Baharın ilk günlerindeyiz. Kara kış tüm zorlayıcılığına rağmen hükmünü yitirdi. Cemreler düştü havaya, toprağa, suya. Ve umut adına, baharın müjdeleyicisi kardelenler filizlenip süslüyor her bir yanı.
Doğa için geçerli olan bu durum halkımız ve Türkiye toplumu için de aynı şekilde geçerliliğini koruyor. Tıpkı kar kış misali, baskısı altında giriliyor bahara. Ve bahar halkımız için özgürlük ve direniş anlamına geliyor.
Leyla Güven öncülüğünde açlık grevi direnişçileri, kardelen misali faşizm koşullarında direnişi filizleyip ulaştırdılar bahara. Ve Kürt halkı bahar halkıdır. Ve bahar özgürlüğe koşma zamanıdır. Bu bahara destansı bir direnişle giriş yapıyor Kürtler. Binlerce kahraman evladı, güneşe ulaşma adına yatırmış bedenini açlığa.
Safi bir iradeyle dimdik direniyor. Bu uğurda her türlü bedeli ödemeye hazır. Zerre kadar bir ikircilik yok Leyla ve yoldaşlarında. Güneşe doğru başlattıkları akında sadece kararlılık, başaracağına sonsuz inanç ve bükülmez çelikten bir irade var. Kürt halkı kahramanlarından ne kadar gurur duysa yeridir. Ama yetmiyor bu. Onlara ses olmak, nefes olmak, takat olmak, direnç olmak gerekiyor.
Onlar bir halkın özgürlüğü için ölüme meydan okuyorlar. Bizler de onları yaşatmak ve amaçlarına ulaşmalarını sağlamak için her türlü bedeli göze almaya ve alanlara akarak onlarla ve direnişleriyle bütünleşmek zorundayız. Yurtseverlikte, demokratlıkta, ilericilikte, özgürlükçülükte, samimi inanç sahibi olmakta, faşizme karşı çıkmakta ve hatta insani erdemlerini korumakta bunu gerektiriyor. Tüm bu konularda artık sözün fazla hükmü kalmamıştır. Pratik ve eylem düzeyimiz ne olduğumuzun yada olmadığımızın tescili olacaktır. Bu konuda özellikle tutuklu ailelerine büyük rol düşüyor. Kuşkusuz her tutuklu ailesinin içi kan ağlıyor. Çünkü hem zindanlar tam bir işkence merkezlerine dönüştürülmüş, hem de evlatları tecride karşı bedenlerini ölüme yatırmış.
Gün çocuklarına sahip çıkma, onları yaşatma günüdür. Bu konuda tutuklu aileleri kimseden bir şey beklememelidir. Kendileri harekete geçmeden, eylemleriyle toplumsal vicdanı harekete geçirmeden ve sürece öncülük etmeden bilinmelidir ki dışardaki suskunluğu bozamazlar. ‘’Neden dışarıda yeterli bir sahiplenme olmuyor’’ diyemezler. Çünkü dışardaki sahiplenmeyi yaratacak, toplumu harekete geçirecek olan kendileridir. 1 Mart itibarıyla zindanlardaki tüm tutuklular yani binlerce kişi başladı süresiz dönüşümsüz açlık grevine. Bu saatten sonra her tutuklu ailesi bulunduğu yerde bir şeyler ortaya çıkarmaya çalışmalı, diğer tutsak aileleriyle dayanışma temelinde elinden ne geliyorsa yapmaya odaklanmalıdır.
Birilerinin bir şeyler yapacağı beklentisi aşılmalıdır. Bilmelidirler ki herkes onlardan bir şeyler yapmayı, evlatlarını sahiplenmeyi bekliyor. Onlar bu işin öncülüğünü yaparsa görülecektir ki toplumsal sahiplenme de hızla gelişir ve büyür. Şunu unutmamak gerekiyor; 12 Eylül faşizmi koşullarında bile tutuklu ailelerinin büyük sahiplenmesiyle zindandaki tutuklular eylemlerinde başarılı olmuşlardır. Hepimiz etrafımızda deyim yerindeyse zindan kapılarında ve direnişlerde ömrünü geçiren anaları biliyor, tanıyoruz. Yine 1990’ların o baskı ve ‘’faili meçhul’’ süreçlerinde, tutuklu ailelerinin her türlü baskı ve bedeli göze alarak çocuklarına sahiplenmeleri onları ayakta tutmuş ve direnişlerinin sonuç almasını getirmiştir. Bugün de böylesine tarihi bir eylemde ailelere büyük roller düşüyor. Yan yana gelerek, örgütlenerek, neler yapabileceklerini tartışıp, kararlaşarak harekete geçilirse görülecektir ki toplumun tüm kesimleri de onların etrafında kenetlenir. Çünkü herkes baskıdan, zulümden, adaletsizlikten mustarip.
Tecrit sadece Sayın Öcalan’a değil büsbütün tüm topluma dayatılıyor. Dolayısıyla böylesine haklı ve meşru bir eylemsellik herkese hitap ediyor. Eksik olan tek şey bu toplumsal tepkinin dışa vurmasını sağlayacak bir öncülüğün olmamasıdır. Aileler bu öncülüğü birinci dereceden yapmakla mükelleftirler. Kuşkusuz kadınların, gençliğin, siyasi partilerin ve örgütlü tüm toplumsal kesimlerinde öncülük yapma görevleri var. Ama ailelerin kimseden beklemeden, çocuklarına sahip çıkma adına harekete geçmesi ve herkesi kendi direnişleri etrafında birleştirmesi gerekir. İçinde bulunduğumuz bahar süreci, dışarda ciddi bir sahiplenmeyi yaratmak ve direnişi büyütmek için en elverişli koşulları sunuyor.
Önümüzde 8 Mart var, Newroz var. Yine tecrit politikasının topluma yansıması olan kayyumları Ankara’ya gönderme anlamına gelen yerel seçimler var. Yani toplumsal hareketliliğin zirveleşeceği bir sürece girdik. Aileler başta olmak üzere tüm halkımız ve dostlarımız bu zeminlerin tümünü direnişi büyütme ve sonuç almaya dönüştürebilirler. Sadece bu bir aylık süreç bile doğru değerlendirilirse Leyla ve yoldaşlarını da yaşatırız, tecridi de kırarız. Unutmayalım ki bunun önündeki tek engel kendimiziz. Bireysel korku ve kaygılarımızdır. Bunları yani kendimizi aşarsak gerisi başarıdır…