Kürtlere 2015’ten beri uygulanan mesafe siyaseti 3. kayyım şiddetiyle sürüyor. Bu şiddet politikası bundan sonra ters teper mi, bunu henüz bilmiyoruz. Geçen hafta HDP Eş Genel başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ başta olmak üzere HDP’li siyasetçilere ağır cezalar verildi; bugün 3. kayyım dönemine geçme girişimleri var; yarın kim bilir ne olacak?
Kayyım şiddeti seçimlerin altını oyan temel demokrasi hatalarından biri olarak tarihe geçerken öyle görünüyor ki Kürt düşmanlığından kaynaklı körleşen bir kesimin tahrikiyle bu şiddet biçimi istisnai olmaktan çıkarılmak ve kural haline getirilmek isteniliyor. Dahası yeni derin blok, kayyım şiddetini gündemde tutarak demokrasilerin vazgeçilmezi olan seçimleri tamamen anlamsız hale getirme peşinde.
Kayyım rejimi Kürt halkının iradesine el koymanın yasal yolu haline geldi. Kayyım rejimiyle halkın oylarıyla seçilmiş belediye eş başkanlarına (belediyelerin Kürt meselesindeki kritik bağlamına rağmen) sıradan bir memur muamelesi yapılıyor. Kayyım rejimi ile belediye eş başkanlarını devletin memuru statüsüne indirgemenin Kürt meselesinde olası çözüm yollarının önüne konulan kocaman bir taş olduğunu bir kez daha hatırlatalım.
Kürtlerin seçtiği her kişinin (muhtarlar bile) ya yasa dışı ilan edilmesi ya da adil olmayan yasaların kapsamına sıkıştırılması ne anlama geliyor, ne yapılmak isteniliyor, bu şiddette ısrar edilerek denenmek istenen ne ve ne bekleniyor? 3. kayyım atamaları kimin kuralı, kimin aklı, kimin savaşı, kimin nefreti?
Kayyım şiddetini canlı tutanlar, yenilgiyi hazmedemeyen, çirkinliklerinin görünmesini istemeyen, devlet-millet adı altında devleti de milleti de aynı anda kazıklayan, seçimlerden ders çıkarmayan, kaostan yana olan, demokrasinin kıyısından bile geçmeyen, her yaptığı yanına kâr kalan dar bir azınlık aslında. Bu dar azınlık tüm topluma had bildiriyor, istikamet çiziyor. Gücün dışında başka bir yol bilmiyor; bu da gücü istismar etmelerine neden oluyor.
Kürt halk iradesi bugüne kadar adil olan hiçbir güce ve yasaya kafa tutmadı; adil olmayan hiçbir gücün ve yasanın karşısında da diz çökmedi. Zira yasa denince herkesin önünde diz çökeceği kutsal bir kural zannediliyor, lakin kayyım yasası kesinlikle öyle bir yasa değil. Adil olmayan yasanın meşruiyeti olmaz. Meşruiyeti zayıf ve adil olmayan yasaların rıza üretme kapasitesi kuşkusuz zayıf olur. Kayyım yasasının tüm toplumda hiçbir meşruiyeti kalmamıştır.
Hukuken kayyım şiddetini konuşmak zaten anlamsız. Hukuk tamamen siyasallaşmış durumda; hukukun mevcut koşullarda siyasetten ayrı hareket etmesini beklemek tam bir absürtlük. Kürtlerin bedeninde şiddetin dozajı yükseltilerek araçsallaştırılan hukukun güçler ayrılığı bağlamında bağımsız bir organ olarak eski konumuna geri dönmesi de giderek zorlaşıyor.
Kayyımlardan medet uman bir ülke durumuna düşmek ise içler acısı. Ülkenin belli bir bölgesini istikrarlı bir şekilde özel yasalarla yönetme pratiği orayı kendi eliniz ve aklınızla özel bir statü vermekle eşdeğer. Kimse bir başkasını suçlamasın. Durum ortada. Bölücülük yasallaştı. Kürtlere en çok zarar veren devlet yetkilileri bile zamanında Kürt meselesini kendi elleriyle, yanlış politikalar sonucunda bu noktaya getirdiklerini defalarca itiraf ettiler. Aynı şey yine tekrar ediliyor.
İktidar bloğunun Kürtlerin kafasına vurarak ayakta kalma motivasyonunun şiddeti ile iktidarın Kürtlerin kafasına vurdukça yıpranacağını (ve böylece mevcut konumunu kaybedeceğini) murad edenlerin ürettiği şiddet çağımızın en ahlaksız şiddeti olarak kayda geçecek. İktidar kendi şiddetini hiçbir ilke ve kural tanımadan sürdürürken, Kürtlere uygulanan şiddet gösterisinden “rahatsızız” diyenlerin tavrı da sadece rahatsız olduklarını söylemek ile sınırlı kaldığı sürece bu ahlaksızlık Kürtsüz normalleşmenin pekiştireci olmayı sürdürecek.
İktidarı Kürtlerin üzerine salarak yıpratma tekniği iktidarın da işine geliyor. Bilindiği üzere Kürtlere uygulanan şiddet sistemin yüz yıldır kendi riskleriyle baş etme tekniklerinin başında gelmekte. Belli ki sistemin motor gücü haline gelen iktidar, anormallik için olduğu kadar normallik için de bir kez daha Kürdün bedeninde işaretlenmek üzere şiddet seanslarına ihtiyaç duyuyor.
Türkiye toplumu Kürtlere uygulanan şiddete ya direk taraf olduğu için ya da nötr kalmasından kaynaklı bugün boğazına kadar kaosa, umutsuzluğa ve de merhametsizliğe boğulmuş durumda. Buradan çıkış yok. Bunu anlamak, şunu da görmek lazım; Kayyım şiddeti, devletin yasasıyla halk iradesini karşıtlaştıran bir mekanizmaya dönüştü. Bu mekanizma çıplak güç ile hareket ediyor. Kitleler gücü sever. Antidemokratik güç kendini biraz daha sevdirmeye başlarsa herkese geçmiş olsun.
Bu nedenle Kürt meselesinde şiddet ve barış bağlamı arasında kalan Türkiye toplumu yol ayrımında. Kayyım yasasına büyük bir itiraz ve anlamlı bir uzlaşı ile son vermek bu yolu öngörülebilir hale getirmek hala mümkün. Bu bağlamda kayyımlara karşı çıkmak şu an Türkiye demokrasisinin en meşru ve en adil refleksi.
Her şeye rağmen kayyım şiddetine karşı yine toplumcu müzakereye ihtiyaç var. Halklar müzakere etmeli; Kürtler ve Türkler müzakere etmeli. Siyaset hakeza müzakere etmekten asla vazgeçmemeli. Kısacası toplumsal müzakere ve mücadele ağı bu zırvalıklara son vermeli ve bir an önce ülkenin asıl gündemine; yani yoksulluğa, barışa, demokrasiye, özgürlüklere, güvenli- dirençli kent mevzusuna ve çocuklara-gençlere iyi bir gelecek sorumluluğuna çubuğu kırmalı.
Uzak riskler günümüzü şimdiden yangına çeviriyor. Yeni nesillerin evlerine şimdiden yangını taşıyoruz. Bu yangından hala kurtarılacak şeyler var. Herkesin daha ciddi düşünmesi ve net bir duruş sergilemesinden başka bir yol yok.
Sonuç olarak söylersek; Hakkari’nin Türkiye ile bir aidiyet bağı kalmışsa bugün o bağa sıkıca sarılma günüdür. Bunun yolu da Hakkari halkının gasp edilen iradesine sahip çıkmaktan geçer. Unutmayalım ki kayyım yasasında ısrar sadece demokrasi tabutuna değil her iki halkın ortak geleceğinin tabutuna da çakılacak son çivi olabilir.