Yüzyılın hesaplaşmasının çok zorlu yaşanacağı belliydi. 14 Mayıs’ın ortaya koyduğu gibi beklenenden de zorlu olacağı anlaşıldı. Hatta bazı işaretlere bakılırsa hesaplaşma güçlü kanallardan akamayınca bazı geri tepmeler yaratıp safların kendi içinde yükselen bir gerilim yaratmaktadır. Bunların nedenleri ve derinliği ile ilgili 28 Mayıs sonrası kaçınılmaz tartışmaların yaşanacağı anlaşılıyor. Bu değerlendirmeleri ikinci tur sonrasına bırakmak yerinde olur.
İlk turun en çarpıcı olgusu “20 yıldır yaşananlara bir de deprem eklenmesine rağmen” Cumhur İttifakı’nın gücünü korumasıdır. Keskin bir kırılma yaşanmamıştır. AKP’nin yüzde 7 civarında oy kaybetmesi aslında önemli bir sonuçtur. Ancak MHP’nin iyice zayıflaması beklenirken gücünü koruması açıklanmaya muhtaç bir olgudur. İlk turu Kılıçdaroğlu’nun önde kapaması beklenirken Erdoğan önde bitirdi.
Ekonomik krize ve buna depremin de eklenmesine rağmen Cumhur İttifakı gücünü belli ölçüde koruyabildi. Seçim sürecinde daha önceki deneylerden hareketle büyük gerilimler beklenirken, Saray böyle bir fırsat yakalayamadı. Geriye büyük medya gücü ile ekran ve meydanlarda “terörle işbirliği” yapıldığı üzerine propaganda yapmak kaldı. Bu propagandanın bu ölçüde sonuç yaratabileceği beklenmiyordu. Yıllardır üstelik savaş ve gerilim eşliğinde yapılan propagandanın artık bir doyum noktasına yaklaştığını bazı gelişmelerden hareketle ileri sürmüştük. Sadece miting propagandası seviyesinde kalmasına rağmen önemli bir etki yarattığını görmek ortaya bazı cevaplanması gereken sorular çıkarıyor.
Dijital hilelerle yapılan görseller ne ölçüde etkili olmuştur? Ayrıca bu konuda Kürt Özgürlük Hareketi’nin yaptığı propaganda hatalarının da etkisi olmuş mudur? Ancak sonucu sadece bunlara bağlamak hatalı olur.
Cumhur İttifakı devletin bütün gücünü de seferber ederek tehdidin bu kez çok ciddi olduğu korkusunu yaratmayı başarmıştır. Yaratılan korku elbette sadece boş bir yalan propagandaya dayanmıyordu. Ortada aynı zamanda bir siyasal güç vardı. Millet İttifakı yaşadığı sıkıntılara rağmen varlığını sürdürebilmiş, ciddiye alınması gereken bir güç olduğunu ortaya koyabilmiştir. Muhalefet saflarında düzeni ürküten önemli gelişme Yeşil Sol Parti’nin içinde bulunduğu Emek ve Özgürlük İttifakı’nın Kılıçdaroğlu’nu desteklemesidir. Bu gerçekliğin herkesin durduğu noktaya göre yorumu değişse de, nereden bakılırsa bakılsın ortada bir önemli gerçek vardır. Halkların buluşması 7 Haziran 2015’ten beri bir kez daha hatta daha güçlü bir şekilde gerçekleşiyordu. Bu buluşma “Cumhuriyetin demokrasi ile taçlandırılması”nın yolunu açabilirdi.
Saray ve ittifakları için bu gerçek bir tehditti. Bu korkunun tetiklemesiyle Cumhur İttifakı adeta çılgın bir propagandaya yöneldi. Bir yandan Saray “onlar Kandil’den biz Allah’tan emir alıyoruz” derken; Soylu “14 Mayıs’ta darbe olacağını” söyleyip durdu; Bahçeli ise muhalefet liderlerini “mermi”lerle tehdit etti. Sağdan gelen “dip dalga” böyle yaratıldı. Bu dalga bir örgütlenme içinde olmasa da, hatta birbirine “düşman” yapılara sahip olsa da ortak bir hedefi vardı: Türk ve Kürt halklarının, kadın hareketinin, farklı kültür ve inançların buluşmasını engellemek! Halkların buluşması deprem enkazı gibi üst üste yığılmış sorunların temizlenmesinin yolunu açma potansiyeline sahipti.
Bu buluşmayı sakatlamak için seçim sürecinin son haftaları Sinan Oğan ve Muharrem İnce tartışmalarıyla geçti. Bu yoldan halkların buluşmasının önü kesilmeye çalışıldı. Yozlaşan düzen kendi korkusunu çeşitli yollarla yaygınlaştırdı.
İkinci tur başında Kılıçdaroğlu göçmenlere karşı en uç sağın dilini kullanmaya ve Sinan Oğan’la pazarlığa itildi. Bu çok kısa süreçte eski hataların tekrarı kahredici sonuçlar doğurur. Sinan Oğan’la ikinci tur kazanılır mı bilinmez! Ancak bu pazarlıklar sırasında Kürt halkı kaybedilirse yükselen büyük bir mücadele ve gelecek kaybedilir!