Aslında acıklı bir hikâye Erysichthon’unki… Hırs ve kibirin insanı sürüklediği akıbeti anlatıyor bize. Kendi kendini yemeye kadar varan korkunç bir son, içinde ciddi dersler barındırıyor
Arif Mostarlı
Yunan mitolojisinde öyle olaylar ve karakterler vardır ki, hikâyeyi anlatırken şaşırıp da isimleri filan değiştirsen maazallah insanı Silivri’ye kadar götürür!
Biz düz anlatalım ama. Anlatalım ve isteyen istediğine benzetsin de başına belayı alsın!
Teselya kralı Erysichthon’un hikâyesi bu. Teselya, şimdi yaklaşık olarak Atina ve Selanik arasındaki bir coğrafyaya denk düşüyor. Cennet gibi bir yer! Oranın kralı olsan, ne güzel, yattığın yerden şarabını iç, kahvaltıda mis gibi zeytin, öğleyin türlü av etleri filan… Ama Erysichthon öyle biri değil. Hırs var adamda, çok fena hem de. Kocaman sarayı var ama yetmiyor, daha büyüğünü istiyor. “İtibardan tasarruf” diye bir şey onun kitabında yazmıyor. Kısacası, hırslı, bencil ve zorba bir kral.
Sonunda belasını bulur Erysichthon. Ama değişik bir şekilde…
O ağacı kesmeyeydi…
Erysichthon, bir gün sarayını büyüterek kocaman bir ziyafet salonu ekleme hevesine düşer ve bunun için de gözünü bereket tanrıçası Demeter’e adanmış bir koruluğa diker. Ama ne koruluk! “Ok atsan içinden geçmez” diye tarif ediliyor, o kadar yani! Kralın etrafındaki akıllı kişiler, “Yapma etme, bu Demeter’in kutsal korusudur, başına bela alırsın” deseler de işe yaramaz. Erysichthon kafaya koymuş bir kere: Ağaçlar kesilecek! Koskoca kral, bağzı ‘marjinal’ tanrıça ve perilerle pazarlık edecek değil ya!
Böylece, elleri baltalı bir sürü adamıyla ormana dalan kral, emirler yağdırır ama kimsenin eli varmamaktadır bu işe. Sonunda kendisi eline alır baltayı ve korudaki ağaçların en yaşlısı olan kutsal meşeye yaklaşır. “Hep tanrıçanın dediği olmaz. Kimin korumasında olursa olsun, ne kadar değerli olursa olsun, bu ağacın dorukları yere değecek” diye haykırır ve baltayı kaldırır. Hatta kendisine engel olmak isteyen uşaklarından birini de bu arada öldürür.
İlk darbede, yaşlı meşeden bir inilti yükselir ve bu ses ta Demeter’in kulaklarına kadar ulaşır! Demeter, çok kızar ve ‘Benim meşe ağacımı kim kesiyor?’ diye ayaklanır. Ama bu arada koca ağaç, çoktan devrilmiştir bile. Ve o anda ağacın içinde yaşamını sürdüren periler kralı lanetler.
Tanrılar arası küçük bir rica
Demeter öfkeyle dolmuştur… Ama kendisi müdahale etmez. Daha korkunç bir plan kurar. Dağ tanrıçasını çağırıp, İskitya diye anılan yerde yaşayan açlık ve kıtlık tanrısı Limos’a gönderir. Kendisi gidemez, çünkü bereketin olduğu yerde açlık, açlığın olduğu yerde bereketin olması mümkün değildir. Dağ tanrıçasına da Limos’a çok yaklaşmadan emirlerini iletmesini söyler. Emir basittir: Limos, kralın içine sızacak ve açlığını ona üfleyecektir. Limos kabul eder Demeter’in emrini ve daha o gece kral uyurken yatağına usulca süzülür, üstüne abanır, Erysichthon’un içine derin bir nefes verir. Öyle ki, nefes, kralın bütün gövdesine yayılır.
Felaket ertesi gün başlar! Derin uykusu içinde yiyecekler gören kral, uyandığında korkunç bir açlık hissiyle emirler yağdırır: “Hemen masayı kurun ve yiyecek ne bulursanız getirin!”
Derin bir uçurum gibi
Ama doyma hissi artık onu terk etmiştir. Yemekler geldikçe doymak bir yana, daha da acıkmakta, her lokma gövdesinin derinliklerinde adeta yokmuş gibi kaybolmaktadır. Yedikçe acıkmakta, acıktıkça daha fazla yemek istemektedir Erysichthon; dipsiz bir kuyu gibi…
Üstelik öyle şişman filan da değildir. Tersine her geçen gün daha da zayıflamakta, sağlığını yitirmektedir. Bütün ülke, bütün tebaası ve ailesi ona yiyecek yetiştirmekle meşguldür artık ve gitgide atalarının serveti de erimektedir. O kadar ki, sonunda kızı Mestra’yı da yiyecek alabilmek için köle olarak pazarda satar. Bir zamanlar deniz tanrısı Poseidon’un sevgilisi olan kız; dönüp ona yalvarır ve Poseidon üzüntüsünden kahrolarak kıza şekilden şekle girebilme yeteneği verir, teselli olarak. Ancak, Erysichthon, kızının kuş, öküz, kısrak gibi çeşitli şekillere girebilme yeteneğini fark edince, bu kez defalarca satar kızını değişik biçimlerde. Ama yine de tahta parçalarını bile kemirme noktasına varan korkunç açlığını doyuramaz. Artık geriye ne saray, ne de ülkesinin sınırları içinde yenebilecek herhangi bir bitki ya da hayvan kalmıştır. Yük katırları, evcil kediler ve köpekler, böcekler… Bir hortum gibi çekip yutmaktadır hepsini.
Ve nihayet son nokta: Artık hiçbir şeyin doyuramadığı kral Erysichthon, yenebilecek nesneleri tamamen tükettiğinde, kendi kendini parça parça yemeye başlar… Önce kollarını, sonra bacaklarını… Gövdesi gittikçe eksilir, eksilir eksilir… Ve sonunda, yok olur!
Anlayana sivrisinek saz
Anlayan anladı artık ama yine de kıssadan hisse isteyen olursa, evet var. Hem de birkaç tane:
Birincisi, kral da olsanız, öyle vay ben sarayımı, servetimi büyüteyim diye ağaçlara dokunmayın! Ola ki içlerinde Demeter’in perileri vardır, fena çarpılırsınız.
İkincisi, yeme hırsı pek tekin bir şey değil. Yemenin sonu yok. Daha doğrusu var: Bir gün yenebilecek şeyler bitebilir ve kendinizi kemirmek zorunda kalabilirsiniz.
Üçüncüsü, ben kralım, kimseleri takmam diye bir şey yok. Deveden büyük fil, kraldan büyük halk var. Hatta siz en iyisi kral olmayın. Böyle bir hevese kapılırsanız da bir yere oturup sakinleşin, bu aptalca işten vazgeçin!
Ve nihayet dördüncüsü, çevrenizde kral olduğunu iddia eden şahıslar varsa, onlara yaslanmayın, düşersiniz, bir yeriniz incinir…