Amed, Mêrdîn ve Wan Büyükşehir Belediye eşbaşkanlarının sivil bir darbeyle görevden alınarak yerlerine kayyum atanmasını kınıyorum. Belediye eşbaşkanları hakkında yürütülen soruşturmalar bahane edilerek yapılan bu atamaların Vicdan, ahlak, demokrasi ve hukukla örtüşen hiçbir yanı bulunmamaktadır. Tam olarak hak ve irade gaspıdır.
2016 yılında kayyum atamalarına cevap olarak; 31 Mart’ta AKP-MHP iktidarının tüm baskı ve korku stratejisine karşı halk demokrasi dersi vererek Belediye Eşbaşkanlarını seçmiştir. Buna rağmen uyduruk gerekçelerle neden kayyum atanır ki ?
Bunu iki yönlü değerlendirmek gerek biri ulus devlet inşası diğeri sermayenin aşırı kar hırsı ve onun beslenmesidir. Birbirini destekleyen bu yaklaşımlar yüzyıldır isimleri farklı olsa da aynı amaca hizmet etmiştir. Şark ıslahat fermanı, Seyit Rıza, Şex Said isyanı, umumi müfettişlikler ve doksanlardaki köy boşaltmalar yoluyla gerçekleştirilen politikalar, bu gün ise tarihin tekerrüründen ibaret kayyum atamalarıyla var olmaya devam etmektedir. Temel amaç teklik ve yöntem asimilasyondur. Bu politikaların özü de budur.
Bu saldırıları Kürt halkına karşı yüzyıllık bir tektipleştirme politikasının geldiği noktalardan biridir. Yüz yıllık ittihat ve terakki anlayışının vücut bulmasının devamıdır. Türk ulus devletinin inşasının bitmesine engel olan bir HDP anlayışının ortadan kaldırılması ve kazanımlarının önüne geçilmesi gerekiyordu.
HDP’nin kazandığı belediyelere baktığımızda; tüm belediyelerinde birlikte, barışık ve dayanışmacı anlayışla yaşama geçirdiği; öncelikli kadın özgürlüğü mücadelesi, katılımcı yerel demokrasi, toplumsal ekolojik yaşamın inşası, komünal ekonomiyi alternatif model olarak ele alması, tarihi, kültürü ve dili yok etmek yerine koruyan, toplumsal hafızayı yaşatan anlayışı AKP-MHP’nin Yerel seçimlerde yaşadığı yenilginin hıncı ile HDP’ye saldırmasının nedenlerindendir. Nerede bir HDP anlayışı varsa oraya yönelimi olacaktır bu yönelime dair güncel-dar yaklaşımlar bizi sorundan uzaklaştırır. Her hâlükârda bir bahane bulup kazanımlara el koyulacaktı. Aksini düşünmek ya da bu yönlü tutuma devam etmeyecek ya da geri adım atmasını beklemek saflık ve sorunu anlamamazlık olur. Ve geri adım attıracak olan demokratik dayanışmacı güçlü bir mücadeledir.
Elbette bu sisteme kendini sürdürebilmek adına tıpkı emperyalizmin yeşil yüzü kurumlar oluşturarak muhalefetin oluşmasının önüne geçer. Unesco, unchor, Greenpeace vb kurumlara baktığımızda sözde demokratik, ekolojik ve muhalif bir yapı gibi görünür o yönlü söylemler ağızlarından düşmez. Ama tam olarak sermayenin kurduğu ve oluşacak halk muhalefetini engellemek, önüne geçmek amacındadır.
Tam olarak ülkede güya ana muhalefet kılıfına bürünmüş iktidarın asıl ortağı olan CHP’nin yaklaşımı gözler önündedir. Kim iktidar olursa onu sürdürülebilir kılmak için çalışmalarını yapar ve oluşacak muhalefeti engeller. Nasıl ki sermayenin yeşil yüzü kurumlar varsa Türkiye’de de iktidarın yeşil yüzü CHP’dir.
Dönersek kayyum meselesine; yerel halkla hiçbir bağı olmayan, halkla arasında beton bariyerler bulunan, beton bloklar arasında yaşayıp merkezi iktidarın talimatlarını gerçekleştiren, toplumsal ahlak, toplumsal demokrasi ve toplumsal vicdandan yoksun kayyum anlayışı, sadece Kürt halkına değil, tüm Türkiye halklarına karşıda vicdani bir sorumluluk barındırmamaktadır.
Halk iradesine yapılan bu sivil darbeden derhal vazgeçilmelidir. Hukuksuzca ve tüm zor aygıtlarını kullanarak yüzyıllık tektipleştirme anlayışının inşası için kendinden olmayanların susturulmasına son verilmelidir. İradesi gasp edilen Amed, Mêrdîn, Wan halkının seçtiği belediye eşbaşkanları derhal görevlerine iade edilmelidir.