23-24 Kasım’da yapılacak olan iki farklı panel için 22 Kasım’da Dersim’e gitmiştim. Gittiğimde Dersim Belediye Eş Başkanımız Cevdet Konak ve CHP’nin Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’e on yıl önce katıldıkları bir cenaze töreni nedeniyle verilen cezanın hukuksuzluğu konuşuluyordu. Tüm Dersim halkı da bu hukuksuzluğa isyan ediyordu. Ve soruyorlardı: “Bu zulüm ne zaman bitecek?” Ancak akşam zulüm halkasına bir halka daha eklendi ve yargı sürecinin tamamlanması beklenmeden (Bildiğiniz gibi yerel mahkemenin kararına itiraz için gerekli bir süre var. Bölge idare mahkemesi de aynı kararı verse bile bir üst mahkeme olan Yargıtay süreci var. Yani süreç tamamlanmış değil) belediyeler dolayısıyla halk iradesi devlet memurları tarafından bir kez daha gasp edildi ve belediye binalarının etrafına beton bariyerler konuldu. Belediye binası zırhlı araçlar arkasına gizlenen vali tarafından işgal edildi. Artık belediye hizmet binası halka hizmet yerinden çok karakola benziyor.
Halkın seçmiş olduğu eş başkanlar görev başında iken belediyenin kapısı herkese açıktı. Şimdi belediyenin önü beton bariyer, zırhlı araç ve polis ile kapatılmış durumda. Peki neden? Çünkü devlet Kürtlerin, Alevilerin kimliğini tanımıyor. Kürtleri fiilen yurttaşlıktan çıkarmış durumda. Kürt halkına karşı uygulanan temel yasa TMK. Özel Yetkili ağır ceza mahkemeleri de iktidarın sipariş ettiği kararları alan bir kurum. Sonuç; sömürge hukuku ve faşizm.
Hukuk mekanizması Kürtlere ve muhaliflere karşı bir sopa olarak kullanılıyor. Kürtlere karşı “özel bir hukuk” devrede. AKP-MHP-Ergenekon ittifakı Kürt düşmanlığı üzerine kurulu. İnkâr, imha ve asimilasyon politikalarının güncellendiği Çöktürme Planı’nın bir parçası olarak kayyım, diğer parçası da İmralı işkence rejimidir.
Türkiye’de Kürtlere karşı geliştirilen bu sistematik zor ve zulüm politikasının, yargının araçsallaştırılarak bir kanun haline getirilmesinin, dünyada örneğine rastlanmaz. AKP-MHP faşist ittifakı tarafından 15 Temmuz başarısız darbe girişimi bahane edilerek siyasi darbe yapılmış, istisna olarak uygulanan OHAL ve kayyum rutin bir hale getirilmiştir. İstisna olan kural olmuştur. Türkiye’de 2016’dan beri rejim değişmiş, tekçi, dinci, milliyetçi, cinsiyetçi, otoriter faşist bir rejim inşa edilmiştir. Bu rejim ancak baskıyla, zorla, zulümle kendisini ayakta tutabilir. Demokratik değildir ve üstten halka zorla dayatılmaktadır. Ne demişler; zulümle abad olunmaz. Üstten topluma dayatılan zor ve zulüm sistemi, devleti çürütmüş, Türkiye hukuk devleti olmaktan uzaklaşmış, “şahsım hukuku” adaletsizliği derinleştirmiştir.
Gelinen aşamada AKP-MHP faşist iktidarının Kürtlere karşı kayyum rejimi ve İmralı işkence rejimi üzerinden devreye koydukları Çöktürme Planı Kürt halkının direnişi ve mücadelesi ile boşa çıkartılmış, bu plan Türkiye’yi çökmenin eşiğine getirmiştir. Türkiye siyasi ve ekonomik olarak yönetilemez hale gelmiş, kriz ve kaos derinleşmiştir. Devlet Bahçeli’nin son çıkışları bundan bağımsız değildir. Yaşanan rejim krizinin nedeni Kürt sorunu olduğuna göre bu krizden çıkışın yolu da Kürt sorununu çözmekten, İmralı’dan geçer. Sayın Abdullah Öcalan “koşullar oluşursa sorunu çatışma zemininden siyasi ve hukuki zemine çekme” gücünün olduğunu ifade etmiştir. O zaman yapılması gereken sayın Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının sağlanması ve Kürt sorununun demokratik, özgürlükçü ve barışçıl çözümünün olanaklarının yaratılmasıdır. Krizden çıkışın, çöküşten kurtuluşun yolu demokrasiyi inşa etmeki özgürlükleri güvence altına almakla mümkündür.
Toplumda demokrasinin gelişmesi, onurlu bir barışın inşası ve toplumsal adaletin sağlanması konusunda bir talep olsa da AKP’nin sopa siyaseti, halk iradesini gasp eden kayyum uygulamasında ısrar eden, siyasi soykırım operasyonlarıyla siyasetçileri, gazetecileri, sendikacıları gözaltına alan bir iktidarın Kürt sorununu çözme niyetinin olmadığını göstermektedir. Peki niyeti yoksa iktidarın küçük ortağının çıkışının anlamı ne? Anlamı yukarıda da ifade ettiğim gibi artık sistemin kendisini ayakta tutamamasıdır.
İktidar cephesinde durum bu iken, muhaliflere, barış ve özgürlükten yana olanlara düşen görev ise devleti, iktidarı barışa zorlamak ve demokratik cumhuriyetin inşası için mücadele etmektir.