Ölüm ve kaza haberleriyle gündeme gelen kuryelerden dinleyin bir de ne yaşadıklarını
Reyhan Hacıoğlu
Salgın koşullarıyla birlikte adlarını sık sık kaza ve ölüm haberleriyle duyduğumuz, cafcaflı reklamlarda “musmutlu” gösterilen ama örgütlendiklerinde işten atılan, sömürülen kuryelerden Yemek Sepeti’nde çalışanlar yaşadıklarını anlattı. Meğer reklamlardaki gibi dünyanın öbür ucundan sipariş gelse kuryeler, gerçekten gönderilecekmiş!
Son günlerde örgütlenme çalışması yürüten ve eylemlilikleriyle gündeme gelen Yemek Sepeti’nin Bana Bi ve Vale bölümü kuryelerinin anlattıklarını dinledikten sonra sipariş vermek için yeniden düşünüyor insan. İşte soğukta, yağmurda, ıslak, aç, yorgun ve hasta halleriyle çalışmak zorunda kalanların reklamların dışındaki hayatları.
Başından yalan söylediler
Görüştüğümüz iki kurye işlerinden olmamak için isimlerini vermek istemediler. Ahmet ve Ercan isimlerini ise anlatım kolaylığı için biz verdik.
Bir buçuk yıldır Yemek Sepeti’nde Bana Bi bölümünde çalışan Ahmet, yaşadıkları haksızlıkların işe alım sürecinde başladığını belirterek, “İşe girdiğimde elime geçecek net olanı söyleyin dedim. Dediler ki ‘Elinize 2 bin 700 geçecek.’ Tamam dedim, AGi hariçti ama. Üç ay geçti, beş ay geçti bir baktım elime 2 bin 700 geçmiyor, en son 2 bin 450 TL’ye kadar düştü. Aradım, mail attım, sordum. Onlar da ‘Vergiden kesiliyor’ dediler. Yalan ve haksızlıkları yani işin başından başladı” diyor.
Sitelerde koşun!
Özellikle mobbing yaşadıklarını vurgulayan Ahmet’in anlattıkları ise pes dedirten türden. “Geçen yol buzlanmalarında bizi göreve çıkartıp, ‘Biz niçin varız, biz müşteri dışarı çıkmadığı zaman müşteriye paketi iletmek için varız’ dediler. Tamam da ben müşteriye paketi ileteyim ama ben canımı sokakta bulmadım ki. Yollar buzlu şekilde beni ölüme itiyorsun. Diyorsun ki müşteri daha değerli, para daha değerli. Ama benim canımı tehlikeye atıyorsun” diyen Ahmet işte bu baskılar yüzünden bir buçuk yılda 3 kaza geçirmiş. “Biri hafif, 3 kaza geçirdim” diyen Ahmet’in söyledikleri, bize “Hızla” ulaşan paketlerin nasıl geldiğini gösteriyor. Yaşananları şöyle aktarıyor: “Bize sitelerde koşacaksınız denildi. ‘Sitelerde süreyi düşürmemiz lazım arkadaşlar. Hepsinin görüntüleri var. Ya bu deveyi güdeceksiniz ya da bu diyardan gideceksiniz’ denildi, işte en ağırı buydu. Bizim bir grubumuz var. Oradan kuryelere süreler atılır, hangi depoda ne kadar zaman geçirilirmiş, yolda kaç dakika geçirmişsin, sonra müşteride kaç dakika durmuşsun. Verdikleri giysiler en pahalısı, en iyisi ama şu gerçek ki bu kadar sömürüldükten sonra en güzel iş kıyafeti olsa ne? 8 saat çalıştırıyorlar ama şöyle bir şey var: Bir telefon geliyor ve senin eve gitmene bir saat var. ‘Sana mesai yazdık’ diyor. Tamam, mesai hakkın var ama bana bunu bir hafta içinde bildirmen gerekiyor. Ama benim mesaim bitmiş, gelip diyorsun ki: ‘Sana üç saat mesai yazdım.’ Zaten yoğun olan bizler bununla perişan oluyoruz.”
‘Canından vazgeçiyorsun’
Günde attıkları paket sayısının değiştiğini belirten Ahmet, normalde 25-40 arası olduğunu ama getirdikleri prim anlayışı ile insani koşullar zorlanarak bu sayının 70’e kadar çıktığını söylüyor ve devam ediyor: “En son bir arkadaşımız 11 saat çalışıp 70-78 paket attı. Ben 8 saat üzeri 42 paket attım. Ama bunun normali 20-25 pakettir. Öyle yoruluyoruz ki, bir düşün sitelerde kaç metre damacana taşıyoruz. Prim uygulaması da var. 200-300 paket arası 75 kuruş, 400 ile 600 arası bir buçuk TL, 600 ile bin, bin 100 arası 2 bin 400 TL. Millet ne yapıyor bu ay daha çok alayım diye basıyor, kaza oluyor, ölümler oluyor. Yani bir insanın günde 78 paket atması demek soluksuz çalışması ve rekor demek. Sitelerde koşuyor demek. Yani kendi canından vazgeçiyor ne yazık ki.”
‘Çocukların var dayan’
Sendikadan önce baskı üstüne baskı uygulayanlar, sendika lafı ile kuryelerin hallerini, hatırlarını sormaya başlamış. “Çünkü bizi vazgeçirmeye çalışıyorlar” diyen Ahmet, kuryeler olarak en çok zorlandıkları bir başka şeyin ise kesintiler olduğunu anlatıyor: “Primle ne oldu bir de yağmurda, karda çalışıyorum. Benim hastalanmamdan daha doğal ne olabilir. Ama ne yapıyorlar biliyor musun? Benim attığım paketin yarısını kesiyorlar. Ya da mesela paketi geç kabul ettin ya yani teslim ettin ya, onun yüzde 10’unu kesiyorlar.” Sendika ve özellikle sosyal medyada gündem olmalarıyla artık süre baskısı olmasa da baskılar sürüyormuş diyen Ahmet, “Eskiden süre atılırdı. Paylaşılıyor ve bir de performansın kötü ise üstüne kırmızı çizgi geliyordu. Şimdi düzelme var, o da sendika yüzünden. İlk zamanlar bu kadar baskıya diyorsun ki çoluk çocuğun var dayan diye. Sabır sabır diye dayandım. Yoksa daha ilk girdiğimde işi bırakırdım” diyor.
‘Kendimi değil motoru…’
“Şimdi de iş kolunu değiştirerek hakkımızı gasp ettiler. Bir kafa karışıklığı yaratıp bölünmeye yol açmaya çalıştılar” diyen Ahmet ekliyor: “Bize insan gibi davranılsaydı bunları yaşamasaydık olmaz mıydı? Sözleşmede var: Kışın bir kurye geldiği zaman her bir paket attığında 15 dakika ısınma hakkın var. Ama bunlar bize vermediler. Benim ayağım alttan üsten sırılsıklamdı ve ben o halde pakete çıktım. Diyorum ki ısınmam lazım, ‘Yok gitmen lazım’ diyor. Isınsam da bu kez süremden kesiyor. Size yemin ederim o karlarda dışarıda motorum yere düştü. Ben kendimden çok, motorum için korktum! Aklımda sadece şu var: Ya motorum kırıldıysa parasını benden keserler. Ve hemen motora bakıyorum ama sendika olsa böyle bir şey düşünmezsin. Bilir çünkü ne halde olduğunu.”
Yemek bile yiyemiyorsun
Yemek molaları ise ayrı bir işkenceye dönüşüyormuş: “Yarım saat molada ekmeğimizi alır depoda yeriz ama o molada bile seni yazabiliyorlar. Gelince yersin, sonra yersin deyip bizi pakete yazıyor. Böyle işte. Ve eğer sendika geri çekilirse üç ay sonra başımızı vuracak duvar ararız” diyor. Son yapılan zammın yine onlar olmadan masada alındığını belirten Ahmet, verilen yüzde 14’ün vergiler düşünce 2 bin 800 TL’ye denk geldiğini belirtiyor.
‘Şak diye kapatıyor’
Bütün bu yaşadıklarına karşı müşteri dönüşlerini ise şöyle anlatıyor: “Bir hoş geldin diyorlar o zaman o kadar mutlu oluyorum ki. İnanın önemli olan bahşiş vermesi değil. Size bir örnek vereyim: Paket götürdüm ve mutfakta köfte pişiyordu. Beyefendi paketi aldı, içeriden eşi geldi ve elinde köfte ekmek. ‘Kokmuştur, yerseniz’ dedi. Bu o kadar gururlandırdı ki bütün yorgunluğumu unuttum. Bazıları ise paketi alır, şak diye kapıyı yüzüne kapatır.”
Son olarak işverenlere seslenen Ahmet, “Bu yükü taşıyanlar bizler ve orada oturanlar bizim sırtımızdan kazandıklarını bilmiyorlar ve bize yükleniyorlar. Sen benim canımı hiçe sayamazsın, beni ezemezsin.”
Gelemeyene tutanak!
Vale bölümünde çalışan Ercan’ın anlattıkları da Ahmet’ten farklı değil. Ercan da yaklaşık iki yıldır çalışıyormuş ve hem Bana Bi de hem de Vale’de çalışmış. Şu anda Vale denilen yemek siparişi bölümünde. Yaklaşık iki yılda sadece 305 TL zam almış Ercan. Oysa 6 ayda bir olması gerekirken. Ondan dinleyelim: “Birkaç hafta önce yoğun bir kar yağdı. Gelemeyen arkadaşların çoğuna tutanak girdiler. Gelenler de kaza yaptı. Kaza yapanları masrafları ödettirdiler hatta olmayan arızanın bile parasını aldılar arkadaşlardan. Salgının ilan edildiği ilk mart ayında gerçekten çok yoğun çalıştık. 12 saat mesai yapıyorduk. Bazen sabah on, akşam on geldiğimizde o akşam 11’i, 12’yi bulabiliyordu. Ve bu bizden habersiz oluyordu. Aa bir bakıyorduk mesaimiz yazılmış” diyor Ercan. “8 buçuk saate normalde Vale’de çalışan bir arkadaş ortalama 15-20 arası paket atıyor. Bu çalıştığınız bölgeye ve mesai saatinize göre değişiyor mesela” diyen Ahmet, İstanbul’un trafiğine dikkat çekerek, akşam trafiğinde dahi sürelerin değişmediğini ve aynı sürede teslimat istendiğini anlatarak o da süre baskısına işaret ediyor.
‘Kimseye söyleme’
“Sana tanınan süre içinde ettin ettin, etmedin sistem bunu senden teslim etmemiş olarak gösteriyor. Onu senden kesiyor, yetmemiş gibi bir de aldığın primlerden kesiliyor” diyen Ercan’a: Peki, hiç dile getirmediniz mi deyince de “Bütün bu sorunlara karşı muhatap alacağımız kimse yok. Bize sadece bir şikâyet mail numarası verdiler. Ve oraya yazıyoruz ne dönen var ne geri cevap veren var. Nasıl olacak bu iş!” diyor. Salgın süreci daha ağır tabii ve verdiği bilgi pes dedirtiyor: “Önlem olarak maske, dezenfektan var sadece. Test falan yok. Hatta bize kâğıt bile imzalattılar. Eğer koronaya yakalanırsan kimseye söyleme diye. Ya 6 ay önce ya da 5 ay önce bu, ama korkudan diyemedik kimseye. Mesela şimdi adam mesai istemiyor ama zorla mesaiye bıraktırıyor. Ya da sabah girişi 10, gece çıkışı 10 ya, adam çıkışa yakın shifte bir bakıyor mesaisi bir saat daha uzamış. Kime sordunuz değil mi? Düşünüyorsun, bizim hiç hayatımız yok mu?”
Motorun üstünde yemek
Valelerin yemek molası ise işkencenin bir başka türü oluyor: “Yemek molası yarım saat ama asıl rezalet orada. Mesela aylardır her yer kapalı. Ve biz o zaman yemeğimizi nasıl yiyorduk biliyor musunuz? Hava güzelse parkta, hava yağmurluysa peki? Mesela nereden aldıysak yemeğimizi o yerin tenteleri olur ya, titreye titreye o tentenin altında yiyorduk. Motorun üstünde yemek yiyen arkadaşlarımız var.”
Süre baskısı ve prim uygulamasının kendi aralarında yarattığı sorunu ise şöyle anlatıyor Ercan: “Bizi birbirimizle yarıştırıyorlar. Bir süre koyuyor. Peki, ben verdiğin 8-10 dakikalık sürede bu ürünü nasıl teslim edeyim. Koşturmam lazım! Yine sitelere girmeme durumu var. Bırakıyorsun kapıda motoru ve siteler çok büyük. Bir sitede 700 metre yol gittiğimi bilirim, ee 700 de geliş etti 1 buçuk kilometre. Yani nereden baksan 10 dakika sadece benim yol yürümem var. Peki, ben o paketi nasıl zamanında teslim edeyim siz düşünün. Ama buna rağmen müşteriye ulaşmadın, yanlış adres bunların hepsi bizim primimize yansıyor.”
‘Kahvem soğuk gelmesin’
Ercan da müşteri yaklaşımlarına değiniyor: “Bazıları çok duyarlı. Kapısına meyve suyu, şeker bırakan var. Bahşiş bırakan ama bunların yanında hava karlı ve çok yağmurlu ya ‘Kahvem soğuk gelmesin’ diyor bazısı! Ee yani uçmuyor ki bu adam yolda.” Sendika sürecine de değinen Ercan, “15 yıllık bir kuryeyim ama ben Yemek Sepeti kadar kuryesine değer vermeyen bir başka firma görmedim inanın” diye belirtiyor.
‘Otostop çek dedi ya!’
Yaşadıklarına dair de örnek veren Ercan: “Daha neler gördük ve sadece bir iki örnek daha vereceğim. Bana Bi bölümü gece 12 dedin mi kapatıyor salgından kaynaklı. Normalde market 7/24 çalışıyor. Acıbadem’de Bana Bi depo var ve adam oturuyor Çekmeköy’de. Ama Acıbadem depoya çalışmaya gel diyorlar. Ortalama 20 km falan var. Adamın vasıtası yok. Vardiyası gece 3 buçukta bitiyor. Peki, bu adam o saatte evine nasıl gitsin! Şefin şunu söylediğini duydum: Otostop çek! Zaten gece 12’den sonra çalışıyorsan sen servis vermek zorundasın ama yok. Karda adam gelemiyor, diyor ki yürüyerek gel. Adam Ünalan’dan 40 dakika nasıl yürüyüp gelsin Acıbadem’e.”
Fırsat bu fırsat deyip…
Yemek Sepeti’nde yaşanan bir diğer mağduriyeti işten çıkanlar yaşıyor. Birçok iş kolunda yaşanan kazalardan sürücüler sorumlu tutulurken, Yemek Sepeti’nde her motor kazasında para yine işçilerin cebinden gidiyor. Ve öyle işten çıkan Muhammed Barış Barçın’a çıkarılan faturada kırılmadık parça dahi fırsat bu fırsat denilerek fatura edildi. Alacağı olan Barçın, gelen bin 300 TL’lik fatura ile neye uğradığını şaşırdı. Mobbing ve baskılardan kaynaklı işten ayrıldığını belirten Barçın’a imzası dahi olmadan ve adı dahi yazılmadan kendisine gönderilen fatura üzerinden maaşı eksik verildi.
Şartları çok ağırdı
Yemek Sepeti’nde devam eden sendikalaşma sürecine dair görüştüğümüz Nakliyat-İş Sendikası Örgütlenme Uzmanı Mehrali Yücedağ ise “Salgınla birlikte Yemek Sepeti’nde işler büyüdü. Ağır koşullarda çalışıyordu görüştüklerimiz. Kimi iyi ücret alsa da koşulları çok kötüydü. Ve bu paraları 15 saat 16 saat çalışarak alıyorlardı. Aralık ayında biz bir bildiri dağıttık. Ve o bildiriden hemen sonra 2 hafta gibi kısa bir sürede hemen geri dönüş oldu. Yaklaşık bir ay içinde 2 bin kişiye ulaştık diyebilirim. Aralık başında başladığımızda Yemek Sepeti’nde çalışan işçi sayısı 3 bin civarındaydı. Ocak ayının başında ise 6 bin 200 işçiye çıkmıştı. Ve bunun 2 bini sendikaya üye oldu. Ve biz işverenle bir görüşme yaptık. Saygılıyız dediler. Bir taraftan saygılıyız diyorlardı bir taraftan da sendikanın aleyhine iftira, karalama başlattılar” diyor.
Şimdilik uyarıyoruz
Firma bu kez sendikalaşmalarını engelleyemediği işçileri başka bir yolla yıldırmaya başlamış. Yücedağ’ın anlattığına göre: “Tuttular iş kolunu değiştirdiler. Önce 2 bin 500 işçi kaldı bizim iş kolumuzda. Gün içinde bin 500’e düştü. 6 bin 200 işçinin iş kolunu değiştirip 100 kişi bıraktılar. Bir de bazı işçilerin de giriş çıkışını yaptılar. Ve bu 100 kişinin içinde dahi biz yüzde 40 oranına ulaştık ve onunla ilgili de Bakanlıktan yasal olarak çoğunluk bekliyoruz. Sen evrakta sahtecilik yaparak iş kolunu değiştirmişsin. Doğalında müfettiş şu anda inceliyor ve buraların tamamında alınacak yetki tüm iş yerlerinde geçerli olacak.” İşçilere mobbing uygulayan, hakaret eden müdürlerin olduğu depo önlerinde eylemleri devam eden sendika işçilerin haklarını almakta kararlı ve Yücedağ ekliyor: “Eylemlilikler sürüyor ve sosyal medyada da varız. Şimdilik uyarıyoruz ama boykota da gideriz.”