M. Ender Öndeş/ İstanbul
İstanbul seçimlerine çok az bir süre kala, nasıl tutum alacağı konusunda hakkında en çok spekülasyon yapılan parti HDP’nin Eş Genel Başkanı Sezai Temeli ile konuştuk. Söyleşi boyunca Demokrasi İttifakı’na vurgu yapana Temelli, sürekli tutuklamalar ve kayyum atamalarının büyük tahribat yaratığını söyledi. Temelli, AKP-MHP’ye kaybettirme stratejilerinde bir değişim olmadığını belirtirken, “Türkiye halkları 31 Mart’ta çok önemli bir tercihte bulundu. 23 Haziran’da bu tercih daha da güçlenecek” dedi. Temelli, güncel seçim tartışmasını aşan bir Demokratik İttifak olanağını güçlendirme görevlerinin olduğunu vurguladı.
Önce çok kısa bir özet geçersek, HDP Şubat ayından bu yana ne yapıyor? Ortaya koyduğunuz hamle neyi hedefliyordu ve başarıya ulaştı mı?
Biz 31 Mart seçimlerine giderken güçlü bir strateji ortaya koyduk. Bu stratejinin gücü, her şeyden önce Türkiye siyasetinin içine sıkıştığı yerden çıkarılmasına yönelikti. Bugün Türkiye siyaseti, AKP-MHP bloğuyla tıkanmış, çözüm üretemez hale gelmiştir. İktidar bloku, Kürt meselesinde çözüm üretemediği gibi, ekonomik krizden siyasitoplumsal krize kadar her noktada içinden çıkılmaz bir tablo yaratmış haldedir ve bu kriz ortamından beslenen bir siyaset yürütmektedir. Bunun en başlıca nedeni olan ‘tek adam’ rejimi, Türkiye’yi içinde bulunduğu krizden çıkartamayacağı gibi, çok daha kötü yerlere sürüklemektedir. 31 Mart bu yüzden kritikti ve biz Türkiye’nin sürüklendiği bu yerden çıkabilmesi için stratejimizi güçlü bir şekilde ortaya koyduk. Barış ve demokrasi mücadelesiydi bu. Açlık grevleri de bu mücadele sürecinde önemli bir hat olarak ortaya çıktı. Çünkü biz diyorduk ki, siyaset buraya sürüklenmişse, bunda mutlak tecrit koşullarının ve buna bağlı adaletsizliklerin payı vardır. Son 4 yıldaki yaşananlar zaten sıkıntılı ve sorunlu olan Türkiye demokrasisini sakatlamış, kilitlemiştir.
Yani stratejimiz sadece seçim hesabı üzerine kurulu değildir, topyekûn bir demokrasi mücadelesidir. Tecride karşı mücadeleden faşizme karşı mücadeleye, emek mücadelesinden kadın mücadelesine kadar çok geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Aslında bu stratejinin ilk adımı referandum sürecine, ‘Hayır’ mücadelesine, ‘Hayır’ meclislerine dayanıyordu. 24 Haziran’da da aslında bir toplumsal ittifakın önünü açmaya çalıştık. Beklediğimiz sonuçları da aldık. Birçok yerde yerel iktidarları değiştirdik. Bu hamleyle batıda neredeyse bütün büyük şehirlerde iktidar değişikliğine yol açtık. Türkiye ekonomisinin ve toplumunun yüzde 70’ini kapsayan bir alandı bu ve böylece Türkiye’de mevcut sistemden çıkış için büyük bir umudu da yaratmış olduk. Ancak iktidar bundan ders çıkarmak yerine hileler, şaibelerle, YSK marifetiyle birçok yerde belediyeleri gasp etti, kazanmış insanların mazbatalarını vermedi, nihayet İstanbul seçimlerini de iptal etti ve şimdi 23 Haziran’a gidiyoruz.
Sahada 31 Mart öncesindeki gibi kafa karışıklıkları, tereddütler var mı?
Yok, hayır. Biz zaten 31 Mart’a giderken de bunu açıkladık. “Biz herhangi birisine oy vermiyoruz, HDP kendi ilkeleriyle yürür, ittifakları toplumsal zeminde gerçekleştirir, pazarlıklarla hareket etmeyiz” dedik. Biz, seçim atmosferini bir demokrasi referandumuna dönüştürerek hareket ettik. Bizim tercihimiz demokrasiden yanaydı ve aslında her yerdeki seçimi 24 Haziran’ın ikinci turuna çevirdik. AKP-MHP bloku karşısındaki adayın kazanmasının bir adım olduğunu düşündük, öyle de oldu
Öte yandan parti çalışmalarının ötesinde sanki tabanda da bir ‘siyasi zekâ’ çalışıyor. Yani örneğin HDP seçmeni bu meseleyi sadece bir ‘parti disiplini’ olarak mı görüyor? Yapılan işin önemini kavradı insanlar sanki?
HDP seçmeni politik zekâsı en yüksek seçmen topluluğudur. Hem Kürt seçmen, hem de demokrat, sol-sosyalist seçmenler olarak böyledir. Ama özellikle Kürt seçmenler son 4 yılın muhasebesini çok iyi yaptı. Mutlak tecrit, katliamlar, kent yıkımları, zorunlu göçler, kayyumlar, tutuklamalar… Halk muhasebe yaptı ve yanıtı da sandıkta verdi. Bu anlamda bizim stratejimiz aslında halkımızın beklentilerini karşıladı. Zaten biz bunu da yukarıdan üretmedik, onlarla ürettik…
‘Terör’ ürkütmeleri de pek sökmüyor artık…
Çünkü AKP’nin Kürtleri, HDP’yi terörist ilan ederek, kayyumlar atayarak, tutuklayarak, vb. yarattığı tahribat çok büyük. İnsanlar artık bu sürekli gerilim-şiddet ortamında yaşamak istemiyor. Barış arıyor, demokrasi istiyor. AKP’nin savaş, gerilim, nefret söyleminden toplum yoruldu. Umut veren bir seçeneğe ihtiyaç duyuyor. En büyük başarımız bence buydu. Yerel yönetimler aslında bir başlangıç. Toplum şimdi bu deneyimden çıkardığı derslerle AKPMHP iktidarına mahkûm olmadığı hissiyle hareket edecek, değişim talebinde bulunmaya devam edecektir. Şimdi artık bunu karşılamamız gerekir. Burada bırakmamak lazım. Bir dahaki seçime kadar herkes kendi kampına dönmemeli.
Psikolojik ortam da ‘Demokrasi İttifakı’ için uygun sanki…
Seçim dönemlerinde ortaya çıkan buluşmalar çok değerli ama bununla sınırlandırdığınızda yetmiyor. HDP kurulduğu günden beri, demokrasi, barış mücadelesini bir ölçüde yalnızlık içinde veriyor. Biz tüm topluma önemli bir çağrıda bulunduk. Bu bizi mağdur eden, sömüren, yoksullaştıran, doğayı talan eden anlayıştan ancak birlikte mücadele edersek kurtulabiliriz. Tabii ki biz bir siyasi partiyiz. İktidar iddiamız var ama Türkiye’nin bir geçiş programına da ihtiyacı var. Demokrasi İttifakı aslında Türkiye’ye bir geçiş programı öneriyor. Demokrasi zeminini birlikte örme iddiasını ortaya koyuyor. Bir anayasa yapım süreci, toplumsal barışı inşa süreci ve bir iktidar seçeneğini var etme sürecini önümüze koyduk. Bu aynı zamanda, tecritle, faşizmle mücadeledir, emek ve doğa mücadelesidir, kadın mücadelesidir. Ama bunu bir biçime kavuşturmamız lazım. Bütün bunlarla birlikte yürüyerek demokrasi güçlerinin iktidara gelmesini sağlayacak bir politik geçiş programı. Bütün demokrasi güçlerine o yüzden çağrımız var. Herkes bunu gündemine almalı, konuşmalı, düşünmeli. Kürt meselesi başta olmak üzere Türkiye’nin acil sorunlarına çözüm üretebilecek bir yaklaşımla hareket etmemiz, 23 Haziran sonrasını çok iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Biz bütün toplumsal kesimleri de bir dahaki seçimi beklemeden harekete geçmeye çağırıyoruz.
Yereldeki ağır hezimetten sonra yeni adımlar için yol açılıyor diyebilir miyiz?
Tabii. Yerellerde çökünce mecliste çoğunluğu olsa bile artık bu sistem topal ördektir. Bu sonucu yaratan toplumun merkezi iktidarın değişmesi için de beklentisi yükselecektir. Son 31 Mart’ta AKP’nin yüzde 35’lere gerilediğini görüyoruz. Bu duruma düşmüş bir partinin baş aşağı giderken kalkıp işleri yoluna koyması mümkün değildir. Dolayısıyla demokratik bir anayasa, toplumsal barış gibi taleplerin açığa çıkması, ister istemez bir iktidar değişimini de getirecektir. Bu, Türkiye halklarının özlemini duyduğu yolu açacaktır. HDP buna öncülük yapıyor. Çağrımız, bu adımın bütün demokrasi güçleriyle birlikte atılmasıdır. Türkiye’de önyargıları yıkmak kolay değildir. İşimiz zor. Ama yakın zamanda hiç olmadığı kadar da önemli bir siyasi iklim var bugün.
Muhafazakarlar AKP’den koptu
‘Muhafazakar Kürtler’ üzerinden AKP söylemi etkili mi sahada?
Kürtler diye tek bir kelime var ama tabii ki bu büyük kitlenin siyasi, sınıfsal, kimlikle ilgili eğilimleri var, tek parça değil yani. İnançlara dair de farklı eğilimler olabilir. HDP’ye oy veren halkımızın içinde de değişik eğilimler tabii ki var. Biz radikal demokrasi anlayışımızla bir mücadele sürdürüyoruz. AKP’nin yaklaşımı ise samimiyetsiz. O yüzden yaptıklarının bir karşılığı yok, olmaz da. Çünkü Kürt halkı uzun yıllardır hem yaşadığı mağduriyetler, hem de var etmiş olduğu mücadelesiyle siyaseti çok iyi değerlendirebilen, yani kendisine yaklaşımları doğru yerden ölçebilen bir halk. Geçmişte AKP’ye oy veren Kürtler de son dönemde yaşananların farkında artık ve giderek AKP’den kopuyorlar. AKP son iki seçimde 7+7 puan kaybetti. Bu kayıplar içindeki önemli bir kesim muhafazakâr Kürtler ve muhafazakâr Türklerdi. Yani genel olarak muhafazakârlar AKP’den uzaklaşıyor. Haksız zenginleşme, dinin siyasete alet edilmesi, mağduriyetler, adaletsizlikler… Herkesin vicdanen duyarlı olduğu bir iklim yarattı. Ama önce muhafazakâr Kürtleri uzaklaştırıyor bu samimiyetsiz siyaset. Çünkü onlar yaşadıkları acıyla biliyorlar gerçeği.
Öcalan’ın 2013 Newroz’unu referans göstermesi önemli
Bütün bu hengame sırasında açlık grevlerinin baskısıyla İmralı tecridinde bir gedik açıldı. Bu gediğin verimli sonuçlara yol açması, siyasi iklimin değişmesi neye bağlı?
Biliyorsunuz, masayı devirip bir mutlak tecrit başlattılar. Kürt meselesini çözümsüzlüğe mahkûm ettiler. AKP-MHP bloku buradan beslendi zaten. Şimdi tecrit sürüyor ama bir gedik açıldı. Görüşmelerden gelen kısa notlar önemli. Öcalan’ın 2013’ü referans göstermesi, 7 maddeye işaret etmesi, çok önemli. İçinde bulunduğumuz umutlu siyasal iklimi güçlendirmiştir. Bu meselenin demokrasi içerisinde nasıl çözüleceğini dair önemli mesajlar içeriyor. Toplumun bütün kesimlerinin bu çözüme müdahil olmasını isteyen bir yaklaşımdır. Ancak diyalog ve müzakere ile yol kat edebiliriz. Ama herkesin buna dâhil olması şart. Toplumun bir kesimi bu sorunu görmezden geliyorsa ortaya bir boşluk çıkıyor. Bunun için toplum müdahil olmalıdır. Eleştiri, öneri, katkı… Hepsi olabilir. Öcalan’la konuşulmalıdır, herkes konuşsun, yazsın, öneri yapsın, hatta görüşme talebinde bulunsun. Şimdi, o süreci Demokrasi İttifakı anlayışımızla buluşturarak bir demokratik müzakere zeminine taşıyabiliriz. Bu, Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun hayrınadır. Suriye de bir demokratik Anayasa arıyor şimdi. Suriye halkları da bir arada yaşama arzusuna sahip. Türkiye ise hala ‘pençe’ harekâtlarıyla Ortadoğu halklarının barış içinde yaşama umuduna müdahale ediyor. Oysa barıştan yana bir yol var. Kendisinin mesajlarındaki ‘karşılıklı hassasiyetler’ meselesi de önemli. Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ama orada nasıl bir hayatın var edileceği meselesi… Bu anlamda görüşmelerin sürmesi Ortadoğu açısından da önem taşıyor.
Bu kez, yeni siyasi tabloda Meclis’in sorumluluk aldığı şeffaf görüşmeler mümkün mü?
Oraya doğru gitmeli. Şeffaf, toplumun tüm kesimlerinin katıldığı açık görüşmeler… İlk adımı da Meclis atmalı. Şu anda çoğunluk ittifakı tıkayıcı bir rol oynuyor. Meclis iradesini yok sayıyor. Ama Meclis buna rağmen adım atabilir. Bu Türkiye’nin geleceği meselesidir. Ortak vatan demokratik cumhuriyet derken herkesi davet ediyoruz. Ama Meclis’i harekete geçirecek esas güç toplumdur. Toplum, halk, kendi temsilcileri üzerinde toplumsal baskı oluşturmalıdır. Toplum çözümü istemeli ve çaba göstermelidir. Emekçiler, kadınlar, gençler, partiler, sendikalar, insan hakları dernekleri, barolar… Herkes harekete geçmeli, Meclis’i çalıştırmalıdır. Bu çok önemli. 2013’ten bu yana en büyük eksikliklerden biri de bu oldu.
Öcalan, görüşme notlarında hep bunu vurgulamıştı, bunun yasası olmalı, demokratik yürümeli diye. Yani geçmişten çıkartılacak epey ders var. Bu deneyimlerin ışığında önümüzdeki süreci iyi yönetmeliyiz. Türkiye toplumu da bir an önce iktidarın kurguladığı kaygılardan kurtulmalı. Türk Kürtsüz, Kürt Türksüz olmaz diyerek Öcalan bunu formüle ediyor. O yüzden ortak vatan ortak gelecek ve demokratik cumhuriyet diyoruz. Bunu başarabiliriz. Türkiye halkları 31 Mart’ta çok önemli bir tercihte bulundu. 23 Haziran’da bu tercih daha da güçlenecek. Sonrasında da demokrasi ve barışın önündeki bütün tıkanıklıkları aşacağımıza inanıyorum. O yüzden de 23 Haziran önemlidir, kimse görevini küçümsememelidir.