Reis geçtiğimiz hafta imamları saraya toplayıp azarladı: “140 bin kişilik bu ordu ülkemizin çehresini değiştirmelidir. Neden beklediğimiz neticeleri alamıyoruz? Daha fazla çalışmalıyız.” Mustafa Kemal’in öğretmenlere hitabının reenkarnasyonu adeta: “Ülkemizin iki orduya ihtiyacı vardır. Biri vatanın hayatını kurtaracak asker ordusu, diğeri de milletin istikbalini yoğuran ilim ordusu… Siz ilim ordusu mensupları, sizler ölen ve öldüren birinci orduya niçin ölüp öldürdüğünü öğreten ordusunuz.”
“İlim ordusu” yerine “imam ordusu” koyduğumuzda gramer ve retorik yerli yerinde tekrarlanmış oluyor. Tabii Mustafa Kemal’in teşvik edici tarzına kıyasla “fırçacı” bir üslup göze batıyor. Şahsiyet meselesi diyelim. Her iki nutukta da hitap edilenin bir “misyonerler ordusu” olduğu aşikâr. Bir ordunun yüzü batıya dönükken, diğeri doğuya ve güneye “İslam dünyası”na doğru bakıyor. Doksan senelik “parantez”i kapatmanın gereklilik kipinden emir kipine dönüşmüş hali.
Batılılaşma hamlesi ve bu girişimin eleştirisi, Osmanlı’nın 19. Yüzyıl tarihini belirledi. Tanzimatçılar, bu hususta geç kalındığı telaşı içinde Büyük Petro’nun Rusya’da ve Mehmed Ali’nin Mısır’da gerçekleştirdiği Batıcı reformlarının tekrarına giriştiler. Çok eleştirildiler. Taklitçilik ve “gâvurluk” bir yana, asıl olarak devletin bekası yerine devleti zayıflatma sonucunu yaratmakla suçlandılar. Meşruti Anayasacılar tarafından iktidara taşınmışken ilk fırsatta bir otoriter rejim tesis eden Abdülhamid, kırk yıllık Tanzimat “parantezini” kapatacaktı. Tarikat şeyhlerini sarayda ağırlıyor, Sünni İslam standartları çerçevesinde Müslüman tebaa üzerinden kadim Osmanlı hanedanının ideolojik hegemonyasını yeniden inşa çabasına girişiyordu. Onu deviren İttihatçılar, bu siyasal İslam ufkuna Türkçülük aşısını ilave ettiler.
Bu iklim içinde başlıca programatik metin, Yusuf Akçura’nın 1902 tarihli “Üç Tarzı Siyaset”i idi. Akçura, Osmanlıcılık (güncel Davutoğlu çağrışımlarıyla değil de gayrımüslim ve Müslüman tebanın eşit yurttaşlığı anlamında) ve İslamcılık hamlelerinin kaçınılmaz başarısızlığını Batı’dan esen milliyetçi rüzgâra bağlıyor ve devletin bekasının Türkçü bir yönelimle mümkün olabileceğini savunuyordu. Ziya Gökalp bu düşünceyi “Türkçülüğün Esasları”nda Turan ideali ile birleştirerek Türkiye’de fundamentalist milliyetçiliğin temellerini atacaktı. Bu ruh hali içinde faaliyete başlayan Türk Ocakları’nın da bir “misyonerler ordusu” inşa etmeyi hedeflediği kuşku götürmez
Kemalizm, bu proto-Türk-İslam sentezi üzerinde, Batıcılık parantezini yeniden açmayı zorunlu gördü. Abdullah Cevdet’in 1912’de yayınlandığında muhafazakar çevrelerin yaylım ateşine maruz kalmış olan “Pek Uyanık Bir Uyku” makalesindeki programı neredeyse harfiyen uygulamaya koydu. Devletin bekası için yalnızca devlet teşkilatının Batılılaşması yetersizdi; toplumun topyekun “medenileştirilmesi” gerekiyordu. Bu da sentezin İslamcı bileşenini marjine ittirmeyi zorunlu kılıyordu.
Türkçülük açısından ise durum “tam yol ileri” idi. Osmanlı bakiyesi Müslüman nüfus – çoğunun anadili Türkçe olmayan 29 farklı etnik grup – bundan böyle “Türk” olacaktı. Özetle, o zamanın yeni Türkiye’sinde ikinci bir emre kadar her vatandaş hem Türk hem de “medeni” olmak zorundaydı. Öğretmenlere hitap, işte böyle bir Türkleştirme ve Batılılaştırma misyonuna yapılan çağrıydı.
Zamane Türkiye’sinde “İmam Ordusu”na yapılan çağrı, belli ki bu “90 yıllık reklam arası”na konulan noktanın ifadesi. Bir “de Kemalizasyon” hamlesi olarak okunmaya müsaittir. Bize yüz senedir “istibdatçı” diye yanlış belletilmiş “Abdülhamid Han Hazretleri”nin rehabilitasyonu yaygınlaşırken Atatürk kültü konusunda hassas, Türkleşmiş ve “medenileşmiş” toplum kesimini dışlamamak adına Kemalizmin ideolojik eleştirisi ertelenmektedir. Belli ki ordu ve eğitim başta olmak üzere harcı Kemalizmle karılmış kurumların yeniden yapılandırılması alanında verilmiş olan “tornistan” komutunun derin sonuçları beklenmektedir.
Öğretmenlere hitapta eğitimin batılılaşmadan da önce birinci hedefi, milletin askerlerine “niçin ölüp öldürmeleri gerektiğini öğretmek”tir. Bu anlamıyla Kemalizm, Abdülhamid ve İttihat-Terakki zihniyetlerinin kesintisiz takipçisidir. Bugün İmam Ordusu nutkuna baktığımızda, siyasal İslamcı iktidarın Kemalizm’den gerçek bir kopuş yaşamasının imkânsızlığı da ortaya serilir. Yüz yıllık parantez bu anlamda açık kalmıştır. Vatandaşa toplumun yararı için demokrasi ve barış çağrısı yapmak yerine hala devletinin bekası adına niçin hala ölmek ve öldürmek mecburiyetinde olduğunu “öğretmek” gerekmektedir. Ne diyelim? Misyonunuz mübarek olsun.