Biz mazbatalarımızın derdindeyken dünyada yer yerinden oynamaktaydı. Örneğin, Amerikan yönetimi başta olmak üzere resmi ve sivil birçok küresel güç odağının iç yazışmalarını hackleyerek dünya kamuoyunun bilgisine sunan Wikileaks’in kurucusu Julian Assange, Londra’da Ekvador Büyükelçiliği binasında yaka paça tutuklandı. Düzmece iddialarla hakkında tutuklama kararı olan Assange, yedi yıldır Ekvador Büyükelçiliği koruması altında yaşıyordu. Assange’ın, “devlet sırlarını yaymak suretiyle casusluk” suçlamasıyla yargılanmak üzere ABD’ye iadesi gündemde.
Öte yandan, Hindistan’da 11 Nisan’da başlayarak 17 Mayıs’a kadar sürecek yedi aşamalı genel seçimlerde 900 milyon seçmen oy kullanıyor. Türkiye’deki seçmen sayısını kaça katladığını hesaplamakta güçlük çeksek de, oyların sayım süresi bakımından Hindistan’la yarışabilen bir ülke haline geldiğimiz tartışılmaz. İsrail’de ise 9 Nisan günü yapılan genel seçim sonuçları aynı gece açıklandı ve beklendiği üzere Netenyahu “mazbatasını” muhalefete kaptırmadı. Aşırı sağ ile flört içindeki Likud partisinin galibiyeti, Ortadoğu barışı açısından umut kırıcı bir dönemin daha habercisi. Cezayir’de ise Nisan ayında yapılması planlanan başkanlık seçimi, muhalif protestolar karşısında Başkan Buteflika’yı istifa ettirerek yönetime el koyan FLN önderliği tarafından Temmuz ayına ertelendi. Ordu, FLN ve bunlar etrafında kümelenmiş petrol oligarklarından oluşan iktidar bloğuna tümden muhalif olan Cezayir halkı ise “devrim” talebi ile protestolarını sürdürüyor.
Devrim ateşi, Sudan’ın başkenti Khartum sokaklarını da sarmış durumda. Kendi yurttaşlarına karşı soykırım, kitle katliamları ve yolsuzlukları ile namlı İslamcı diktatör Ömer El Beşir, uzun protestoların ardından nihayet geçtiğimiz Perşembe günü düşürüldü. Beşir tutuklanırken, bütün siyasal tutsaklar serbest bırakıldı. Beşir’in yerine geçen generaller, OHAL ve sokağa çıkma yasağı ilan ederek bir askeri diktatörlükten beklenen icraatlara başladı. Ama Sudan halkı, Beşir diktatörlüğünü askeri rejim olarak sürdürme heveslilerine karşı sokakları bırakmamaya kararlı görünüyor.
Sudan’da bundan sonra olacaklar üzerine üç senaryo üretmek mümkün. Birincisi, askeri rejimin devrimi bastırması ve Beşir benzeri bir rejimin devamı. Bunun karşısındaki senaryo, ordunun siyasetten tamamen çekilerek sivil bir iktidarın yolunu açması ki protestocuların sözcüsü Profesyoneller Birliği’nin talebi tam da bu. Üçüncü senaryo ise, son bir haftadır protestocuları polise karşı koruyarak devrimin yolunu açan orta ve düşük rütbeli genç subayların halkın yanında tavıırlarını sürdürerek eski rejimin generalleriyle çatışmaya girmesi. Sonuçta Cuma günü itibarıyla ortaya çıkan tablo, her üç senaryodan da izler taşıyordu. Protestocular OHAL ve sokağa çıkma yasağına karşı sokaklardan çekilmedi; aralarında yine askeri birlikler mevcuttu ve generaller, sivil güçlerle birlikte bir geçiş yönetimi oluşturma teklifi getirdiler.
Cezayir ve Sudan ayaklanmaları, Afrika ve Ortadoğu coğrafyasını paylaşmaları, eşzamanlılıkları ve siyasal özgürlük talepleri bakımından benzerlikler gösterse de başka nitelikleri bakımından önemli faklar taşıyor. Bu farklılık, Türkiye’de iktidarın iki ülke için kullandığı terminolojide hemen sezilebilir. Cezayir’de Buteflika’nın istifası, ardındaki protesto eylemleri ile birlikte anılırken, Beşir’in benzer koşullarda devrilmesi hemen “askeri darbe” adlandırması ile olumsuzlandı. Belli ki AKP iktidarı kendini Cezayir’de metamorfoz sancıları yaşayan rejimden çok Sudan’da çökmekte olan Beşir diktatörlüğü ile özdeşleştiriyor.
Bu bağlamda, soykırım suçları nedeniyle hakkında uluslararası yakalama kararı bulunan Beşir’in rahatça ziyaret edebildiği birkaç ülkeden birinin de AKP Türkiyesi oluşu önem arzediyor. Aslında Beşir rejiminin otuz yıllık icraatı, kontrol ve denge dizginlerinden boşanma arzusu içindeki her siyasal İslamcı iktidar için bir “yol haritası” niteliği taşıyor: Demokratik işleyişi ortadan kaldırmak; yargıyı yürütmenin hizmetine sunmak; muhaliflere ölüm ve hapis cezaları yağdırmak; toplumun “yukarıdan aşağıya” İslamizasyonu. Bu haritada görünmese de Beşir’in var olan gerilimleri derinleştirerek sürekli çatışma ve savaş stratejisi izlemek, yolsuzluk ve şahsi servet biriktirme (Beşir’in bir İngiliz Bankası’ndaki şahsi hesabına ülke hazinesinden 9 milyar dolar aktardığı iddia ediliyor) gibi diğer icraatları ile de belli bir özdeşleşme kurulmuş olmalı.
Ama Khartum-İstanbul aksının duygusal esinlenmeden ibaret olmadığı, ve bu akstaki sarsıntının, genel olarak siyasal İslam özel olarak da Müslüman Kardeşler adlı uluslararasıbölgesel bir siyasal hareketin kolektif gerileyişinin hatta Oliver Roy’un tabiriyle “iflasının” göstergeleri olarak okunması gerektiği sonucu da çıkarılabilir. Meselenin bu bölgesel ve küresel boyutlarını düşünsel olduğu kadar somut örgütsel yönleriyle birlikte Roy’un tezleri yardımıyla ele almak, verimli sonuçlara yol açma vaadi taşıyor.