Kayyum talidir, asıl olan Ortadoğu’da dengelerin ne yönde değişeceği ve nasıl bir çözüm modelinin ortaya konacağıdır. Belediyelere kayyum atamak Kürtlerin bazı kazanımlarını engelleyebilir ama Kürtlerin örgütlü mücadelesi bitmez
Herdem Fırat
Türkiye’nin yasalarında her ne kadar kayyuma ilişkin yasal düzenlemeler eskiye dayansa da kamuoyunun gündemine daha çok 2016’da HDP yönetimindeki belediye eşbaşkanlarını görevden alıp yerlerine vali ve kaymakamları atamasıyla girdi. İktidar 15 Temmuz Darbe Girişimi’ni bahane ederek OHAL kanunlarına dayanarak seçilmiş belediye eşbaşkanlarını görevden alıp yerlerine kayyum atadı. Sadece belediye eşbaşkanları da değil, il genel meclis üyelerinin yerlerine de kayyum atadı. Bununla da yetinmeyerek belediye meclislerini de feshetti. Birçok seçilmişi zindana atıp yıllarca rehin tuttu. Birçoğu halen zindanda siyasi rehine olarak tutuluyor. O dönemde genel eşbaşbaşkanlar da içinde olmak üzere HDP milletvekillerinin dokunulmazlıkları da düşürülerek tutuklandılar.
2019 yerel yönetimler seçimleri sonrasında yine aynı politika izlenerek HDP’nin tüm zorbalıklara, hile ve sahtekarlığa rağmen kazandığı onlarca belediyeye kayyum atadı. Kayyum atanmayan çok az belediye kaldı. 2024 yılında da seçimler sonrasında kayyum tekrar gündeme girdi. Önce Hakkari belediyesi, sonra Esenyurt ve son olarak da Batman, Mardin BB ve Halfeti belediyelerine kayyum atandı. Böylece kayyum tekrar Türkiye gündemine girdi. Kayyum atamaları Bahçeli’nin konuşması ve Ömer Öcalan’ın 43 ay sonra PKK Lideri sayın Abdullah Öcalan ile görüşmesi sonrası gerçekleşti. Böylece gündem bir anda değişmiş oldu. Şimdi herkes kayyum atamalarını konuşuyor.
İktidar deyim yerindeyse kayyum politikasını özellikle Kürt siyasal hareketi başta olmak üzere muhalefet belediyeleri üzerinde demoklesin kılıcı gibi sallandırıyor. Kayyum atamaları sonrası muhalefet kendi içinde de çelişkili bir duruma düştü. Birçok kişi kayyuma sebep olarak seçilen kişileri gösteriyor. Esenyurt belediyesine kayyum atanınca CHP’nin kimi etkili belediye başkanları yapılan tepki eylemlerine açıktan karşı çıkıp destek vermediler. Yine DEM Parti’de kimileri de “dosyaları olan kişiler niye aday gösterildi” gibi yaklaşımlarla suçu partinin izlediği politikalarda görüp eleştiriyor. Oysa bu kişilerin adaylıkları bizzat YSK tarafından onandı ve o günden bugüne hiçbir şey değişmedi. İktidar bir taraftan seçilmiş iradeyi gasp ederken diğer taraftan çeşitli bahaneler öne sürerek muhalefetiçi çelişkiyi derinleştiriyor. İktidar partilerin iç tartışmalarına göre strateji belirliyor. Böylece herkesi kendi iç sorunlarıyla uğraştırıyor. Tam da bu noktada özellikle DEM Parti ve Türkiye sol-sosyalist hareketin dikkat etmesi gereken bir husus var: Ortadoğu ve dünya genelinde yaşanan gelişmeler. İktidar DEM Parti ve muhalefeti kayyum politikası ile uğraştırırken Ortadoğu’da bambaşka gelişmeler cereyan ediyor. Eğer gerçekten demokratik bir çözüm geliştirilecekse bunun genel gelişmelerden bağımsız olamayacağı kesindir.
Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında Kürtlerin adına söz söyleyenler birçok diplomatik ilişki geliştirdiler. Dönemin hegemon güçleri Fransa, İngiltere ve Rusya ile ilişkiler kurdular. Her devlet kendi cephesinde politikasını yürütmek için Kürtlerle ilişki kurmaktan geri durmadı. Ancak nihayetinde hepsi Kürtlere sırt çevirdi. Kürtler de o süreçte başka şeylerle meşgul oldukları için genel gidişatın nereye gittiğinden bihaberdiler. Şerif Paşa Avrupa’da Kürtler adına Sevr ve Lozan görüşmelerine katılırken bile genel gidişattan çok haberi yoktu. Kürdistan’da birçok hareket ve ileri gelen umudunu Ankara hükümetine ve hegemonik güçlere bağlamıştı. Aşiret liderleri adına Lozan komisyonuna telgraflar çektirilerek, “Kürt sorununun ülkenin kendi sorunu olduğu ve temsilcilerinin de Ankara heyeti olduğunu” beyan eden telgraflar gönderildi. Şimdi de Bahçeli ‘İç barışı sağlama’ adına açıklamalar yapıyor. PKK Lideri Abdullah Öcalan’ı meclis kürsüsüne davet edip, örgütü lağvedip mücadelenin bittiğini söylemesini istiyor. (Meclis’in ilk oturumlarında M.Kemal Kürt vekilleri kendi geleneksel elbiseleriyle karşılamış ve oturumlara bu şekilde katılmalarına izin vermişti. Sonrasında sırf bu hareketleri için yargılandılar.) Hiçbir çözüm iradesi ve taslağı ortaya koymadan yapılan açıklamaların bir hükmü yoktur. Onun için ilk başta çok garip açıklamalar gibi görünse de aslında devletin 40 yıldır tekrarladığı ‘koşulsuz biçimde teslim olsunlar, devletimiz onları affeder’ politikasının farklı bir şekilde söylenmiş biçimi olduğu görülüyor. Bir taraftan ‘iç barıştan’ söz edip diğer taraftan topyekün savaş hazırlıkları devam ediyor. Bu da aslında ortada büyük bir oyunun olduğunu gösteriyor. “Madem Kürtlerle barış istiyorsunuz o zaman ne diye Rojava yönetimi yerine ısrarla Esad ile görüşmek istiyorsunuz” diye sormazlar mı?
Sayın Abdullah Öcalan, Ömer Öcalan ile yaptığı görüşmede tecridin devam ettiğini belirtmişti. Hemen akabinde sayın Öcalan’a önce 3 aylık, sonrasında da 6 aylık disiplin (avukat görüş yasağı) cezasının verildiği bildirildi. İktidarın kalemşörleri de “PKK, Öcalan’ı dinlemiyor” diye manşet atmaya başladılar. Bu şekilde sayın Öcalan ile PKK’yi karşı karşıya getirme politikası yürütüyorlar. Tecrit uygulayan kendileri, görüş yasağı koyan kendileri, Öcalan’ın dışarı ile temas kurmasını engelleyen kendileri, Öcalan’ın kendi örgütü ile iletişim kurmasını engelleyen kendileri ancak suçlu başkaları. Oysa işin rengi başka. Mesele iç karışıklık çıkarıp Kürtleri olmayan gündemlerle meşgul edip genel gelişmelerden koparmaktır. Erdoğan’dan tutun en küçük kurmayına kadar herkes Rojava’ya dönük büyük bir işgal harekatının hazırlıklarının yapıldığını söylüyor. En son ortaya çıktı ki Türkiye ABD’ye, Suriye’de Kürtlerin DAİŞ’e karşı yürüttüğü misyonun gereğini üstüne almaya hazır olduğunu bildirmiş. Diğer yandan da ısrarla Esad ile görüşmek istiyor. Kısacası Türkiye Esad ve ABD’ye şunu diyor: “Gelin Kürtleri bir tarafa bırakalım, ben kendi eski posizyonuma döneyim, NATO’nun politikasının ben yürüteyim.” Kürtlerin bu politikayı boşa çıkarmasının önüne geçmek için de Kürtleri suni gündemlerle oyalamak istiyorlar. Sorunun esas muhatapları sayın Öcalan’ın ortaya koyacağı her türlü iradeyi sahiplenmeye hazır olduklarını açıklamalarına rağmen sanki hiçbir şey söylenmemiş gibi hareket ediliyor. Bir merkez tarafından medyanın neyi nasıl işleyeceği gün gün veriliyor. Her gün başka bir spekülatif haber gündeme konuluyor. Yok Öcalan Kandil ile telefon görüşmesi yapıyor, yok vekiller ve siyasetçiler İmralı’da sabahlıyor, yok devlet genel bir af hazırlığı yapıyor, yok PKK Öcalan’ı dinlemiyor, Öcalan’ın örgüt üzerinde etkisi kalmadı… Bunların hepsi bilinçli olarak servis edilen suni söylemlerdir. Gerçek olan tek şey iktidarın büyük bir savaşa hazırlık yaptığıdır. Spekülatif olmayan tek gerçek budur. Çünkü hepsinin ortaklaştığı tek nokta budur.
İktidarın oynamak istediği oyun az-çok anlaşılıyor. Önce sanki yeni bir süreç başlayacak havası oluşturacaklar. Sonra da hesaplarına gelmeyen kimi açıklamaları öne çıkarıp “aslında sorunun demokratik bir yöntemle çözülmesini Kürtler istemedi” deyip çıkaracakları savaşı meşru gösterecekler. A.Kadir Selvi’nin son bir aydaki yazılarına bakıldığında ne yapmak istedikleri net bir biçimde anlaşılıyor. Selvi bizzat İbrahim Kalın tarafından enforme ediliyor. Bir pürüzün oluşmaması için son olarak Kalın, CHP yönetimine konu ile ilgili brifing verdi. Eğer ki ters giden bir şeyler olsaydı CHP’nin içinden bir şekilde brifinge ilişkin bilgi sızardı. Sızmadığına göre CHP iktidarın yapmak istediklerine katılıyor. Bu sessizliğin anlamı budur.
Şimdi tekrar kayyum meselesine dönersek. İktidarın kalemşörleri her seferinde kayyum atanacak belediyeleri hedefleyerek bunu gündemde tutuyorlar. Bunu bir şantaj aracı olarak kullanıyorlar. Oysa Kürt siyasi hareketinin yapılmak istenenleri daha iyi okuması gerekir. Kürt sorunu kayyum atayarak veya atamayarak çözülecek bir durum değildir. Özellikle DEM Parti bu konu üzerinden güncel gelişmelerden koparılmak isteniyor. Bununla oyalanarak Ortadoğu’da değişen dengeleri takip edip ona göre politika üretmesini engellemek istiyorlar. Kürt sorunu net bir biçimde Kürt siyasi iradesinin tanınması ile çözülebilir. Durum bu kadar net iken işi başka yere çekmek olayı saptırmaktır.
Kürtler artık bir statü sahibi olmalıdır. Ortadoğu’daki dengeler her zamankinden daha fazla buna uygundur. Kürt halkının örgütlü mücadelesinin belki de en çok üzerinde durması gereken husus budur. Kayyumun geri alınması veya yeni kayyum atamaları sorunu hiçbir şekilde çözmez. Ben DEM Parti yönetiminin yerinde olsam çıkıp derim ki “Eğer diğer belediyelere de kayyum atmazsanız namertsiniz.” Artık bunları tartışmanın anlamı kalmamıştır. Meselenin yasalar ve anayasa olmadığı zaten ortada, o zaman Kürt halkının iradesini temsilen DEM Parti açıkça tutum alabilir. Halkın direnişi kayyumun toplum tarafından asla kabul edilmediğini yeterince göstermiştir. Gerisi politik tutum ve geliştirilecek yol haritasıdır.
DEM Parti aman dileyecek bir durumda değildir. Eğer aman dileyecek biri varsa o da iktidarın kendisidir. DEM Parti net bir şekilde şunu sorabilir: Kürtlerin artık birden çok seçeneği vardır. Bugün dünya genelinde siyasi, askeri, entelektüel, kültürel ve toplumsal bir deneyim ve tecrübeye sahipler. Eşit-özgür vatandaşlık temelinde Kürtlerle yaşamayı kabul ediyor musunuz, etmiyor musunuz? Ortadoğu kaynayan kazan durumundadır. Kürtler Ortadoğu’da en güçlü halk konumundadır. Demokrasi ve özgürlük tecrübesi en gelişkin olan halktır.
İsrail, bir yıl geçmeden İran, Türkiye, Irak, Suriye ve diğer Arap devletlerin finans, diplomatik ve askeri olarak desteklediği Hamas ve Hizbullah’ı nerdeyse sildi. Ancak Kürt halkının örgütlü mücadelesi onlarca yıldır hiçbir devletin desteği olmadan, tam tersine bunca devletin karşı saldırı ve desteklemelerine rağmen halen ayakta.
Ortadoğu’da Kürtlerin demokratik uluslaşmasının karşısında yer alan hegemonik güçler özellikle Güney’deki Federatif yapı ile Kürtleri milliyetçi, dinci, cinsiyetçi bir çizgide tutarak yeni gelişmeler yaratmak istiyorlar. Kürtlere “demokratik ulustan vazgeçin, Barzaniler gibi bir yönetimi kabul edin, biz de sizi destekleyelim” diyorlar. Şu anda İmralı’da tecridin bu kadar ağırlaştırılmasının, Türk devletine Kürt karşıtı politikalarına, insanlık ve savaş suçu sayılabilecek uygulamalara sessiz kalmalarının nedeni Kürtleri kendi çizgilerine razı etme beklenti ve girişimleridir. Türk devleti de Bakur’da kayyum siyaseti ile, Rojava ve Başur’da suikast ve işgal saldırıları ile Kürtlere kendi çözüm modelini kabul ettirmek istiyor. Mesele sadece Kürtler değildir, tüm sol-sosyalist hareketler, dini ve etnik azınlıklar, kadınlar, gençler, kültürel hareketler hepsi bundan etkileneceklerdir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin zayıfladığı bir durumda iktidar bu diğerlerini kolay bir biçimde yutmanın hesabını çoktan yapmıştır.
Özcesi kayyum atamalarına elbette direnişle cevap vermek gerekir. Ancak genel gelişmelere bakıldığında kayyum sadece oyalanacak bir politika olarak ortaya çıkıyor. Devletin planı daha derin ve geniş görünüyor. Bu oyunu bozmanın yolu, DEM Parti başta olmak üzere tüm sol-sosyalist hareketlerin geniş bir Ortadoğu perspektifini önlerine alıp söylem ve çalışmalarını buna göre geliştirmektir. Bu birkaç yıl belki de önümüzdeki yüzyılı belirleyecek gelişmelere gebe. O halde şimdi kayyum oyununu bozup asıl oyuna dönme vaktidir. Kayyum talidir, asıl olan Ortadoğu’da dengelerin ne yönde değişeceği ve nasıl bir çözüm modelinin ortaya konacağıdır. Belediyelere kayyum atamak Kürtlerin bazı kazanımlarını engelleyebilir ama Kürtlerin örgütlü mücadelesi bitmez. Ancak mevcut iktidar kayyum atayarak, Kürtleri daha fazla karşısına alarak kendi sonunu hazırlayacaktır. Kayyumdan çekinmeden siyaset yürütüldüğünde, iktidarın çok güvendiği demoklesin kılıcı da elinde kırılır.