Aşağıdaki haberi büyük bir hayretle okudum. Siz de okuyun:
“KRT yayınında seçimi ilk turda kazanacaklarını belirten Kemal Kılıçdaroğlu, ‘Seçim gecesi galip geldiğimizde kimse sokağa çıkmasın. Sevinç gösterisi yapmasın, herkes evinde otursun. Dışarı çıkıldığında taşkınlık yapılabilir, eli silahlı insanlar sokağa çıkabilir. Dolayısıyla buna izin vermeyecek bir ortam yaratmak zorundayız’ dedi.”
Haberi okuyunca medyayı gücüm yettiğince taradım. Acaba hangi örgütler ve köşe yazarları “seçimi kazanan halka seçim gecesi sokaklarda sevinç gösterisi çağrısı yapmış” diye araştırdım. Belki gözümden kaçmış olabilir, ama bulamadım. “Sevinç gösterisi” çağrısını şu ana kadar hiçbir örgüt yapmamış. Köşe yazarlarından da böyle bir çağrıyı yapan var mı diye araştırınca bir yazarın ismi çıkıyor: Veysi Sarısözen. Bendeniz. Aylardan beri YSK’nin muhtemel “sivil darbesini” önlemenin biricik demokratik yöntemi olarak, silahsız barışçı, sivil itaatsizlik eylemlerini öneren, yanılmıyorsam tek kişiyim. (Pardon, bir de Peker dostumuz var, ‘seçimden önce sokağa çıkın diyeni, seçim gecesi sokağa çıkmayın diyeni dinlemeyin’ demişti.)
Elbette benim yaptığım çağrının CHP ve muhalefet tabanında yankılandığını söyleyecek değilim. Milyonda biri bile benim yazılarımdan haberdar değil. Ama “aklın yolu bir” demişler. Siyaset erbabı “seçim gecesi” hakkında dut yemiş bülbül olsalar bile, onların tabanındaki insanlar YSK’nin ne olduğunu, neler yapabileceğini mutlaka hesaba katıyor olmalıdırlar. Çünkü kamuoyunda büyük bir kaygı var. Özellikle son günlerdeki “14 Mayıs seçimi darbedir, işgalciler darbe yapacak, Kılıçdaroğlu PKK’nin desteği ile Cumhurbaşkanı olacak, milletim de ona ülkeyi teslim etmeyecek, ‘vur de vuralım, öl de ölelim’ diyenler merak etmesin, yakında bu da olacak” açıklamaları bu kaygıyı yaygınlaştırdı. Birazcık deneyim sahibi insan, bu açıklamaların “kendi kendini ihbar” etme gibi tımarhanelik bir şey olmasından hareketle, yaratılan korku ortamının aslında YSK tarafından adım adım örgütlenen “sivil darbeyi” perdelemek, “ölümü, yani silahlı darbeyi gösterip, sıtmaya, yani ‘anayasal-sivil darbeye’” kamuoyunu razı etmek amacı güttüğünü hemen anladı.
Ve benim yazılarımdan habersiz bu taban, “ne yapmalı” sorusuna “aklın yolu bir olduğu için” “adam kaybetti, seçim sonuçlarını kaybettiği ilanı olacak ve biz kesin sonuçlar alınmadan önce zaferimizi kutlamak için alanlara çıkmalı, zaferimizi çalmak isteyenlere eylemli gücümüzü göstermeliyiz ve hırsızları caydırmalıyız” yanıtını kendiliğinden verdi.
Kılıçdaroğlu benim yazılarıma değil, kendi tabanında oluşan bu “çözüm yoluna” itiraz ediyor. Onlara “sokağa çıkmayın, herkes evinde otursun” diyor. Erdoğan’ın gösterdiği “silah” korkuluğunu o da gösteriyor: “Eli silahlı insanlar sokağa çıkabilir”.
Hazin ama beklenen bir tutumdur bu. Muharrem İnce Erdoğan’dan muhtemelen en az üç-dört puan önde bitirdiği seçimi, YSK kararıyla kaybetmişti. O gece “YSK’nın önüne binlerce avukat yığma” kararından, “derinlerden” gelen bir sesle vazgeçilmiş, seçimin çalınmasına karşı sokağa çıkan CHP gençliğine ‘sokaklarda silahlı insanlar var, evinize dönün’ çağrısı yapılmıştı.
Şunu hemen söylemem gerekiyor: CHP tabanı o gece evinde oturursa, hiç kimse Kürt halkını ve onun sosyalist müttefiklerini “Kılıçdaroğlu’nun başkanlığını savunmaya”, hırsızlığa karşı direnmeye çağırmayacaktır. Yeşil Sol Parti’nin kararıyla Kürdistan halkı Kılıçdaroğlu’na “oy verecek, ama o evinde otururken onun başkanlığı için can vermeyecektir.”
Seçimin kaderi ne Erdoğan’ın örgütlediği SADAT, ne Soylu’nun başında olduğu polis ve jandarma ne de “sivil darbe cuntası” YSK tarafından belirlenmeyecektir. Seçimin kaderini seçimi daha şimdiden kazanan halk çoğunluğunun bunlara karşı “dik duruşu” belirleyecektir.
Ve Kılıçdaroğlu şimdiden kaderini bu halk çoğunluğuna değil, Erdoğan’ın ve YSK’nin vereceği karara bağlamış bulunuyor.
Belki devletin derinliklerinden beklediği bir şeyler vardır, bunu biz bilemeyiz. Bilemeyiz ama eğer varsa bir beklediği, o halde kaderini yine halk çoğunluğuna değil, o derinlerden gelecek sese bağlamış demektir.
Kendisi bilir.
Şunu eklemeliyim: Ben “alanlara çağrısını” yaparken, muhalefetin “seçim darbesini önlemek” için, aynı zamanda “eğer seçimi çalarsanız, sine-i millete çekiliriz” ültimatomunu vermesini de önermiştim.
Acaba Kılıçdaroğlu o gece, evinin mutfağından iktidara “elini sandıktan çek, aksi takdirde sine-i millete çekileceğim” diyebilecek midir?
Bunu da diyemezse, bilelim ki muhalefet “silah tehdidine” karşı “sivil darbeye” razı olmuştur. Erdoğan’a başkanlık, muhalefete Meclis’te çoğunluk, halka “kurşunlar”. Pis bir şarkıdır bu…
Dinleyip de enseyi karartmayalım.
Seçim bu şarkıyla biterse Türkiye egemen siyasetinin bütün alternatifleri tıkanmış olacak. Saray İttifakı da Millet İttifakı da ömrünü tüketecek ve her durumda “Üçüncü Yol” halk çoğunluğu için biricik alternatif haline gelecek. O nedenle bütün bu olanlara boş verelim, Kılıçdaroğlu’na bir oy verelim, isterse Başkanlık koltuğuna otursun, isterse evinde otursun, Yeşil Sol Parti’ye ise asıl oyumuzu verip onu TBMM’ye en az yüz vekille gönderelim.
Yolumuz açıktır. Açık olsun.