Kemalizmin Marksizm’le kuramsal ilişkisi hemen hiç olmadı. Ama Bolşevizm’le pratik ilişkisi olduğu herkesin malumudur. Taksim cumhuriyet anıtında, Mustafa Kemal’in yanıbaşında Sovyet Kızıl Ordu generalleri Mihail Frunze ve Kliment Voroşilov’un bulunması tesadüf değildir. Araya Topal Osman ve Yahya Kaptan’ın girdiğini biliyoruz ama günün sonunda Bolşeviklerin Kemalizme fikir birliğinden değil, stratejik nedenlerle büyük destek verdikleri anlaşılıyor.
Yahudi milliyetçiliğiyse Marksizm’le köklerinden itibaren ilişki içinde oldu. Marks ve Engels, radikal Yahudi düşünür Moses Hess’ten etkilenmişlerdi. Öte yandan Hess’in gerçek halefi, Siyonizmin kurucusu Theodor Herzl’dir. Bu geçişlilikler, 19. yüzyıl Avrupa’sının entelektüel iklimi içinde son derece doğaldı. Yahudilik, yüzyılın son çeyreğinde Polonya, Ukrayna ve Rusya’da büyük pogromların hedefi olunca, Siyonizm’in ‘kendine ait bir ülke’ fikri yaygınlaşmaya, buna paralel olarak da Filistin’e ilk göçler gerçekleşmeye başladı. Plekhanov ve Lenin’in liderliğinde kurulan Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin (RSDİP) önemli bir bileşeni Doğu Avrupa ve Rusya Yahudi sosyalistlerinin birliği olan Bund’du. Bund, Yahudi kimliğine sahip çıkan bir enternasyonalizmi savunurken Siyonist Poale Zion grubu da parti içinde yer alıyordu. Poale Zion, Yahudilerin bir anavatanı olması gerektiğini ve buranın da Filistin olduğunu düşünüyordu.
İsrail devletinin kurucu isimlerinden sosyalist Siyonist Dov Ber Borochov (1881-1917), Yahudi halkının uluslararası işçi devrimine tam olarak katılması için öncelikle diasporanın anormal sosyoekonomik gerçeklerinden kurtulması gerektiğini savunuyor, Yahudilerin Filistin’de bir ülke inşa etmeleri halinde, işçi çoğunluğuna sahip bir ulus haline geleceklerine inanıyordu.
Siyonist sosyalistler, Filistin’e yerleşim ve ilerleyen yıllarda İsrail devletinin kuruluşunda merkezi bir rol oynadılar. Yerleşilen coğrafyanın Filistinli nüfusuyla ve çevredeki Arap devletleriyle birbiri ardına girilen çatışmalara ve savaşlara sahne olan İsrail devleti tarihi boyunca Siyonizm’le sosyalizm arasındaki bağ giderek inceldi ve koptu. Bunun nedenlerinden en önemlisi, Siyonist işgal ve yayılmacılığa karşı yükselen Filistin direnişinin Marksist ilkeler çerçevesinde şekillenmiş olmasıydı. 1967 savaşına gelindiğinde netleşmiş olan küresel soğuk savaş cepheleri çerçevesinde Siyonizm, ABD ve müttefiklerinin, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ise Baasçı Arap devletleriyle birlikte Sovyet bloğunun saflarına yakınlaşıyordu.
Batı’daki radikal yeni sol akımlarla birlikte Türkiye solunun Filistin davasıyla tanışıp kaynaşması bu konjonktürde gerçekleşti. FKÖ bileşenlerinden Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi (FDHKC) ile girilen ilişkiler sonucu, 1969 yazını birçok devrimci genç Filistin kamplarında geçirdi. 1971’de THKP-C’li Mahir Çayan ve arkadaşları, THKO’lu Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının salıverilmesi talebiyle kaçırdıkları İsrail İstanbul Başkonsolosu Efraim Elrom’u öldürdüler. Filistin’de sol ile Siyonizm arasında zaten atılmış olan köprüler, Türkiye’nin radikal sol pratiğinde böyle perçinleniyordu. Kökenleri Siyonist sosyalistlere dayansa da İsrail devleti, solun algı haritasında ABD ile birlikte artık düşman saflarda başköşeye oturmuştu.
O yıllar, Münih Olimpiyatları Baskını ve bir dizi uçak kaçırma olaylarıyla FKÖ’nün adını ve davasını dünyaya tanıttığı bir dönemdi. Bu eylemler, Avrupa ve ABD kamuoyunu Filistin davasına duyarlı hale getiriyor, dünya sol akımları arasında Filistin savaşçıları imgesinin popülerliği her geçen gün yükseliyordu.
Türkiye’de yükselen sol, bir yanıyla FKÖ’yü ve mücadelesini idealize ederken öte yanıyla da ironik biçimde ‘hakiki’ Kemalizme yönelmekteydi. Bu farazi halkçı ve anti-emperyalist ‘öz’, NATO’yla hemhal olmuş Kemalist müesses nizam tarafından inkâr ediliyor, halka unutturulmaya çalışılıyordu. Radikal solun Filistin davası, ordu-gençlik el ele sloganı ve anti-emperyalist eylemleriyle yeniden su yüzüne çıkarmaya uğraştığı bu ‘hakiki’ Kemalizm’den kasıt belki de köklerinde yatan ama unutulmaya terk edilmiş Bolşevizm bağlarıydı.
Kemalizm ve Siyonizm, her ikisi de Marksizm’le az ya da çok bağlantılı fikir akımları olmakla birlikte sonraki serüvenlerinde zıt yollara saptılar. Siyonizm, iç içe geliştiği Marksizm’den tamamıyla kopup Marksist siyasal akımların karşısında konumlanırken Kemalizm çok dolaylı bağlantılara sahip olduğu Marksizm’le yine dönemin Marksist siyasal yapılarına kısmen ilham kaynağı olması nedeniyle daha yakın anılır olma durumuna evriliyordu. İleriki yıllarda, Kenanist devlet destekli neo-Kemalistler, bu bağları (Çanakkale Savaşı’nın Rus devrimine etkileri, İstiklal Harbi’nin ulusların kendi kaderini tayin hakkı açısından önemi vb. söylemleriyle) abartarak Kemalizm’den bir tür devlet hizmetinde sahte sol da türettiler. Tarihin ironisi, iki benzer ulus inşası ideolojisini kökenlerinin tam karşı saflarına ittirmişti.
Kemalizmin ve Siyonizmin kurbanları da birbirleriyle pek sulh halinde sayılmaz. Kürtler için Türk devleti kadar Irak, Suriye ve diğer Arap devletleri de ulusal kimlikleri karşısında birer tehdit olarak varlıklarını sürdürürken Filistin kimliği ve siyasetinin bu genel Arap resmi siyaseti ötesinde pek bir anlamı bulunmuyor. Filistin direniş örgütlerinin de bu güne kadar Kürt halkı ve Kürt ulusal kurtuluş hareketi ile herhangi bir empati belirtisi göstermiş oldukları pek vaki değil. Bu soğukluk, adeta ezen milliyetçilikler arasındaki asimetriyi de belgeliyor.
Dahası, Filistin direnişinin siyasal özne portresi bugün, 1970’lerdeki sosyalist niteliğinden tamamen farklı. Mücadele yöntemleri ve eylem tarzı olarak her geçen gün daha fazla unutulan radikal soldan çok IŞİD ve benzeri siyasal İslamcı akımları model aldıkları anlaşılıyor. Siyasal İslam’ın zihin haritasında geçmişteki Siyonist İsrail devleti yerini gittikçe daha çok ‘Yahudi’ imgesine bırakıyor. Bu, yalnızca sosyalizmden çok faşist söylemle örtüşen anti-semitik bir ideolojik dejenerasyon değil. Pratikte de hedef genişliyor ve bütün İsrail yurttaşları hatta giderek dünyanın bütün Yahudileri hedef haline gelebiliyor. Tekbir getirip savunmasız sivilleri topluca katletmek, solun ideolojik, politik ve etik değerleri açısından oldukça problemli. Kürt hareketi, yakın zamanda özellikle Rojava’da ve Şengal’de tam da bu tarife ve kafa yapısına uygun fanatik cihatçı örgütlerle savaşarak belki de o unutulmuş radikal sol geleneği bir kez daha tazelemeyi başarmıştı. Ama şimdi Hamas’ın Filistin halkını sürüklediği yer, ne yazık ki ancak şair Behçet Aysan’ın ünlü dizesinde anlattığıyla örtüşebiliyor: “Yok başka bir cehennem, yaşıyorsun işte.”