Nasıl hatırlayalım ve neden unutmayalım diye bir tembihle birbirimizi sorguya alıp korkuttuk. Ezilmişken daha da ezilelim, olmadı arada kendimiz de birbirimizi ezmeye çalışalım. Ödevdir bu, en az yüz yıldır. Her bir sırrın bir de aynası var diye bir kehanet yaşamaya bıçak çekiyor. Dünyadır bu, kimler geçerken arkasına dönüp bakmadı ki.
Kör dövüşlere benzetilen kâbuslar, herkesin gördüğüdür. Kördüğümler çözülür rüyalarda, bazen o rüyaların hatırına davranırız hayata. Karabasanlarla kâbuslar kardeştir, hem de kanlı canlı iki kardeş. Rüyamda gördüm bunu ben, sonra da dünyaya uyandım.
Cevval bir acı kabuk bağlamak istemiyor. Yarasında her şey yeniden ve yine kanıyor. Zor ve huysuz bir zaman ama iyi. Hikâye böyle kişilerle başlar. Biz de başlarız, olmadı yol oluruz. Zaten dünyayı ülkelerin sınırları kesiyor, acı değişmiyor, sadece yer veriyor ve bazen de yer değiştiriyor.
Sesin daha çok çıkması, ses tonunun ve ses renginin yarışması. Felaket çağı, cehenneme odun taşıma rekabeti, her şeyi alaşağı etme kepazeliği. Herkesin bir çarpma ve çarpılma hakkı vardı; kimse de hakkını esirgemedi. Bundan böyle denilerek başlayan her tehdit, milat istiyor, başlamak ama en önce bitirmek istiyor.
Acımak her zaman yer aradı ve bu çağlardır böyle. Öfkenin hatırı var, sesi var, dili her zaman yeniden yazılacak kadar var. Riyakârlığın sınırı yok. Herkes bir yerde her şey olmaya teşne. Kimsenin itirazı başka kimseye bent çekemiyor. İnsan sadece kendine çekiliyor ve kendine çelme takabiliyor. Değişmenin böyle bir tarifi de var.
İnsan bildikleriyle rehin alınabilir. İnsan gördükleriyle derdest edilebilir. İnsan inandıklarıyla tuzaklara çekilebilir. İnsan her an bir yerlerde bir şeylere yakalanabilir. Her insanın görmek, bilmek ve inanmak istediği bir çukuru olabilir, mezar yeri sanılır ve hayran hayran bakılır. Rüyaydı ve kahretmekte maharet sahibiydi geçmiş.
Enkazına bir gelecek aramak için yollara düşenler, endişelerini ihtimallerle teselli edenler aynı yolların ayrı yolcusu. Hırpalananmış bir sevinç, örselenmiş bir kahkaha, öldürülmüş bir gülüş hepimizi bekliyor ve hiç sıkılmıyor. Sözün çaresizliği, sesin kimsesizliği herkesi kuşatmış. Kimse kendinden başkasını duyamıyor.
Yenilgi yılları tarih olmadı, bizi tarihe karıştırdı. Yıkım geldi, yangınlar geçti. Yeniden düşünmenin ve düşlemenin zamanı kapıya dayandı. Kovulan, sığamayan, kaybolan kimler vardıysa bir çember çizecek ve dünyaya yeniden şekil verecek. Günlerin, gecelerin, akıp geçen yılların sesi de çıkar bir gün. Duyulur da bir gün birileri tarafından ve başkasına da duyurulur.
Soluk kesen bir manzara, hayran bırakan bir bakış, yeryüzünü ve gökyüzünü utandıran bir hayal, görülüyor her gün bir yerlerde. Birilerini akşamı, birilerinin gündüzüyle karşılaşır elbet. Var saydığımız her şey yeniden yoklanır. Tabirler, cazibeler, teşbihler, çarpıtmalar çırpınıyor birilerinin içinde ve dışarıya yön gösteriyor.
Sıkılmış bir yumruk, sallanan bir el, göğe bakan avuç içleri, zaferleri işaret eden parmaklar tekrar görülür meydanlarda ve bir arada. Toplanacaktır dövüşenler ve dövüşenlere gıpta ile bakanlar. Günlerin getireceği, akşamların götüreceği ne varsa, hepsini bağıracağız her yerde. Kalmaktır bu ve kalmanın inadı diye okunur.
Bizim büyük kaybettiklerimiz, bizim durmadan hatırladıklarımız, bizim asla unutamadıklarımız gelip bizi bulur bir gün ve bir adres sorar: Yaşadığımız yerin içinde yaşamak istemediğimiz yerler var. Gideriz, döneriz, gelemeyiz belki; her şeye rağmen olsun da olsun.
Haftanın kitap önerisi: Murat Özyaşar, Ayna Çarpması / Doğan Kitap