarda kullanılacak bataryaların ise doğal yaşamda yaratacağı yıkım karbon salınımını anlamsız kılabilir. Temiz enerji diye sunulan şeyin elde ediliş sürecinden kimse bahsetmiyor. Küresel ısınmaya odaklı yaklaşımla dünyada uzun yıllardır süren ekolojik kriz her nedense gündeme getirilmiyor. Küresel ısınma, kapitalizmin durmak bilmez doğa yağması sonucu yaşanan ekolojik krizin sadece bir sonucu olduğu tartışma dışı tutularak “temiz” enerji iddiasında bulunmak biz insanları tabiri caizse aptal yerine koymaktan başkaca bir şey olamaz.
Akülü araç yapımında kullanılan lityum akü sayısı her yıl yüz milyonları bulacak. 1 ton lityumu elde etmek içinse 1 milyon tondan fazla toprağın işlenmesi gerekmektedir. NTE madenciliğinin yapıldığı alanı çevreleyen tarım arazileri ve sular bu süreçte zehirlenirken doğal alanlar atık alanlarına dönüşür. 1 ton nadir toprak metalinin üretim sürecinde 2 bin ton toksik atık ortaya çıkmaktadır. 17 elementi içeren ve “nadir” olarak adlandırılmalarına neden olan tek şey bulunma zorluğu değil, ekstraksiyon yani ayrıştırma işleminde ortaya çıkan toksik maddelerden nasıl kurtulunabileceğidir!
Üretim sürecinde ihtiyaç duyulan ham madde tedariki, üretim faaliyetinin olmazsa olmazı ve aynı zamanda kapitalizmin emek üzerinden elde ettiği artı değeri ortaya çıkarma sürecinin çok önemli noktasıdır. Kapitalizmin doğal yaşamı bir ham madde deposu olarak görmesi ve bunun dışında bir değer yüklemiyor oluşu, dünyada süren ekonomik krize paralel ve çok daha büyük sorunları ortaya çıkaracak olan ekolojik kriz ise giderek derinleşmektedir.
NTE madenlerine kesintisiz ve daha ucuza ulaşabilmek ve aynı zamanda her türden üretilen emtianın tüm dünyada kesintisiz ve sorunsuz olarak her noktaya ulaşımını sağlama süreci kapitalizm için zora girmiş durumda. Yakın geçmişte Myanmar’da yaşatılan katliama benzer katliamların farklı ellerce dünyanın herhangi bölgesinde yaşatılmasının önünde hiçbir engel istemiyorlar. AB’nin kaynak açısından zengin pek çok ülkenin bu kritik maddeleri geliştirip üretecek ortaklar aradığı vurgusu efendi-köle ilişkisinin bir tezahürüdür.
Myanmar’da neler yaşandığını kısa bir hatırlatma yaparak yazımı sonlandırayım: Çin, NTE madenciliğinde ve tedarikinde yüzde 97’lik bir pazara hâkim. Myanmar ise NTE madenciliğinde önemli rezerve sahip bir ülke. Çin’in Uygur Türklerine yönelik sürdürdüğü ve soykırıma ulaşan baskı ve katliamlarını Türkiye’de “milliyetçi” MHP ve AKP’den hiçbir tepki gelmezken güçlü tek ses Myanmar’dan gelmişti. Bu dönemde Myanmar’da Çin’in desteği ile askeri darbe yapıldı. Myanmar’da darbe öncesi iktidar, NTE tedarikinde Çin’e karşı tutum almış olması darbenin en temel nedeniydi. Askeri faşist yönetime yönelik süren direnişlerde 500’ü aşan sayıda Myanmar yurttaşı katledilirken Türkiye dâhil batı dünyası sadece “endişe” belirterek süreci görmezden gelmeyi tercih etti…