İşbirlikçilik; iki gücün kendi çıkarlarını gözeterek bir anlaşmaya varmasıdır. İki güçten birinin her dediği yapılıyor ve sadece güçlü olanın çıkarları korunuyorsa bu teslimiyet olur. Bu durumda KDP tüm iradesiyle TC’ye teslim olmuş oluyor
Ziya Güler
“1975’te sayıları 100 bini geçen peşmerge gücünün büyük bir çoğunluğu Mele Mistefa Barzani’nin ikrarı ile silah bırakıp İran’a gitti. Aynı yılın 6 Nisanı’nda Irak ve İran arasında yapılan Cezayir Antlaşması’ndan sonra gerçekleşen bu olay, Başûrê Kurdistan tarihine “Aşbetal/Tasfiye” olarak geçti. Aşbetal; halk arasında “değirmenin durması” anlamına gelirken, bunun siyasi anlamı ise Mele Mistefa Barzani’nin “devrim bitti” ilanı ile Kürtlerin dağlardan çekilmesiydi. Bununla Kürdistan tarihinde ilk kez bir direniş ve isyan kendi lideri tarafından tasfiye edildi.”
KDP’nin siyasi karakterinin genel bir çerçevesi olan şu kısacık alıntı bile seksen yıllık tarihini özetler niteliğindedir. Kürtlerde bir atasözü şöyle der:
“Ban qulbe binban şile” (dam delikse evin içi ıslaktır). Elbette bu atasözü Güney halkını işaret etmiyor. Bir aşiret içinden sıyrılan Barzani ailesinin, çağdaş yönetim sistemlerini taklit ediyormuş gibi görünerek Güney halkını yönetme iddiasına göndermedir. Dar feodal aile yapısı ile Sümerlerden kalma son hanedanlığı oynayan ailenin en büyük övünç kaynağı, erkek çocuklarının sayısı ve hünerleri, birden fazla kadın ile evlilik (Neçirvan başkanlık dönemlerinin başındayken ikinci evliliği denedi ancak Mesut izin vermedi), mal varlıklarının sergilenmesi, düğünlerde uçuk rakamlarda para takmaları gibi klasik aşiret böbürlenmelerini aşamıyor. Hanedanlık gereği aile özne sayılır ve altındaki tüm oluşumlar birer nesne olarak algılanır. Söz konusu ailenin kendi itibarı olunca bu uğurda tüm nesneler alınıp satılabilir, değiştirilebilir, hatta peşkeş çekilir. Barzani ailesinin hanedanlık rüyası seksen yıllık bir hedeftir. Bu rüya uğruna yeri gelmiş Kürdistan’ı Irak’a peşkeş çekmiş, yeri gelmiş İran’a peşkeş çekmiş, İsrail ile işbirliği yapmış, şimdi de Türkiye ile pazarlığa oturmuş durumda. Pazarlığa oturmuş diyorsak aslında KDP’yi tamamen iradesiz göstermemek içindir. KDP’yi tanıyan her kesim iyi biliyor ki KDP pazarlık yapamaz. KDP için hep işbirlikçi denildi ama KDP işbirlikçiliği de yapamaz. İşbirlikçilik; iki gücün kendi çıkarlarını gözeterek bir anlaşmaya varmasıdır. İki güçten birinin her dediği yapılıyor ve sadece güçlü olanın çıkarları korunuyorsa bu teslimiyet olur. Bu durumda KDP tüm iradesiyle TC’ye teslim olmuş oluyor.
Türkiye’nin bugün itibarıyla Güney’de seksenden fazla askeri üssü var. İstediği yerde kimlik kontrolü yapıyor, istediğini gözaltına alıyor, istediği yeri bombalıyor. Barzani ailesi görünüşte bile iktidar ya da yönetim değil. Görünüşte iktidarlar ara sıra ipi elinde tutan güce diş geçirmeye ya da bazı kararlarını veto etmeye çalışır. Barzani ailesi bunu bile yapamıyor. Bazı bilgilendirmeler ya da boy göstermeler için medya karşısına çıkıyorlar, ama tüm Güney artık yönetimin Barzani ailesinin elinde olmadığının farkındadır.
Peki bu durum ortaya nasıl bir sonuç çıkarıyor. Türkiye kendi sınırları içinde yaşayan Kürtlerin dilini, kimliğini, hatta halayını kabul etmezken, kendi içindeki Kürtleri ‘vatan haini, bölücü’, yok edilmesi gerektiğine inanmışken, Güney Kürtlerine güller dağıtmayacaktır. Efrîn’deki Kürtlere neler yapıldığı ve hala da yapmakta olduğunu tüm dünya gördü ve sadece bakmaya da devam ediyorlar. Efrîn’deki çetelerin en insanlık dışı uygulamalarına maruz kalan Kürt kadınları, çocuklar, yaşlıların feryadı hala da kulaklardadır. Barzani ailesi tüm bunlardan elbette haberdardır. Ve şu anda Efrîn’deki çeteler Güney Kürdistan topraklarında boy gösteriyor.
Güney’deki bu hareketlilik başladığından bu yana AKP medyasında Misak-i Milli ile ilgili haberler boşuna değildir. AKP bir yandan MHP ile aralarında kavga görüntüsü vererek ufukta demokrasi geliyor algısı yaratırken, bir yandan CHP ile ittifak arayışlarına girmiş gibi yapıyor. Resmin tamamına bakınca apolitik kesimin kafasında şöyle bir senaryo canlanıyor. AKP, Sinan Ateş cinayetini bahane ederek MHP’nin üzerine gidecek, bu operasyonu genişleterek Süleyman Soylu’ya hatta Mehmet Ağar’a kadar gidecek, sonuçta MHP ve onun ideolojisi terör ile anılarak FETÖ gibi tarihin çöp sepetine gidecek. Türkiye bu milliyetçilik belasından kurtulunca CHP-AKP ortak bir anayasa yaparak tüm kimlikleri anayasal güvence altına alarak yeni bir Türkiye yüzyılı başlatacak. Yeni Türkiye’de tüm kimlikler güvence altına alındığı ve yerel yönetimler güçlendirildiği için Güney Kürdistan da bu yeni Türkiye’ye sorunsuzca katılacak. Hatta Rojava bile bu oluşumda yerini alabilir. Yani ne olacak ha Irak merkezi hükümetine vergi verdin ha Türkiye’ye vergi verdin. Yerel yönetim için ne fark eder? Ya da Rojava için sınırları Türkiye korusun siz de kendi içinizde kendinizi yönetin. Biraz da vergi verdiniz mi işte sana yeni demokratik Osmanlı. Ne de olsa aynı ümmetiz… (Apolitikleri yermem senaryoyu olumladığım anlamına gelmesin.)
Tabii apolitik kesimin göremediği ise Türkiye’nin bin yıllık devlet arşividir. Türklerin bin yıllık devlet arşivindeki herhangi bir yüz yılı okuyan lise öğrencisi bile devlet aklının nasıl soğuk ve pragmatik olduğunu fark eder. Neçirvan İngiltere’de okumuş ama belli ki Times Nehri okuldan daha çok dikkatini çekmiş. Oysaki sömüren-sömürülen ilişkisini en iyi İngiltere bilir.