14 Mayıs seçimleri sonrası yaşanan eksikleri ve bunları tamamlamanın yol yöntemlerine ilişkin Gültan Kışanak gazetemize konuştuk: Özeleştiri süreci bir günah keçisi bulup, diğer yanlışları- eksikleri görmeme- göstermeme hali de değildir. Özeleştirinin, amaca hizmet etmesi için; yani yanlışları düzeltebilmek için yapılması gerekir’
Ferhat Çelik
14 Mayıs’ta gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimlerin üzerinden 2 aya yakın bir süre geçti. Seçimlerden sonra muhalefet partileri bir eleştiri-özeleştiri sürecine girerken en radikal ve sert tartışmalar Halkların Demokratik Partisi’nde (HDP) yürütülüyor. Seçimlerin ardından taktik ve stratejisi sıkça eleştirilen HDP, seçimlere listesinden girdiği Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) ile birlikte yeni örgütlenme sürecine girdi. Seçim sonuçları üzerinden kurulları, bileşenleri ve ittifak partileri ile toplantılar gerçekleştiren HDP ve Yeşil Sol Parti, halk buluşmaları ve toplantıları gerçekleştirdi. Eleştiri ve özeleştiri süreci, yürütülecek tartışmalar sonucunda halkın nihai kararıyla önce konferans sonra kongre ile tamamlanacak.
Seçimlerden önce kaleme aldığı “Bir sosyalist olarak” yazısıyla adeta toplumun duygularına hitap eden yerine kayyum atanan ve 7 yıldır tutuklu bulunan Diyarbakır Belediye Eşbaşkanı Gültan Kışanak seçim sonuçlarına ilişkin sorularımızı yanıtladı.
- Güncel gelişme ve tartışmaları göz önünde bulundurduğunuzda 14 Mayıs’ta muhalefet hangi konularda eksiklikler yaşadı?
Mevcut iktidar iyi olduğu için kazanmadı, muhalefet yetersiz olduğu için kaybetti. Seçim sonuçlarının özeti budur. Görülen o ki, muhalefet iki seçim arasında geçen beş yılı iyi değerlendirmemiş. Halka gitme, toplumsal tabanını genişletme, örgütlenme, iktidarın yanlışlarını teşhir etme gibi en temel politik faaliyetler açısından yetersiz kalmıştır. Dürüst ve adil bir seçim yapılmasını sağlayacak tedbirleri almamış, seçmen listeleri ciddiyetle kontrol edilmemiştir. Son bir ayda müşahit bulma telaşıyla sandık güvenliği sağlanamaz. Ciddi bir partinin-muhalefetin, aylar öncesinden sandık görevlilerinin belli olması ve her görevli birimin gerçekte listede gözüken seçmenin var olup olmadığını yerinde kontrol etmesi gerekir. Sandık esaslı bir örgütlenme yapılmadan, sahte-mükerrer seçmenleri tespit etmek ve sandık güvenliğini sağlamak mümkün değildir Türkiye’de.
Seçim stratejileri doğru kurulmamış, doğru taktiklerle süreç yönetilememiştir. Pozitif güleryüzlü kampanya, halkın gerçek sorunlarından (siyasal-sosyal-ekonomik) uzak durmayı gerektirmez. Ayrıca kazanma algısıyla-kaybetme kaygısının dengesi iyi tutturulamamış, riskler-sorun alanları zamanında görülerek, tedbirleri alınmamıştır. Seçim ittifakları/işbirlikleri ve aday listeleri, halkın moral ve motivasyonunu yükseltecek, oy oranlarını arttıracak şekilde yapılmamıştır. Parçalı, dağınık ve ittifak içi/parti içi tartışmaları son ana kadar devam eden muhalefet, halka güven vermemiştir.
Bu tespitler genel olarak, muhalefetin ortak eksikleridir ve giderilemeyecek konular da değildir. Ancak daha yapısal-köklü bir sorunu var muhalefetin. Türkiye sosyolojisinin, “yüzde 70 sağ, yüzde 30 sol” oya tekabül ettiğine dair bir tespit ve ön kabul var. Bu ezber, siyaseti demokratikleşme iddiasından alıkoyuyor, adeta siyaseti açmaza almış durumda. Sadece seçim strateji ve taktikleri değil, genel olarak siyaset bu ön kabul üzerine yapılıyor. Bu da siyaseti sürekli sağa çekiyor, yani kimlik siyaseti zeminine. Bu ön kabulün nedenleri iyi irdelenirse, siyasetin demokratik, eşitlikçi, çoğul, ortak bir gelecek kurma iddiasının ne kadar zayıf olduğu görülür.
- Seçimlerden sonra muhalefet partilerinin yaşadığı tartışmaları nasıl görüyorsunuz?
CHP’de değişim tartışmaları ulusalcılar (sol milliyetçiler) ile sağa açılarak büyüme iddiası arasına sıkışmış durumda. İyi Parti, merkeze hitap eden bir parti olma iddiasını kaybetmiş, daha milliyetçi bir söylemle MHP’nin yerine-tabanına göz dikmiş görünüyor. Saadet ve Gelecek Partileri, AKP’nin ilk yıllarına öykünüyor gibi. DEVA henüz rotasını bulamamış, liberalizmin hem ekonomik hem de siyasal yönüne sahip çıkıp çıkmayacağı belli değil, gel-gitler yaşıyor. Sadece Yeşil Sol Parti’nin temsil ettiği siyasi gelenek, kendisini daha demokratik bir çizgide örgütleme derdine düşmüş durumda. Bu gelenek de kimlik siyaseti yapmakla itham ediliyor. Oysa bugün Yeşil Sol Parti’de temsilini bulan bu gelenek, kimlik sorunlarını çözmeyi hedefleyen bir çizgidir. Eğer siyaset, genel olarak kimlik sorunlarını çözerek, bu ülkede yaşayan herkesi, demokratik bir cumhuriyetin eşit, özgür yurttaşları olarak kabul etmezse, yüzde 70 yüzde 30 açmazından kurtulamaz. Bu sorunları çözmeye talip olmayan bir muhalefet başarılı olamaz. Olsa olsa iktidar benzerleri arasında el değiştirir. Bugünkü iktidar blokunun zaten geniş bir toplumsal tabana yaydığı radikal milliyetçilik-dincilik, giderek derinleşir. Toplumsal fay hatlarında enerji birikimi devam eder.
- Seçimlerde Emek ve Özgürlük İttifakı yüzde 10,56 oy oranında kaldı. Fakat seçimlerden önce birçok kesim bu oranın yüzde 15’lerde olacağını düşünüyordu. Elde edilen bu sonucu başarısızlık olarak ele alabilir miyiz?
Yeşil Sol Parti, HDP ve toplumsal alanı örgütleme sorumluluğunu üstlenen DTK ve HDK yönetimleri de alınan sonuçları başarısızlık olarak değerlendirdiler. Sanırım şimdi toplantılar yaparak hem başarısızlığın nedenlerini irdeliyorlar hem de halka özeleştiri veriyorlar. Bu tespit ve özeleştiri çok kıymetli. Toplantılarda derinlikli tartışmaların yapılacağını ve güçlü bir çıkış yapılarak, asıl özeleştirinin pratikte verileceğini umuyorum. Bir önceki soruya verdiğim yanıtta da belirttiğim gibi; Türkiye’de büyük bir demokratik muhalefet boşluğu var. Yeşil Sol Parti çizgisinin güç kazanması, siyasi yelpazede ibrenin demokratikleşmeden yana dönmesi anlamına gelir. Bunu yapabilecek başka bir siyasi çizgi yok. Bu nedenle Yeşil Sol Parti’nin başarısı tarihsel bir sorumluluktur. Bu siyasi gelenek, “demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü” bir paradigmaya sahip. Bu çok büyük bir iddiadır. Yine Kürt sorununun siyasi çözümü ve toplumsal barışı inşa etme misyonu var. Demokratik toplum ve demokratik cumhuriyeti inşa etme iddiası taşıyor. Toplumdaki tüm farklılıkları, kendi kimlikleriyle temsili siyasete taşıyarak, demokratik-çoğul ortak bir gelecek kurma politikasının fotoğrafını somut olarak gösterebilen tek siyasi partidir. Bütün bunları düşündükçe, siyasi iddiaları ile sandıktan çıkan sonuç arasında büyük bir fark olduğu görülüyor. Mesele burada.
Bir de mevcut iktidar blokunun yarattığı büyük tahribat, zulüm, acılar, derin yoksulluk, adaletsizlik nedeniyle aslında toplumsal atmosfer, genel olarak muhalefetin lehineydi. 7 Haziran benzeri bir atmosfer vardı. Ama iyi değerlendirilemedi. Hayal kırıklığının ve iç tartışmaların bir nedeni de bu.
- Yeşil ve Sol Parti ile TİP’in seçimlere farklı olarak girmesinin sonuçlara bir etkisi var mıydı? Ortak listeyle seçime girilseydi sonuç farklı olur muydu?
Seçim sonuçlarında beklenen başarı düzeyine ulaşamamanın tek nedeni, TİP’in seçimlere ayrı listeyle girmesi değil tabi. Ancak bu da önemli bir faktör olmuştur. TİP’in ittifak çatısı altına girmeden ayrı olarak seçimlere girmesi en demokratik hakkıdır. Fakat durum bu değil. Hem mücadele hem de seçim ittifakı yapan ve aynı toplumsal tabana hitap eden iki partinin bir birine rakip olması anlaşılır bir durum değildi. Mücadele ittifakı içerisinden bir partinin ayrı listeyle girme ısrarı olmasına rağmen, mücadele ittifakının seçim ittifakına çevrilmesi yanlış olmuştur. Bu durum Emek ve Özgürlük ittifakının mücadele iddiasını küçültmüş, halkın moral ve motivasyonunu olumsuz etkilemiş, ortak mücadele duygusunu zedelemiştir. Daha da yanlış olanı, ayrı liste kararı, Yeşil sol Parti’nin demokratik-sol çizgisinin görünmez olmasına hizmet etmiş olmasıdır. 7 Haziran 2015 örnek gösteriliyor. O dönem yaşanan siyasi atmosfere herkesin dönüp bir bakmasında fayda var. Yaşanan coşku, moral ve motivasyonun en önemli nedeni ortaklık ruhuydu. Yeni yaşamı hep beraber kurma iddiasıydı. Bütün bunlar düşünüldüğünde, ayrı liste kararının neleri kaybettirdiği daha iyi anlaşılacaktır.
- Seçimden önce gazetemize yazdığınız bir yazıyı “Keşke dememek için…” başlığıyla manşetten vermiştik. Bu açıdan 14 Mayıs’ta seçim sonuçları netleşmeye başladığında ne hissettiniz?
İletişim imkanlarımız kısıtlı olsa da yaşanan eksiklikleri az çok biliyordum. İmkanlarım ölçüsünde gerek yazarak gerekse ziyarete gelenlere anlatarak katkı yapmaya da çalıştım. Bu nedenle sonuçlar sürpriz olmadı diyebilirim. Yine de sonuçları üzüntü ve kızgınlıkla karşıladım. O yazıda da ifade ettiğim gibi “keşke demek” zamanı tersine çevirmiyor. Artık geçmişi değiştiremeyiz ama dersler çıkararak geleceğin daha iyi olması için çalışabiliriz.
Özeleştiri, hakiki bir muhasebe sonucunda, önce bilincine varmak, sonra bunu muhataplarına açıklamak aynı şeylerin bir daha yaşanmaması için gerekli tedbirleri almak ve pratikte yanlışları düzeltmektir. Özeleştiri bir “gönül alma” işi değildir. Özeleştiri süreci, herkesin eteğindeki taşları dökme süreci de değildir. Özeleştiri süreci bir günah keçisi bulup, diğer yanlışları- eksikleri görmeme- göstermeme hali de değildir. Özeleştirinin, amaca hizmet etmesi için; yani yanlışları düzeltebilmek için yapılması gerekir. Ortaya çıkan sonucu, bizi bu sonuca götüren pratikleri, nedenlerini büyük bir sorumluluk duygusuyla ele almak gerekir. Kişilerden bağımsız demiyorum, ancak kişilerden kaynaklanan eksikleri de aşan, işleyiş ve anlayış sorunları da ele alınmalı, bütünlüklü bir değerlendirme, çözümleriyle birlikte ele alınmalı. Bu siyasi hareket güçlü bir özeleştiri yapabilecek birikime ve olgunluğa sahiptir.
- Bu süreçten nasıl bir ders çıkarılması gerekiyor? İttifak politikası, 3. yol, aday belirleme süreci, örgütlenme….
Belirttiğiniz ittifak politikası, aday belirme süreci gibi konularda yapılan hatalar-eksikler, birer sonuçtur. Bunları düzeltmek de kolaydır. Asıl önemli olan bu hatalara yol açan nedenleri bulmaktır. Öyle görülüyor ki bu nedenlerin başında, partinin ideolojik-politik hattında yaşanan eksikler geliyor. Bu siyasi parti niye var, ne için mücadele ediyor, hedefi ne? Kürt sorununun barışçıl siyasi çözümü, demokratik toplumu, demokratik cumhuriyeti inşa etmek, tüm ezilenlerin, emeği sömürülenlerin, yoksulların, tüm ötekilerin temsilcisi olmak iddiaları çok büyük iddialardır. Bu iddialara denk bir duruş var mı? Parti temsilcileri, parti yönetimi ve bir bütün olarak parti örgütü, bu ortak hedefe bütün gücüyle kenetleniyor mu? Partinin misyonu, ideolojik hattı, politik programı örgütün işleyişine ne kadar yön veriyor?
3 yol, iki blok arasında pasif bir tarafsızlık politikası değildir; kendi politik kulvarını inşa etmek, yeni bir yol açmaktır. 3. yol iddiasının altını niye dolduramıyoruz. Partinin il-ilçe örgütlerinden yetişmiş kadroları yok mu? Bu parti aşağıdan yukarıya doğru örgütlenmeyi neden daha güçlü bir şekilde hayata geçiremiyor. Tek neden baskılar, tutuklamalar mı? Parti toplumla nasıl bir bağ kuruyor, mahalle, köy, iş yeri komisyonları- meclisleri var mı, toplumsal örgütlenme nasıl sağlanıyor? Örgütlenme sorunları, kadro sorunları baskılarla izah edilemez. Siyasi baskılar, doğal afet gibi değildir. Fırtına geçinceye kadar beklemenin bir faydası yoktur. Baskıları durdurmak için mücadele etmezsen, giderek köşeye sıkışırsın, daha fazla baskı altında kalırsın. Kaldı ki bu siyasi gelenek, yaşadığı sorunların sadece mevcut iktidardan ibaret olmadığını bilecek tarihsel bir belleğe sahiptir. Şu soruyu sormak gerekiyor; gelenekten, tarihsel ve toplumsal bellekten kopma sorunları mı var?
En temel sorulardan biri de “gençlik ve kadın örgütlenmesi yeterli mi?” değilse de “neden”? Gençlik, geçmişle gelecek arasındaki köprüdür. Bu köprü kurulamazsa, parti dinamizmini, yenilenme enerjisini koruyamaz, kendi kadrolarını yetiştiremez. Gelecek kaygısı en yüksek, ancak en örgütsüz toplumsal kesim gençliktir. Bu siyasi hareketin neden “genç işsizler meclisi” olmasın? Neden “işçi gençlik meclisi” olmasın? Özgün alanlarda örgütlenen gençlik meclislerinin neden federal ya da konfederal bir birliği olmasın? Üniversite gençliği, ilgi alanlarına göre bu siyasal çalışmalara dahil olarak, toplumla neden buluşmasın? Neden bütün bu çalışmalar, aşağıdan yukarıya doğru örgütlenmesin? Siyasetin görevi, ihtiyaç tespit etmek, sorunun gerçek sahiplerinin örgütlenmesi için bir yol açmak, çalışmaları kolaylaştırmaktır. Demokratik toplum ancak “yerelden ve yerinde” inşa edilebilir. Siyasi parti gençlik çalışması, geçici ara bir durak değildir. Demokratik bir gelecek kurmanın temel dinamiklerinden biridir gençlik.
Bütün bu yazdıklarım kadın çalışmaları açısından da geçerli. Hayatın her alanında kadın gücünü ve iradesini açığa çıkarmayı hedefleyen bir çalışma hayati öneme sahiptir. Kadına yönelik saldırıların bu kadar yoğunlaştığı bir dönemde, yaygın, özgün ve kitlesel kadın örgütleri yaratmak, tarihsel bir sorumluluk olduğu gibi siyasi başarının da olmazsa olmaz koşuludur. Cinsiyet eşitsizliği sorunun önemli bir ayağı temsiliyet sorunudur. Ancak kadın özgürlük sorunu temsiliyete indirgenemez. Temsiliyet ile örgütlü kadın gücü ve cinsiyet eşitliği bilincine dayalı toplumsal dönüşüm, karşılıklı olarak bir birini yeniden üreten bir döngü kazanmalı. Bilinç ve örgüt büyüdükçe Temsiliyet büyümeli, Temsiliyet büyüdükçe bilinç ve örgüt büyümeli.
Çok uzun yazdığımın farkındayım ancak çözümü de tartışmak zorundayız. Doğru sorular sorabilirsek doğru çözümler de bulabiliriz. Dünyayı, ülkeyi düzletmenin ve yaşanacak bir yer haline getirmek istiyorsak işe kendimizi değiştirmekten başlamalıyız. Dünyayı düzeltmenin yeri, ilk olarak kendi yüreğimiz, bilincimiz, emeğimiz ve ortaya çıkarttığımız iştir. Dünyanın en iyi politik programına da sahip olsak, emek vermeden, ter dökmeden, doğru yol ve yöntemle çalışmadan, kararlı ve ısrarcı olmadan sonuç alamayız. Bu genel bir kuraldır. Bir sonraki seçimi bekleyerek zaman kaybedemeyiz. Demokratik değerleri, hak bilincini, barışı, toplumsal tabanda yaygınlaştırmadan başarı elde edemeyiz. Seçim sonuçları 5 yıl boyunca yaptıklarımızın ve yapmadıklarımızın faturasıdır.
- Son olarak “Keşke dememek için…” bundan sonra nasıl bir yol izlenmeli?
“Keşke dememek için” bugünün işini yarına bırakmamalıyız. Önümüzde bir yerel seçim var. Bir gün bile geçirmeden eksiklerimizi telafi etmek için çalışmaya başlamalıyız. Unutmamak gerekir ki iki büyük rakibimiz var. Biri “kayyum atama kaygısı” , diğeri de toplumsal tabanımızın beklentilerini zamanında ve doğru anlayıp, beklentili siyaset yapmaya son vermek.