Depremin gerçekleştiği on ilde acil yardım sürecinden rehabilitasyon sürecine geçildi. Depremzedelerin bu süreçte ihtiyaçları değişmeye başladı fakat bazı acil ihtiyaçlar hala geçerliliğini koruyor. Şu aşamada artık tüm depremzedelerin geçici konutları olan konteynerlara geçmesi gerekiyordu. Hala çadır dahi bulamayıp kendi imkânları ile yaptığı muşamba barakalarda birçok çocuk, hasta ve yaşlı ile kalabalık bir halde yaşayan depremzedeler var. Altıncı haftada hala su, gıda ve temel ihtiyaçlar büyük problem. Günlerdir sıcak su ve yıkanacak yer bulamayanlar var. Afet bölgesinde bit ilacı artık bir ihtiyaç oldu. Afet bölgesinde salgın hastalıklar ve hijyen sorunu baş göstermeye başladı. Çocukları için utanarak bit ilacı isteyen annenin değil bu ülkeyi yönetenlerin utanması gerekmektedir çünkü bu iktidarın utancıdır.
Depremin başından itibaren Pazarcık’ta Silopi Belediyesi bugüne kadar tam 105.400 kişiye yemek dağıttı ve dağıtmaya devam ediyor. Antakya’da Patnos Belediyesi günlerdir yemek dağıtıyor. Bütçeleri çok küçük olan bu belediyelerin bu destek için yoktan var ediyor olması inanılmaz bir başarı. Buna ek olarak afet bölgesine yakın 65 belediye daha afet bölgesi için seferber olsaydı birçok yara hızla sarılabilirdi. 48’i kayyım, 17’si mazbata hukuksuzluğu ile gasp edilen HDP belediyeleri tüm afet bölgesine yetişebilir, şu anda sorun olan acil ihtiyaçları karşılayabilirdi. Kayyım atanan belediyelerin hali ortada, kayyım lükslerinden bütçesi borçlara boğulan kayyım belediyeleri Silopi Belediyesi’nin eline su bile dökemez. Bir afet kenti olan Amed Belediye Eş Başkanları görevlerinin başında olsaydı bu afette takdire şayan bir örgütlülük gösteren Amed halkı ile birlikte tüm bölgeye destek sağlayabilirdi. Van Kayyım Belediyesi neden hiçbir afet kentinde görünür değil? Çünkü canı gönülden çalışan seçilmiş eş başkanlarının koltuğunu sürekli yolsuzluk yüzünden değişen ve görevi belediye kaynaklarını yiyip, peşkeş çekme olan kayyımlar gasp etmiştir. Adıyaman’a Türkiye’nin en uzak batısından gelen belediyeler yerine Mardin Belediyesi daha hızlı ulaşabilirdi. Bu afet kayyım belediyelerindeki bozuk düzeni de açığa çıkarmıştır. Kayyımcı zihniyet sadece bulundukları il ve ilçelerdeki halk iradesini değil afet yaşayan halkların yardıma ulaşma haklarını da gasp etmiştir.
Özyönetim kayyım atanan belediye eş başkanları tarafından dile getirildiği için birçok belediye eş başkanı tutsak edildi. Fakat tüm bu afet süreci özyönetimin ne olduğunu, ne kadar önemli olduğunu açıkça ortaya koydu. Özyönetim bir kentin kendine yetebilmesidir. Mahalle mahalle, köy köy kendine yetecek şekilde örgütlü olmasıdır. Bir mahalle düşünün, her bir sakini birbirinden haberdar çünkü yönetimde karar alma iradeleri var. Her tür kriz için yeterli imkânı, teçhizatı ve her şeyden önemlisi örgütlülüğü var. Kendi üretip, kendi kazanıp kendini çevirebiliyor. Bir afet durumunda akut süreçte tüm mahalle sakinleri acil ihtiyaçlar için toplanabiliyor. Arama kurtarma için Çin’den ekip gelmesine gerek kalmadan kendi imkânları ile ilk acil arama kurtarma çalışmasını başlatabiliyor. Mahallenin sokakta kalmadan barınabileceği ortak güvenli bir alanı var. Yemek, su sağlanabiliyor. Akut süreç bittikten sonra rehabilitasyon sürecinde dahi yaşamın normale dönmesini sağlayabiliyor. İşte bu özyönetimdir. Şu anda birçok köyde yardımlar muhtarların insafına bırakılmış durumda. Elbette vicdanlı muhtarlar tüm köy için çırpınıyor fakat sadece kendi ailesini, ilişkisi bulunan partilileri gözetip çok muhtaç durumdakileri görmezden gelenler de var. Özyönetimini yapabilen bir köyde dayanışma olur. Kimseye haksızlık yapmak için alan açılmaz.
Özyönetimde en önemli şey kentin en küçük birimlerinde dahi orada yaşayan sakinlerin karar alma mekanizmalarına dahil olup kendi yaşamı üzerinde direk söz sahibi olabilmesidir. Kentin en küçük biriminde bir mahalle veya köy meclisi ile karar almak belediyeye meclis üyesi seçmiş olmaktan çok daha pratik ve işe yarayan bir yönetim şeklidir. Temsili demokrasinin getirdiği hiyerarşiyi, hantallığı, koordinasyonsuzluğu ortandan kaldırmaktadır. Daha büyük meclisler için seçilen kişilerin işi sadece aktarım ve koordinasyon olmaktadır. Özyönetim halkları da birbirine kenetleyen dayanışmanın güçlenmesine katkı sunmaktadır. En ufak toplumda dahi ayrımcılığın olmasının önüne engel koymaktadır çünkü herkes kendi iradesini karar alma mekanizmasına yansıtabilmektedir.
Özyönetimi sanki yıkıcı bir süreç gibi görenlerin asıl derdi de tam olarak herkesin bir irade olabilmesidir. Rant yok, kayırma yok, liyakatsizlik mümkün değil. Hangi iktidar sevdalısı sever ki böyle bir yönetim şeklini? Halkları yönetilebilir sürüler olarak görenler için adeta bir kâbustur halkın kendi özyönetimini yapabilmesi. Her kesimden insan ben varım ve bu benim kararım dediğinde herkesin bunu saygıyla karşılayacak olması ne krallara ne de kraldan daha kralcı olan yandaşlara yaramaz.
Birlik ve beraberlik egemen olan dilin, dinin, kültürün tüm ötekilerin sesini bastırıp kendini dayatması değildir. Asıl birlik ve beraberlik saygı ve dayanışmadadır. Her renkten, dilden, ırktan, kültürden, cinsten ve cinsel yönelimden insanın bir arada saygı ile karar almasıdır birlik ve beraberlik. Kimse bastırılıp sesi kısılmazsa herkes saygıyı benimseyebilir. Saygı el etek öpmek değil, saygı birbirine müsaade etmek, alan açmak, tahammül ve hoşgörü göstermektir. İşte tüm bunların örgütlenebilmesidir özyönetim. Kentler ancak karar mekanizmalarında herkesin özgürce söz hakkı sahibi olduğunda kendine yetme sürecini başlatabilir. Bir kentin kendine yetebilmesinin kalbinde halk iradesi vardır. Bu acı felaket bizlere her bir mahallenin ve köyün kendine yetebilmesinin önemini göstermiştir. En küçük birimi dahi kendine yetebilen kentler mümkün.