Kadın hakikatinin hedef alınmasıyla giderek derinleşen her türlü toplumsal sorun bizim mücadele gerekçemiz olarak önümüzde duruyor. En temelde de tüm toplumsal sorunlara karşı öz savunmamızı geliştirmek de varlık gerekçemiz oluyor
Neslihan Şedal
Evrenin kendini gerçekleştirme, koruma, var etme mekanizması olarak öz savunma aynı zamanda evrenin bağrında taşıdığı her varlıkta da içkindir. Her elementten parçacığa, havadan suya, taştan toprağa, eşeysizden eşeyliye, bitkiden hayvana ve insanlığa kadar… Öz savunma mekanizması evrenin ve evrendeki tüm varlıkların, kendi varlıklarını tehlikeye atacak, başkalaştıracak veya yok edecek her türlü tehdit ve saldırıya karşı koruma iç güdüsü, refleksi, zekası, politik bilinci ve en nihayetinde kültürüdür diyebiliriz.
Öz savunmanın insandaki tezahürü ise farklı bir boyut kazanarak dile gelir ve toplumsallık olarak anlam kazanır. Doğa koşullarına karşı ‘birlikte’ hareket etme ihtiyacıyla başlayan bu süreç kolektif akıl, vicdan ve ahlak sonucunda oluşa gelmiştir. Böylelikle insanlık, varlığını korumak için yaşam güvencesi olarak toplumsallığı geliştirmek durumunda kalmıştır.
O halde insanlığın yaşam güvencesinin gelişim serüveninin seyrine bakmak ve bu serüvende kadın hakikatinin izini sürmek hayati önem taşıyor. Kadının doğayla kurduğu derin ilişki, anlamlandırma çabası, yaşamın sırrına erme arzusu toplumsal tüm alanlarda öz savunmayı, değerler bütünü olarak geliştirdi. Bu öz değerler ekonomi, sağlık, politika, eğitim, kültür-sanat ve birçok alan olarak gelişti, kurumsallaştı. Toplumda iyiyi, doğruyu ve güzeli yaratmak, kendi toplumsallığını koruma, gerçekleştirme ve özgürleşme çabası olarak somutlaştı. Yaratılan her öz değer toplumsal refleksi güçlendirdi.
Örneğin Afrika’da var olan birçok kabile, özü koruma ve hatırlatma konusunda çok çarpıcı toplumsal değerlere sahip. Bir kabilede kadınlar, henüz doğmamış çocuklarına bir şarkı yapar ve ömürleri boyunca bu şarkı onlara eşlik eder. Topluma karşı bir ‘suç’ işlediğinde tüm kabilenin toplandığı bir ortamda çocuk ortaya alınır ve hep bir ağızdan yine kendi şarkısı söylenir. Kabilede cezalandırma yöntemi doğru bulunmaz. Haliyle en doğru yöntem ona kendisini, özünü, toplumsal değerlerini hatırlatmaktır.
Bu sebeple söz konusu değerler, birer hafıza merkezi niteliğindedir aynı zamanda. Tıpkı toplumsal-tarihsel bilinci canlı tutan stranlar ya da dengbêjî kültürü gibi. Bu hafıza, toplumsal varlığı korumayı ve özgürleştirmeyi amaçlar. Dolayısıyla öz değerlerdeki bu akışkan hal, topluma karşı hem ideolojik hem de fiziki bir saldırı anında toplumsal refleksi diri tutar.
Ataerkil akıl kendini inşa ederken öz savunması en güçlü olan, kültürel değerlerine en çok bağlı olan, kadın öncülüğünde gelişen ahlaki ve politik toplumları hedef alır ve o toplumları kadın üzerinden ahlaki çöküntüye uğratmak ister. Bir toplumun öz savunmasını kırmaya çalışırken öncelikli hedefi kadının toplumsal öz değerlerinden uzaklaştırmak, hatta koparmak olur. Çünkü kadının öz savunmasının, yarattığı toplumsallık olduğunu bilir.
Kadını toplumsal değerlerden uzaklaştırmak ve yabancılaştırmak demek; iyi, doğru ve güzelin yerine yanlışı, kötüyü ve çirkini geliştirmek demektir. Yani öz savunmasız toplum, çirkinleştirilerek toplumsallıktan çıkarılmak istenir. Bu çirkinlik beraberinde derin bir yabancılaşmayı ve ardından yok olmayı getirir.
Bin yıllardır süregelen zihniyet sömürüsünün, kadının öz savunma refleksini kırmaya dönük olduğu açık bir gerçek. Bu zihniyet sömürüsünün yol açtığı kendi varlığına, duygu dünyasına dair inançta zayıflık ve uzaklaştırma çabası olsa da kadının öz savunma refleksi tam anlamıyla kırılamamıştır. Binlerce yıldır kadınlar üzerinden geliştirilmek istenen kapatma kültürü, kadın yoksulluğu, tecavüz kültürü, intihara sürüklenme, tutuklama, kaybettirilme kısaca inkar ve yok etme çabasına karşı kadınlar, halklar hala kendilerini savunmanın yöntemlerini geliştirmektedirler.
Dünyanın birçok yerinde kadın özgürlük savaşçıları her türlü saldırı ve zorluğa rağmen kendi topraklarını, yaşam alanlarını, kendi toplumsal değerlerini yok etmek isteyenlere karşı meşru bir savunma geliştiriyorlar. Dünyada eşi benzeri görülmemiş savaş gerçekliğine karşı Rojava’da kadınlar direnişleriyle yeniden tarih yazdılar. Devrimsel süreçle birlikte gelişen toplumsal inşa, yeniden kadının öz savunma mekanizmalarını her alanda gerçekleştirmesiyle devam ediyor. Savunma alanından tutalım eğitime, ekonomiden kültür-sanata ve birçok alan kadının bilgisi, duygusu ve ruhuyla şekilleniyor.
Meksika’da ise kadınlar erkek aklının saldırılarına karşı her daim birçok farklı yöntemle öz savunmalarını geliştirmeye devam ediyor. Kadına yönelik şiddetin her boyutunun derince yaşandığı Meksika’da “Bizi korumuyorlar, bize tecavüz ediyorlar’’ çağrısıyla sokağa dökülen kadınlar, polis merkezlerini basıyor, sarayları ve tecavüzcüleri aklayan devlet yöneticilerinden yargı mekanizmalarına kadar teşhir eden eylemler düzenliyor. Öte yandan Hindistan’da kadınlar tecavüzcülerin evlerini basıp ateşe veriyor. Kürdistan’ın her yerinde ise özel savaş yöntemleriyle toplumsal öz savunma, kadın şahsında kırıma uğratılmak istense de bu politikalara karşı toplumsal refleks hala oldukça güçlü. Geçtiğimiz günlerde Wan’da üç dört üniformalının, kadınları taciz etmesine şahitlik eden halkın ayaklanması ve bu tacizcileri teşhir etmesi, toplumsal refleksin hala diri olduğunu çok açık gösteren örnekler.
Kadın hakikatinin hedef alınmasıyla giderek derinleşen her türlü toplumsal sorun bizim mücadele gerekçemiz olarak önümüzde duruyor. En temelde de tüm toplumsal sorunlara karşı öz savunmamızı geliştirmek de varlık gerekçemiz oluyor. Varlığımız estetik değerleri oluşturuyorsa bu estetik değerleri korumanın etik ilkelerini oluşturmak da hayati bir önem kazanıyor. O halde yeniden kolektif akıl, vicdan ve bilinçle örgütlü bir öz savunma mekanizmasının geliştirilmesi için “Bir ağaç bile kayaları delerek kök vermekte, kendini yaşatabilmektedir. Bunun kadar da mı olamıyoruz?’’ sorusunu yeniden anımsamak gerekir.