Özgürlükçü Demokrat Avukatlar Grubu adayı Avukar Sezin Uçar’la İstanbul baro seçimlerini konuştuk: Mevcut baroların yönetimine başta İstanbul Barosu olmak üzere hâkim olan egemen bir anlayış var.
Reyhan Hacıoğlu/İstanbul
Hükümetin çoklu baro sistemi ile parçalamak istediği barolar genel kurul seçimlerine hazırlanırken, AKP korona gerekçesi ile seçimleri erteleme peşinde. Bu çerçevede baro seçimlerinin İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulu kararlarıyla ertelendiği duyuruldu. Birçok baro karara itiraz etti. Genel kurulu 10-11 Ekim tarihleri arasında planlanan ve 50 bini aşkın üyesi olan İstanbul Barosu’nda 6 isim adaylığını açıklarken, baro erteleme kararına itiraz ediyor. Seçimlerin yapılıp yapılmayacağı konusunda belirsizlik sürüyor. Üyelerinin büyük çoğunluğu kadın olan baronun ismi netleşen başkan adayları Uğur Poyraz, Mehmet Durakoğlu, Ata Yazıcıoğlu, Hasan Kılıç, Gökhan Ahi olurken, adaylar arasında tek kadın aday ise Özgürlükçü Demokrat Avukatlar Grubu adayı Sezin Uçar. Uçar ile seçimler öncesi adaylığını, hedeflerini, baro sistemini ve hukuku daha doğrusu yaşanan hukuksuzlukları konuştuk. Adaylar arasında en genç kişi olan Uçar, hukuk mücadelesinde kendisi de birçok hukuksuzluğa maruz kalmış ve 2017’de 1 yıl tutuklu kalmış bir avukat. Toplumsal mücadelenin birçok alanında yer alan Uçar, bu süreçte Suruç başta olmak üzere birçok müvekkilini, arkadaşını da katliamlarda kaybetmiş. Çağlayan’daki ofis masasında Suruç’ta katledilen Ezgi (Sadet) ve Polen’in (Ünlü) fotoğraflarıyla karşılıyor bizi.
Adaylığınız hayırlı olsun. Kadın adayların ağırlıkta olduğu bir liste olmuş. Öncelikle grubunuzu ve bu tercihi sormak istiyorum.
Özgürlükçü Demokrat Avukatlar olarak 2014’te ilk defa baro seçimlerine katıldık. Aynı zamanda o dönem bir program da oluşturduk. İlk seçimlere eşbaşkanlarla birlikte katılmıştık. Ama sonraki iki seçimde de kadın adayları destekledik. Bu bizim programımızdaki cinsiyet eşitlikçi bakış açısının bir yansıması ama daha özel olarak da şunu söyleyebiliriz, politik ve güncel olarak kadın özgürlük mücadelesinin gelmiş olduğu noktanın baro seçimlerine de yansıması gerektiğini düşündüğümüz için böyle bir tercih. Çünkü faşist bir hukukla yönetiliyoruz. Toplumun çeşitli kesimleri bu hukuka karşı bir direniş de sergiliyor. Ama kuşkusuz bunlar arasında en güçlü olan da kadın özgürlük mücadelesi. Ama tam olarak eşit kademelerde, yönetim mekanizmalarına baktığımız zaman baro siyaseti açısından söylüyorum; bu pozitif tablonun olduğu gibi yansımadığını görüyoruz. Bu anlamda İstanbul Barosu’nu bir kadının yönetmesini istiyoruz. Ama onun yanı sıra sadece kadın aday olduğum ve kadınlar için değil avukatların yaşadığı tüm sorunlarda bir kadının özneleşebileceğini ve çözüm gücü olabileceğini de düşünüyoruz.
- Nasıl gidiyor çalışmalar?
Salgın dolayısıyla bire bir temaslarımız az. Ama salgın olsa dahi işçi avukat arkadaşlarımız adliyelerde, icra dairelerinde yani sahada ve onlarla buluşabiliyoruz. Daha çok da bulaşacağız. Genç avukatlarla, kadın avukatlarla ayrı ayrı buluşmalarımız da olacak elbette. Talep ve özlemlerini mutlaka bu seçim çalışmasına yedirmeye çalışacağız.
- Neden Özgürlükçü Demokrat Avukatlar Grubu?
Mevcut baroların yönetimine başta İstanbul Barosu olmak üzere hâkim olan egemen bir anlayış var. Yani egemen hukuk ideolojisine alternatif bir görüntü ya da eleştiriyormuş gibi görünen ama aslında kendisini yarı resmi bir devlet kurumu olarak gören ve devleti bu yönüyle tahkim eden bir anlayıştan bahsediyoruz. Örneğin Suriye politikasında, Azerbaycan Ermenistan meselesiyle ilgili çok güncel olduğu için yapılan açıklamalar böyledir. Âdeta Türkiye devleti adına açıklama yapmıştır. Bir baronun rolü bu değildir. Baro yargı mekanizmaları içerisinde halkların, ezilenlerin temsiliyetini yapan avukatların meslek örgütüdür. Ama mevcut İstanbul Barosu’na baktığımız zaman iktidar ne zaman İstanbul Barosu’nu hedef alsa bunun karşısında kararlı ve dirençli duran bir baro değil, aksine egemen ideolojinin ortak değerlerine sarılan bir yaklaşım görüyoruz. Çok tipiktir Ebru Timtik’in resminin İstanbul Barosu’na asılmasının ardından AKP’lilerin yapmış olduğu açıklama sonrası baro başkanının yapmış olduğu açıklama çok kötü bir açıklamadır. Ebru’nun posterinin indirilip yerine Türk bayrağı asılması da o egemen kodlara dönüşün temsilidir.
Aynı şey çoklu baro meselesinde de söz konusu oldu. Bu yasa tasarısı gündeme geldiğinde 80 baronun ortak bir açıklama yapmış olması, baro başkanlarının Ankara’ya yürüyüşü çok önemliydi. Bu sisteme muhalefet eden herkes bakımından bir umut oluşmuştu. Avukatların meslek örgütlerine her saldırı aslında yurttaşlara dönük de bir saldırıdır. Ama İstanbul Barosu Başkanı bu saldırıyı sadece baro başkanlarına ya da baro yönetimine dönük bir saldırıymış gibi ele aldı. İstanbul’da 50 binin üstünde avukat var, binlerce avukatı bu eylemlere katacak birleştirme yeteneği göstermedi. Bu tabii ki yeteneksizlikle ilgili bir durum değil, bu bilerek tercih etmenin sonucu. Ankara mitingi olacaktı biliyorsunuz. Ancak Ankara Valiliği tarafından yasaklandı. Bu yasak kararının ardından da İstanbul Barosu avukatlar için tuttuğu otobüsleri iptal etti. Biz bunu çok eleştirdik. Çünkü beş yıldır en ufak demokratik hak bile yasaklanıyor. Toplumun diğer kesimleriyle yan yana gelme zorunluluğu vardı ama bunların hiçbiri tercih edilmedi. Dostlar alışverişte görsün, baro başkanları gittiler, direndiler. En nihayetinde böyle bir bakış açısından yoksun bir programın yasa tasarısını geri çektirme kabiliyeti zaten yoktu. Bütün bunlar için Özgürlükçü Demokrat Avukatlar Grubu.
- Çoklu baro sistemi var önünüzde. Bunun için ne düşünüyorsunuz?
Çoklu baro aslında AKP’nin muradıydı. Bugüne kadar hep egemenlik kuramadığı alanlara gayrihukuki yöntemlerle nüfuz etmeye çalıştı ve barolar da siyasal, politik İslam’ın bugüne kadar etkin olamadığı merkezlerden biri. Demokratik yollarla da İstanbul Barosu seçimlerini kazanamadığı için böyle bir sistemle baroların yetkisini daraltmak, kamu kurumu niteliğindeki kuruluşlar olarak, insan hakları mücadelesindeki ya da yargı mekanizmaları içindeki rolünü küçültmek adına bir değişliktir. Zaten sayısal çoğunluk bakımından İstanbul, İzmir ve Ankara’da uygulanabilecek belki Antalya olabilir yeni kayıt avukatlarla birlikte. Şu an sadece İstanbul’da ikinci bir baro kuruluşu gerçekleşmiş oldu. Biz İstanbul Barosu’nu şuradan da eleştiriyoruz, evet bu yasa çıkana kadar daha fazla şey mutlaka yapılmalıydı. Ama yasa çıktıktan sonra kabullenmek de doğru değil, bir AYM süreci var, yine bu kurulan baro teşhir edilebilir. Ama baştan durumu kabullendiği için böyle bir mücadeleye girişmemiş oldu.
- Projeleriniz var mı, ne düşünüyorsunuz?
Birinci projemiz bu baro anlayışını değiştirmek. Yine çok önemli gördüğümüz işçi avukatlık olgusu. Bugün mevcut baro yönetimi sorunun adını doğru tariflemiyor. Hâlâ bağlı çalışan avukatlar kavramını kullanıyor ama binlerce meslektaşımız başka bir meslektaşı tarafından sömürülme pahasına işçi avukatlık yapıyor. Pandemi koşullarıyla birlikte işçi avukatların durumu da çok zorlaştı. Çok büyük bir belirsizliğe sürüklenmiş oldular ama İstanbul Barosu’nun bu anlamda bırakalım daha yöntemli bir programı, dayanışma anlamında bile bir çalışması olmadı. Aslında ikili bir şey düşünüyoruz yani hem meslekteki bu neoliberal politikalara karşı çıkmak hem de karşı çıkarken yanı başımızda meslektaşlarımızın sömürülmesine dair de bir söz söylemek.
Yine kadın avukatlar olarak yaşadığımız çok önemli sorunlar var. Adliye kapısından girdiğimiz andan itibaren cinsiyetçi uygulamalarla karşı karşıya kalıyoruz. Özel güvenliğinden, kalem müdürüne, mahkeme başkanından hâkimine, duruşma savcısına kadar bunları bırakalım kendi meslektaşlarımız tarafından da cinsiyetçi uygulamalara maruz kalıyoruz. Bunun yanı sıra mobbinge maruz kalıyor, emeği küçümsenen, görünmeyen, cinsel kimliği yüzünden ayrımcılığa uğrayan meslektaşlarımız var. Bunlara dönük de bir baro politikası söz konusu değil. Bunlara dair de planlarımız var. Yönetim mekanizmalarını cinsiyet eşitlikçi kurmak bunlardan birisi.
Benim dışımda adayların hepsi erkek ve hepsine sorsak tek adam rejimine karşı çıkarlar ama baroda tek insana karşı çıkmıyorlar. Başka bir tekçilik söz konusu. Bizim tek insanı öne çıkarmak gibi bir durumumuz söz konusu değil. Biz kolektif bir yönetim anlayışını benimsiyoruz. Sadece grubumuzda değil tüm meslektaşlarımızın yönetme işine doğrudan katılacağı, onların da doğrudan temsil edilebileceği mekanizmalar istiyoruz.
Bir meslektaşınız (Ebru Timtik) adalet talebi ile hayatını kaybetti…
Avukatlar açısından çokça tartışıldı, bir avukatın ölüm orucuna girmesi ne kadar doğruydu ne kadar yanlıştı diye. Bence bunları bir kenara bırakabiliriz. Bir eylem biçiminin yöntemi tartışılabilir, konjonktürel olup olmadığı elbette. Ama en nihayetinde iki avukatın adil yargılanma hakkı gibi son derece meşru ve haklı talepleriyle bir eyleme girişmiş olmaları, bu eyleme girişmek zorunda kalmış olmalarını görmek gerekir. Yani bir avukat olarak her şeyi yapıyorsunuz. Kendi dosyanız bakımından, ki Çağdaş Hukukçular Derneği, Halkın Hukuk Bürosu’ndaki avukat arkadaşlarımızın yargılamalarında sayısız hukuksuzluklar söz konusu ve son kertede bunu yapmak zorunda kalıyorlar. Bu talebi tabii ki İstanbul Barosu daha çok sahiplenmeliydi. Ebru’nun hayatını kaybetmemesi için yapılacak çok şey vardı, yapılmalıydı. Toplumsal adalet mücadelesi açısından da önemli bir kayıp olduğunu düşünüyorum.
Ciddi bir adaletsizlik var ve zorlu bir mücadele olacak…
AKP döneminde toplumun en büyük taleplerinden birisi adalet oldu. Çünkü çok ciddi adaletsizliklerle karşı karşıya kaldık. Ezilen cins olarak kadınların yaşadığı, cinsel kimlik ve yönelime ilişkin ayrımcılıklar… Bir de toplumsal davalar da var takip ettiğimiz; Suruç Katliamı, Ankara Katliamı, Sivas davası zaman aşımına uğradı, Hrant Dink katledildi, infazlar, gözaltında işkence, yaşam hakkının ihlali… Ama şöyle de görüyorum. Yargılama mekanizmaları arasında bu adaletsizliğe karşı çıkabilecek tek özne de avukatlar. Yani bunu Hâkim Savcılar Kurulu’nun yapacağını düşünemeyiz, böyle bir işlevi bugüne kadar olmadı. Dolayısıyla biz adalet mücadelesinin de bir parçasıyız ve bunu sadece duruşma salonlarından ibaret görmüyoruz.
- Son süreçte çok sayıda toplu gözaltı yapılıyor çeşitli gerekçelerle. Nasıl okuyorsunuz?
Son beş yıldır yargısal faaliyet içerisinde önemli bir değişiklik var. Erdoğan her toplantısında “terörist avukatlar”, “cübbe giyen teröristler” diyor. Erdoğan’ın bu açıklamaları da zaten yargı mekanizmaları tarafından emir telakki ediliyor. Meslektaşlarımız gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Savunma üzerine çok ciddi bir baskı söz konusu.
Aslında durum yargı için de öyle. Mesela tehdit ediliyor hâkim, savcı ya da yargıladıkları kişilerin özgürlükleri lehine bir karar veriyor ertesi gün sürgün edilmiş olarak görüyorlar. Dolayısıyla bağımsız ve tarafsız bir yargı mekanizmasından bahsedemeyiz. Ya da AYM’nin hizaya çekilmek istendiği bir süreçte bağımsız ve tarafsız bir yargılama olduğundan bahsedilemez. Kaldı ki bugüne kadar AYM yani bir üst yargı merci olarak vermiş olduğu kararların bağlayıcılığı tartışmasız olduğu halde AYM kararlarını uygulamayan, uygulamamakta imtina eden hâkimler oldu. Bu yargının nasıl doğrudan Saray ile bağlı olduğunu da gösteriyor. Sonuçta biz Özgürlükçü Demokrat Avukatlar olarak şunun bilincindeyiz, mevcut siyasal rejimden bağımsız bir yargılama olmayacağının elbette farkındayız. Ama bugüne kadar evrensel hukuk normları olarak adledilen ve insanlık tarihinde insanların mücadeleleri sonucunda edinilmiş hakların bu kadar ihlal edildiği olmamıştı.
‘Direncimizi teslim alamıyorlar’
- Neden direnen baro, direnen avukat?
Bu döneme özgü en uygun sloganın bu olacağını düşündük. Çünkü evet haksızlıklar yapılıyor. Hepimiz faşizm hukuku altında eziliyoruz, teslim olmuyoruz da. Direncimizi teslim alamıyorlar. Yani gözaltına alınmış olabiliriz, tutuklanmış olabiliriz, hakkımızda davalar açılmış olabilir. Ama biz bu anlamda direnç gösteriyoruz. Sadece kişisel bir direniş değil elbette daha kolektif daha toplumsal bir direniş bu. Bugün mesleğimiz büyük bir dönüşüm, tehlike altında. Biz de hem mesleğimize yönelik, hem AKP’nin yaratmak istediği baro profili karşısında hem de temsil ettiğimiz toplumsal kesimler için direniyoruz, direneceğiz.
‘Kendimizi savunmazsak…’
- Seçimlerin ertelenmesi gündemde. Bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu hukuksuzluğu kabul etmiyor ve barolara, seçime girecek diğer gruplara genel kurula katılım çağrısı yaptık. İstanbul Barosu’nu da bu hukuksuz genelgeye karşı sadece yazılı teşhir yolunu ve dava açacağını duyurmuş olması nedeniyle eleştirdik. Pek çok baro gibi genel kurul çağrısının arkasında durması gerektiğini söyledik. Bu hukuksuzluğa fiili olarak direnmezsek temsil ettiğimiz kesimlerin hak mücadelesinde onlara nasıl güven verebiliriz ki? Kendi hakkını savunamayan bir avukat başkasını hiç savunamaz.