Pazartesi söyleşisi-Ahmet Tulgar
Uygarlığın beşiklerinden, tarihi kavşakların ortasında yer alan Mezopotamya’da asırlar boyu çok halklı, çok kültürlü bir yaşam tarzının mirasçısı olmuş Diyarbakır’da doğal çevre ve tarihi miras son yıllarda bir kez daha ağır saldırılara uğradı. Bu günlük siyasi ve ekonomik rant politikaları kenti geri dönülemez biçimde geçmişinden koparıyor. Mimarlar Odası kentteki yıkıcı gelişmelerin takipçisi birkaç kurumdan biri. Mimarlar Odası Diyarbakır Şubesi Eşbaşkanı Şerefhan Aydın’la kentteki kentsel dönüşüm uygulamalarını ve yıkımı konuştuk.
Diyarbakır ve çevresinde Mimarlar Odası’nın öncelikleri nelerdir?
Mimarlar Odası’nın kent ölçeğindeki temel önceliği sağlıklı, yaşanabilir, doğayla uyumlu, erişilebilir kent ve mekana dair kaygısıdır. Bununla birlikte var olan, günümüze kadar gelmeyi başarmış tarihi dokuyu barındıran değerlerin (kent, mekan) korunmasıdır. Ve gayet tabii yaşam yoksa bu anlattıklarımın da, kentin de mekanın da bir anlamı yok, diyerek toplumsal sorumluluk olarak ölüme karşı yaşamı savunur. Bu suçlara karşı kamuoyunu objektif biçimde bilgilendirir, suçluyu teşhir eder. Bununla birlikte suçlara karşı hukuki süreci başlatır, tabii son yıllarda kaybedeni belli bir kavgaya girer ve kaybederiz! davaları… Bu eksenli çalışmalar yürütüyor Mimarlar Odası.
40 yıllık savaşın doğal çevre ve tarihi dokudaki tahribatları konusunda bir envanter, yeteri kadar rapor mevcut mu?
Mümkün olduğunca yaşanan kent suçlarını, kentsel ve doğal kırımları raporlaştırırız. Tabii sürekli mümkün olmuyor bu çalışmalar. En son Sur’daki tarihi kırımı incelemek ve raporlaştırmak için defalarca resmi başvuru yapmamıza rağmen alana girişimize müsaade edilmedi. Ama biz vazgeçmedik, havadan çekilen fotolardan, alanda çalışanların çektiği fotolardan ve onların yıkımı böbürlenerek gösterdikleri fotolardan durumu okuyup raporlamaya çalıştık. Genel anlamda yazılı rapor tutmaya çalışırız. Bunun yanında basın üzerinden sürekli sözlü aktarımlarla var olan durum paylaşılır.
Sizce Diyarbakır’da ve diğer Kürt illerinde kentsel dönüşüm programlarının Batı’daki uygulamalara ek, fazladan bir politik anlamı ve hedefi var mı?
Evet var. Batı’daki bazı bölgelerdeki kentsel dönüşümlerde de yine Kürt yaşadığı için politik hesapla yaklaşıldığını söyleyebilirim. Mesela Trabzon’daki kentsel dönüşüm ekonomik rant amaçlıysa, İstanbul’daki, Mersin’deki ve Diyarbakır’daki hem ekonomik rant hem politik rant amaçlıdır. Devlet tüm politikalarında daima kazanca odaklanır, kazanacaksa yapar. Bu açıdan kentsel dönüşüm uygulamaları müthiş bir kazanç aracıdır. Örneğin Diyarbakır’da yapacağı dönüşümle sakini evini ve arsasını kamulaştırma ile ucuza alıp sürgün eder, yerine yapacağı yeni “modern” mekanları çok daha yüksek bir fiyatla satar, müthiş kâr eder. Genelde kentsel dönüşüme tabi edilen bölgeler iç savaş göçü ile kentlere yerleşmiş politik nüfusun yoğun olduğu ve doğal olarak Kürt siyasetinin oy deposu olan yerlerdir. Kentsel dönüşüm ile politik nüfus dağıtılır ve parçalı nüfusu daha iyi kontrol eder, oy deposu darmadağın edilir ve blok oylar yok olur. Kapitalist düzenin temel yöntemi olan parçalamayla o alandaki nüfusun yaşanmışlıklarını, hafızasını yok ederek, unutturarak apolitize etmeye çalışır. Ve yine kazanan devlet olur, politik kazanç.
Wallenstein, Güney Afrika’da işçilerin yaşadığı gecekondu bölgelerindeki toplu konut inşaatlarının hedefinin bir arada ve dayanışma içinde yaşayan büyük aileleri bölmek ve ucuz işgücü elde etmek olduğunu söyler. Diyarbakır’da da bu tarz toplu konut programları var mı? Özellikle göç ailelerinin köyle dayanışmasını kesmenin hedeflendiği?
Bu yöntem kapitalist çağın altın vuruşudur, yöntemidir. Toplumsallığı dağıt, bireyi daha kolay yönet. Kent içerisinde toplumsal kültürün, sosyal paylaşımın en güçlü yaşandığı, paranın en az kullanıldığı alanlar gecekondu bölgeleridir. Yani toplumsal hafıza daima diri tutulur bu bölgelerde. Dolayısıyla bu alanların kontrolü güçtür ve sistem için daima tehdittir, müdahale edilmesi gereken alan olarak belirlenir. Diyarbakır’da iç savaşla birlikte var olan, daha önce sanayi göçü ile oluşan gecekondu bölgelerinde nüfus arttı, dolayısıyla gecekondu alanları büyüdü ve sayısı arttı. Tabii bu nüfusu diğerinden yani sanayi göçü ile yerleşen nüfustan ayıran, politik göç olmasıdır. Bu daima hedef konumundadır. Zaten köyden seni sürmüş kente, burada seni yalnız rahat bırakmasını düşünemezsin ve fırsatı bulduğunda ikinci göç için harekete geçer. Gerek kentsel dönüşüm gerekçesiyle gerekse de 2015-2016 kent kırım yöntemiyle dağıtır bu alanları. Sana çekici gelebilecek bir öneri yapar: “Gecekonduna bir bedel biçerim, toplu konutta toplu para vermeden vereceğim bedeli daire bedelinden düşürüp sana sıfır daire veririm, farkını küçük küçük ödersin” der ve verir daireyi. Sen artık ömür boyu borçlusun devlete yani düzene entegre etmeye başladı seni, korkuların, kaygıların oluştu o borcu ödemek için. Çok şeyden taviz vermeye başladığın andır devlete bağlandığın an. Tabii kulağa hoş gelen bir teklif yeni bir ev teklifi ancak nasıl bir oyuna geldiğini yaşayarak görür TOKİ’deki bir aile. Bir dönem TOKİ’de yaşadıktan sonra kültürüne yabancılaştığı, adapte olamadığı bu alandan, tekrardan üçüncü göç ile farklı bir gecekondu bölgesine giden yüzlerce ailenin olduğunu gördük saha çalışmalarında. Diyarbakır, Sur örneği en canlı örnektir. Toplu konut yaşamı, bireyi toplumdan izole etmek için oluşturulan bir programdır.
Sur’da neler oluyor? Sizden dinleyebilir miyiz?
Sur gibi tarihi bir bölgede boyut olarak tarihi kırım yaşandığını söyleyebilirim. Kültürel soykırım kavramı tam da Sur için uygundur. Binlerce insan göç ettirildi, yaşam alanları, anıları dağıtıldı. Binlerce yıllık tarihi bölge yerle bir edildi. Binlerce beton yapı, yüzlerce tarihi yapı yok edildi. Tarihin taşlara yazıldığı Sur kentindeki tarih, taşlarla yok edildi, yeni yapay tarih yazılmaya çalışılıyor. Sur üzerine günlerce konuşabiliriz. Özetle bunu ifade edebilirim. Biz TMMOB Diyarbakır olarak Sur da dahil olmak üzere savaştan etkilenen tüm Kürdistan kentlerindeki yıkımı içeren bir rapor hazırladık, önümüzdeki günlerde kamuoyuna açıklayacağız.
Diyarbakır’da yoğun bir siteleşme gözlemledim konut alanında. Bunun kent sakinlerinin iletişim ve dayanışmasına etkisi ne oluyor?
Diyarbakır’da ortaya çıkan bu siteleşme şekli tam da mevcut sistemin hayal ettiği, istediği bir kent örneğidir. Yani toplumdan izole edilmiş mekan ve insan. Aşırı korunaklı sitelerde sadece kendini tanırsın, bir de kapıda karşılaştığın, muhtemelen selam da vermediğin, sadece simasını bildiğin komşunu ve bina görevlisi emekçinin yüzünü bilirsin. Bundan fazla da pek paylaşımda olduğun kimseler yoktur. Aslında yukarıda bahsettiğimiz TOKİ’lerden çok da farklı değil bu yeni siteler. Farkı bunlara tercihle gidilir TOKİ’lere zorunlu gidilir. Bunların oluşmasında temel aktör yerel yönetimlerdir diyebilirim. Alternatif kent modelin yoksa sistemin sana sunduğunu yapmaktan başka bir yolun da olmaz.
Geleneksel mahalle hayatı daralırken, modern siteler ve villa yerleşimleri kent halkının sınıfsal bölünmüşlüğünü öne çıkarıyor. Bunun etkisi ne oluyor? Kentte statü grupları mı oluşuyor?
Evet, kentteki sınıf sınırları daha belirginleşiyor bu kent şekliyle. Elbette sistem sana dayatır kendi kent şeklini, ancak senin iddian varsa, ki kentteki yerel yönetimlerin var idaası, o zaman farklı bir kent modeli ortaya koyabilirsin. Bunun önüne geçilebileceğine, yerel yönetimler elindeki imkanları kullanabilirse daha yaşanılabilir kentlerin oluşabileceğine inanıyorum. Ya da tel örgülü, bol kameralı, bol güvenlikçili birbirinden bihaber yüzlerce daireli yüksek katlı apartmanlı siteler kaderimiz olur.
Hevsel Bahçeleri’nde neler oluyor?
Hevsel Bahçeleri’ni daha önce rant çevreleri yapılaşmaya açtırmak için konut rezerv alanı ilan ettirerek göz koymuşlardı. Ancak sivil toplumun tepkisiyle iptal edildi. Daha sonra 2015’te Hevsel Bahçeleri Surlar’la birlikte UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dahil edilince çok sevinmiştik ama savaş, kent kırımları ve kayyımlar ile birlikte yoğun bir tehditle karşı karşıya. İlk tahribat Kırklar Dağı yamacına cami ve beton tesislerin yapılmasıyla başladı. Sonra Dicle Vadisi’nin ‘ıslah etme’ adı altına talana açılmasıyla doğa tahribat edildi yani suç işlendi. Son olarak da şimdi Fiskaya bölgesinde Sur’un yamacına ‘millet bahçesi’ adı altında doğal kıyım gerçekleştiriliyor. Bizler bu tür suçlara karşı hukuki mücadele veriyoruz ancak yukarıda değindiğim gibi kaybedeni belli bir kavgaya girişiyor ve kaybediyoruz ama yapılanları gördüğümüzü ve topluma, doğaya karşı suç işlendiğini gösteriyoruz onlara ve tarihe kaydediyoruz.
Önceliğimiz halk iradesinin yönetimlerde olması
Kayyum süreci Diyarbakır kent hayatını nasıl etkiledi?
Kayyımlar ilk olarak Kürt kültür ve hafızasına dönük müdahalelerle işe başladılar. Anıtlar, semboller, Kürtçe yazılar gibi görsel tüm Kürt ulusal değerlerini ortadan kaldırdılar. Ben bu kayyım uygulamasının Kürdistan kentlerinde özellikle var olan asimilasyonu hızlandırmak için geliştirilen bir araç olduğuna inanıyorum. Halk iradesine müdahale boyutu elbet var ama temel amacın bu olduğunu görüyorum. Belediyelere ait her yerde Kürt kültürü sanatına, diline yabancı, bilinmeyen çalışmalar görüyoruz. Bu durumlardan kaynaklı halk, kayyımlı belediye ile olan ilişkisini kesti belediyeleri ve ona bağlı binaları kullanmaktan vazgeçti, etkinliklere katılmaktan vazgeçti. Kentsel ölçekte doğaya, yeşile karşı farklı bir yeşile dönük çalışmalar yaparak tahribatlar oluşturdular kentlerde. Döneme imza atmak adına ihtiyaç olmamasına rağmen hiç olmadık yerde onlarca dini tesis yaptılar. Kayyımlarla ilgili de saatlerce konuşulabilir, özetle bunları belirtmek istedim.
Mimarlar Odası’nın yerel seçimden beklentisi nedir?
Öncelikli olarak beklentimiz halk iradesinin yönetimlerde yer almasıdır. Sonrasında da temel çalışma ve mücadele gerekçelerimiz olan sağlıklı, yaşanabilir, doğayla uyumlu, erişilebilir kent ve mekan politik iddiasına sahip bir yönetim anlayışının olması. Ve tabii ki çalışmalarda katılımcılığı esas alan, şeffaf, demokratik bir anlayışla biz meslek örgütlerinin de ilgili karar süreçlerine dahil edileceği iddialı bir yaklaşıma sahip olunmasıdır.