KDP bir taraftan Kürt birliğini dinamitledi, diğer taraftan bütün yumurtalarını ‘Ankara sepetine’ koydu. Güney Kürdistan, Türkiye’nin girişimi ile neredeyse topraklarının yüzde 40’ını kaybetti. Ve Güney, Türkiye’nin ipoteği altına alındı
Cahit Mervan
KDP, 1946 yılında kurulmuş. Yani PKK’den 32 yıl önce. KDP’ye bağlı medya organlarına baktığımızda ekonomik krizden savunmaya, sınır güvenliğinden komşu ilişkilerine kadar bütün alanlarda ortaya çıkan sorunların kaynağı PKK’dir. Onlara göre PKK ortadan kaldırılırsa bütün sorunlar kendiliğinden hallolacak. Ancak algı operasyonlarının gücü bir noktaya kadardır. Sonra gerçeğin duvarına çarpar, tuz buz olurlar.
Dr. Şivan ve arkadaşları
PKK ortaya çıkmadan önce de KDP’ye muhalif olan Kürt dinamikler vardı. Ancak bu dinamikler güç haline gelmeden tasfiye ile karşı karşıya kaldılar. 60’lı yılların sonunda Doğu Kürdistan’da ortaya çıkan devrimci liderler bizzat Güney KDP’si tarafından fiziki olarak ortadan kaldırıldılar. Keza aynı akıbetle Kuzey Kürdistanlı Dr. Şivan ve arkadaşları karşılaştı.
1975 yenilgisi sonrası KDP, İran’a çekildi. Ve “parti” içinde daha önce baş gösteren görüş ayrılıkları sonrası liderliğini Celal Talabani’nin üstlendiği kısa adı YNK olan Kürdistan Yurtseverler Birliği kuruldu.
YNK’ye saldırı
KDP, YNK ile “normal” rekabet içinde olmadı. Şiddet yollarını kullanarak YNK’yi tasfiye etmeye çalıştı. 1978 yılında KDP, Türk devletinin de desteğiyle Şemdinli yakınlarında YNK Peşmerge grubunu çevirdi. Çatışma sonrası esir düşen Ali Askeri ve Dr. Xalid gibi önemli YNK kadroları kurşuna dizildi.
Doğu Kürdistan
Bugün KDP’nin bidonunu çiviyle delip oradan beslenenler o yıllarda büyük oranda Barzani ve KDP karşıtıydılar. Barzani’nin ABD Dışişleri Bakanı’na yazdığı bir mektubu dergi sayfalarında “ihanetin belgesi” diye çarşaf çarşaf yayımlanıyordu. KDP’nin lideri Mele Mustafa Barzani “emperyalizmin işbirlikçisi”, “feodal ve gerici” olarak nitelendiriliyordu.
Ancak Kuzey’de kapışma KDP yanlıları KUK ile Barzani ve KDP’yi “ihanet” etmekle suçlayan gruplar arasında yaşanmadı. Özellikle sınır hattına “el koymuş” KDP’ye bağlı KUK ile PKK arasında yaşandı.
Elbette o dönem daha yeni doğmakta olan Güney’de YNK’ye, Kuzey’de PKK’ye karşı geliştirilen politika bir istisna değildi. Öncesi olduğu gibi daha sonra da tekrarlanacaktı. Bunun en ağır sonuçlarını Doğu Kürdistan devrimi yaşayacaktı.
Şubat 1979’da İran’da Şah rejimi yıkıldı. Ülkede otorite boşluğu doğdu. Kürdistan’ın doğu parçasının önemli bir bölümü özgürleştirildi. Dr. Abdurahman Qasımlo’nun lideri olduğu PDK-İran (Birçok yönden Irak KDP’sinden farklıydı) ve daha solda duran KOMELA büyük oradan Doğu Kürdistan’ı kontrol altına aldılar.
Ancak çok geçmeden Tahran’daki iktidar savaşını mollalar kazandı. Devrim, İslamcılar tarafından çalındı. Muhaliflere karşı görülmemiş bir terör estirildi. Kürdistan devrimini yıkmak için seferler başladı. İran ordusu parçalanmış durumdaydı. Pasdarlar daha yeni yeni organize oluyorlardı. Kürtlere karşı zafer için “iç” bir güce ihtiyaç vardı. Bu işte mollalar rejimi 1975 yenilgisiyle İran’a çekilen KDP Irak’ı kullanmak istedi. Ve kullandı da.
Barzani-Öcalan görüşmesi
O yıllar KDP-PKK arasındaki “rekabet” sonlanmış gibi gözüküyordu. Mesut Barzani Şam’da PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüşmüş ve bir protokol imzalamıştı. Ve 1982’de Lübnan’da Filistin hareketinin İsrail karşısında ağır bir yenilgi alması askeri bakımdan PKK’nin Kürdistan’a taşınmasını hızlandırmıştı. KDP’nin 1975 yenilgisiyle terk ettiği dağlarda artık PKK vardı.
Ancak o yıllar PKK için çok zor yıllardı. PKK ilk ciddi tasfiye olma sürecine 5 No.lu işkencehanesiyle karşı karşıya kaldı. Ağır bedeller ödeyerek tasfiyeyi boşa çıkardı. Bunu 1984’te silahlı başkaldırı izledi. Artık o bölgede dengeleri değiştirecek bir güçtü.
Şam Protokolü
KDP, 1992 yılında daha önce PKK ile imzaladığı “Şam Protokolü’nü” yok saydı. Türk ordusu ile birlikte PKK’ye karşı “Sandviç operasyonu”nda yer aldı. ‘92 savaşı PKK’den çok Türk ordusuna bu operasyonda mihmandarlık yapan KDP’ye kaybettirdi. PKK, Kürdistan’ın her yerinde ve diasporada etkin bir güç haline geldi. Öyle ki Türk devleti 1993 yılının başında YNK Lideri Celal Talabani’yi arabulucu olarak Abdullah Öcalan’a gönderdi. Ateşkes ilan edildi.
Saddam tankları
12 Eylül darbesinden sonra PKK ikinci kez 1999 yılının Şubat’ında lideri Abdullah Öcalan’ın devletlerarası bir komplo sonucu Kenya’nın başkenti Nairobi’de kaçırılarak Türkiye teslim edilmesiyle birlikte tasfiye ile karşı karşıya kaldı. “Baş gitti gövde paramparça olacak” diye hesaplanıyordu. Bu hesap komplo daha başarıya ulaşmadan kulaklara fısıldanmıştı. “Bu iş bitti, şimdi sizin gününüz” deniliyordu. Aslında bu nedenle kanlı bıçaklı olan Mesut Barzani ve Celal Talabani, Beyaz Saray’da ağırlanıyor, aralarındaki husumet yerini zoraki bir el sıkışmaya bırakıyordu. Çünkü daha iki yıl önce KDP, Saddam tanklarıyla YNK’nin elindeki Hewlêr’e dalmış, YNK’yi silmiş, başkente zoraki el koymuştu.
Boş hayaller
Tabii Beyaz Saray’da ağırlanmanın bir bedeli vardı. Çok geçmeden KDP, PKK ve Öcalan’ın “terörist” olduğunu iddia eden kalın bir dosyayı diploması koridorlarında dolaşıma soktu. Tıpkı şimdi küresel çapta kamuoyunda büyük bir hayranlık duyulan YPG’nin gözden düşürülmesi için KDP yetkililerinin ve medyasının yaptığı algı operasyonları gibi…
Ama beklenen olmadı. Öcalan’ın esir düşmesine rağmen PKK paramparça olmadı. Aksine 16 Şubat 1999’da tarihin tanık olduğu en büyük halk ayaklanmaları yaşandı.
O günlerde KDP ve çeperinde duran Kürt marjinal örgütleri artık PKK “efsanesinin” sona erdiğini düşünüyorlardı. “Gemiyi terk edin” çağrıları acayip ses getiriyordu. Dikkat çeken ise Öcalan’ın esir alınmasına göstermelik de olsa KDP ve liderliğinden tek bir tepki dahi gelmeyecekti.
Barzani’nin sözleri
2003 yılının Mart’ında ABD, 1991’de yarım bıraktığı işi tamamladı. Irak’ta Saddam Hüseyin rejimi çöktü. Güney Kürdistan yasal bir statüye kavuştu. Irak yeniden oluşturuldu. Kürtler aslı, kurucu unsur olarak bu süreçte yer aldı.
Saddam’ın yıkıldığı ama daha yeninin ne olacağının belli olmadığı bu “kaos arası” süreçte KDP merkezli PKK’yi çözme girişimleri de hız kazandı. Eski bir reklam filmini andırırcasına “Eskimiş çoraplarınızı atın” deniliyordu. Megafonlarla Kandil’e çağrılar yapılıyor. Nihayetinde KDP, PKK’yi bir kez daha bölme, parçalama ve tasfiye etmeyi beceremedi.
Bir anlamda bu üçüncü tasfiye süreci de başarısız olunca işler biraz rayına oturdu. Geçmişte yaşanan -ki buna eklenebilecek 17 Mayıs 1997’deki Hewlêr’de çoğu gazi olan PKK kadro ve sempatizanlarına karşı KDP’nin giriştiği insafsızca katliam da vardı- nahoş olaylar unutulmaya bırakıldı. Karşılıklı sıcak mesajlar yayımlandı. Mesut Barzani “Kürt kanının Kürt eliyle dökülmesine izin vermeyeceğim” gibi bağlayıcı sözler söyledi.
Ancak siyaset pazarında bu sözlerin ne önemi olabilirdi ki?
Devlet masaya oturdu
Öcalan’ın lideri olduğu hareketin etrafında görülmemiş bir yükseliş vardı. Oslo görüşmeleri, PKK’lilerin milyonlarca insan tarafından karşılanan meşhur Habur dönüşü derken, devlet 2012’nin sonunda ilk kez kapalı kapılar ardından çıktı; Öcalan, PKK ve Kürtlerle açıktan müzakerelere başladı. Bu sürecin Kürtler içindeki yansıması da olumluydu. Artık tümden baltaları toprağa gömmenin zamanı gelmişti.
Ulusal kongre
İlk kez bütün parti, grup ve dinamikleri temsilen yüzü aşkın delege bir araya geldi. Hewlêr Zirvesi gerçekleşti. Kongre için yer, zaman tespit edildi. Ancak son anda KDP suyu yokuşa sürdü ve kongrenin toplanmasını önledi. Akıllara hemen Türkiye ile KDP arasındaki o meşhur “gizli” anlaşma gelmişti.
Bunu KDP’nin daha yeni doğmakta olan Rojava’ya karşı düşmanca tutumu izledi. Anlaşılmayan şey Kürt karşıtlığında bölgesel çapta başı çeken güçle Barzani yönetimi neden aynı paralelde Rojava’ya karşı tutum alıyorlardı? Halbuki, 2012 yılında dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan “Kuzey Irak’ta düştüğümüz hataya asla Kuzey Suriye’de düşmeyeceğiz. Burada bir terör koridoruna müsaade etmeyeceğiz” diyordu.
Demek istediği şuydu: Kürtlerin Suriye’de herhangi bir şekilde statü elde etmesini engelleyeceğiz.
Barzani-HPG görüşmesi
Tabii tarih hep muktedirlerin dediği gibi akmıyordu. Dün olduğu gibi bugün de tarihin akışını değiştirenler de vardı.
2014 Ağustos’unda DAİŞ, Êzidî Kürtlerin yurdu olan Şengal’e saldırdığında bir grup HPG’li tarihin akışını değiştirmeyi başardı. Soykırım tümden olmasa da önlendi. DAİŞ’in Hewlêr’e yürüyüşü durduruldu.
Tabloda artık Şengal’i bırakıp kaçan KDP Peşmerge güçleri değil, Maxmur’da HPG’lilerle bağdaş kuran Mesut Barzani vardı. Birlik için iyi bir görüntüydü.
İşte Kobanê böylesine bir dönemde tarih sahnesine çıktı. Irak ve Suriye ordusunun dahi önünde havlu attığı DAİŞ adlı küresel katiller ordusuna, Kobanê’de YPG-YPJ stratejik bir darbe vurdu. Bütün kartların yeniden dağıtılmasına neden oldu.
Rojava hazımsızlığı
DAİŞ, Kuzey-Doğu Suriye topraklarından sökülüp atıldıkça bir taraftan Türkiye diğer taraftan KDP; Rojava, Şengal ve Kandil’e baskıyı artırdı. KDP sözde Rojava için kurduğu “Roj Peşmergeleri”ni Şengal üzerine sürdü. 2 Mart 2017’de saldırı sonucu 2 HPG’li zırhlı araçların ilerleyişini önlemek ve bir çatışmadan kaçınmayı sağlamak isterken infaz edildi. Bu inanılmaz, dehşet verici bir sahneydi. Aynı saldırıda yaralanan Çira Tv muhabiri gazeteci Nujiyan Erhan da birkaç gün sonra yaşamını yitirdi. Böylelikle Barzani’nin “Bir daha Kürt kanı akıtmayacağız” sözlerinin aslında hiç de bağlayıcı olmadığı görüldü.
Ankara sepeti
Dahası Efrîn, Girê Spî ve Serêkaniyê işgallerine gerekçe bulmak KDP’ye düştü. KDP işgali kınama yerine “PKK’nin varlığını” soykırımın gerekçesi olarak sundu. Elbette ki bu sadece bir akıl tutulması değildi. KDP bir taraftan Kürt birliğini dinamitledi, diğer taraftan bütün yumurtalarını “Ankara sepetine” koyduğunu ilan etti.
Referandum
Ancak 2017 bağımsızlık referandumunda KDP, Güney’e acı bir fatura çıkarttı. Bağımsızlık referandumunun sonuçlarına sahip çıkmadı. ABD’nin “İki yıl bekleyin” uyarılarına kulak tıkadı. Güney Kürdistan bizzat Türkiye’nin girişimi ile neredeyse topraklarının yüzde 40’ını kaybetti. Mesut Barzani iktidardan “düşürüldü.” Ve Güney, büyük oranda Türkiye’nin ipoteği altına alındı.
Peki, göz göre göre böylesine tehlikeli bir oyunu Güney için kim kurguladı? PKK mi? Yoksa kim?
Ne yazık ki bugün gelinen aşamada KDP’nin mevcut yönetimi iç savaş için “gemileri yakmak” istiyor. PKK’ye karşı savaşmak için açıktan provokasyona girişiyor.
İntihar girişimi
Bu işin bir yanı KDP ile PKK arasında başından itibaren var olan ideolojik-politik nitel fark. Ancak bunlar çatışmaya varmadan kabul edilir rekabet koşulları içinde çözülebilir. Doğru olan bu. Ancak KDP doğru yolu seçmiyor. Ne yazık ki ilelebet iktidar için gerilime, çatışmaya, sömürgecilerin yedeğine düşmeyi tercih ediyor. Bunun bir intihar girişimi olduğunu söylemeye gerek yok.