Yerel seçim yaklaşıyor. 14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçiminde AKP-MHP’nin Anayasa ve kanun tanımazlığı karşısında sistem muhalefetinin “nasıl olsa kaybedecekler” safsatasıyla “bırakınız yapsınlar, bırakanız geçsinler” tavrı, seçimin seçim öncesinde kaybedilmesine yol açtı. Kendine muhalefet adını veren “Altılı Masa” ve diğer sistem partilerinin temel sorunu ideolojik olarak Saray Rejimi’nden kopamamış olmalarıydı. Kürt sorununu çözme iradesi bir yana, AKP’yi “çözüm süreci” yürütmüş olmakla itham eden ultra faşist bir düzlemde yer aldılar. Demokrasi, özgürlükler ve emekçilerin mutlak yoksullaşmasıyla ilgili dişe dokunur bir söylem geliştirmediler. K. Kılıçdaroğlu’nun ikinci tur seçiminden önce faşist Ümit Özdağ ile yaptığı “kayyım uygulamaları devam edecek” şartlı protokolü gerçek anlamda muhalefet diye bir şeyin olmadığını gösterdi. HDP’nin dâhil olduğu Emek Özgürlük İttifakı dışında diğerlerinin şovenizm masasında olduğunu bir kez daha görmüş olduk.
Yerel yönetimler direkt halkın sorunlarıyla iç içe olma olanağını taşıması açısından demokrasi güçlerini genel seçimlerden daha fazla ilgilendiriyor. Fatsa Belediye Başkanı Fikri Sönmez’de vücut bulan halkçı yerel yönetim anlayışı 12 Eylül faşist darbesiyle kesintiye uğramış, özellikle Kürt illerinde merkezden atama şeklinde kayyım politikaları geliştirilmişti. DEP, HADEP, HDP geleneğinin büyük bedeller ödeyerek kazandığı yerel yönetimler halkçı yerel yönetimler anlayışına önemli katkılar sağladı. Çözüm sürecinin üst devlet aklıyla sonlandırılması, Kürt halkının kendi belediye başkanlarını seçmesine de büyük bir darbe indirdi. Halkın seçilmiş temsilcileri tutuklanırken, fiilen Kürt halkının seçme-seçilme hakkı elinden alınmış oldu. Kayyım politikası yerelde halka karşı büyük taarruz olmaktan öte siyasetin tamamını çürüten hukuksuzlukların önünü açtı.
2024 Yerel Seçimleri’nde hangi partinin kaç belediye kazanacağı meselesi temel belirleyen olmaktan çıkmış durumdadır. Kürt halkının seçme-seçilme hakkının elinden alınmaya devam ettiği koşullarda kazanan yine AKP-MHP faşizmi olacaktır. “Seçime girebilirsiniz ama seçilmezsiniz” faşist uygulamasının devam etmesi halinde Türkiye genelinde de kayyım politikalarının yaygınlaşacağını tahmin etmek zor değil. Dolayısıyla bu yerel seçimin temel sorusu “İstanbul, Ankara, Antalya Büyükşehir Belediyelerini hangi parti kazanacak?” değil, “Saray rejiminin kayyım darbesine son verebilecek miyiz?” olmalıdır. Kayyım düzeni devam ettiği sürece seçilmiş bütün muhalif yerel yönetimler tehdit altında kalacaktır. Yerel yönetimleri davalar, soruşturmalar ile cendere altına almak Saray Rejimi’nin ihtisas alanına giriyor zaten.
DEM Parti (HEDEP), Saray Rejimi’ni geriletmek için geçmişten bugüne her türlü fedakârlığı yapmaktan geri durmadı. “Anlaştılar” safsatasını yapanlar Saray’a kapaklanırken DEM Parti özgürlük ve demokrasiyi savunmak için “bağrına taş basarak” sağlam bir duruş sergiledi. Kayyım düzenini parçalamak için DEM Parti’nin ötesinde geniş tabanlı bir siyasal duruşa ihtiyaç var. Özgür Ülke gazetesinin bombalandığı ertesi gün İstiklal Caddesi’nde Özgür Ülke dağıtımına çıkan aydınların-demokratların gösterdiği vakarlı davranışın bir benzerine ihyacımız var. DEM Partili olmakla, Kürt olmakla, sosyalist olmakla sınırlı değil, insanlığı ve demokrasiyi savunma ortak noktasında buluşarak “Kayyım düzenine karşı buradayım” diyecek bir duruş birçok şeyi yerinden sarsabilir.
Geliştirilmeye ve eleştiriye açık şekilde benim naçizane önerim; Türkiye genelinde bütün demokrat, aydın, sanatçıların “Kayyım düzenine karşı ben de buradayım” diyerek DEM Parti’ye bütün il ve ilçeler için Belediye Meclis üyeliği ve Eş Başkanlıklar için aday başvurusunda bulunmalarıdır. Amaç bir yere seçilmek değil ve hatta seçilmiş olsa da yönetmek değil, Kürt halkının seçme seçilme hakkına vurulmuş kayyım darbesine karşı tutum almaktan ibaret olacak bir duruş sergilemek olabilir. Özgür Ülke ile dayanışmada olduğu gibi bütün farklılıklara rağmen özgürlüğü savunacak ortak duruşu sergilemek olabilir.
Önerimi daha somutlayarak söyleyeyim; Her dönem demokrat duruşundan ödün vermemiş olan Zülfü Livaneli “Kayyımlar düzenine karşı Diyarbakır’dan adayım” açıklaması yaparak, amacının seçilmek ya da yönetmek değil, kayyım düzenine karşı Kürt halkının yanında olduğunu vurgulasa çok değerli olmaz mı? Kadir İnanır Mardin’den, Nur Sürer Mersin Akdeniz’den, Ahmet Telli Cizre’den, Füsun Demirel Hakkâri’den, Suavi Varto’dan… İlla Eş Başkanlık adaylığı değil, belediye meclis adaylıkları için olabilir. DEM Parti kendi belirlediği adaylarla seçime girse bile “kayyım düzenine karşı buradayım” diyen demokratların gücünü yanında hissedecektir.
Saray Rejimi’nin yenilmesi, demokratik yolların açılması için düzen partilerinden bir beklentinin anlamsız olduğunun tescillendiği bu zamanda gerçek muhaliflerin, gerçek demokratların bir araya gelmesi elzem görünüyor. “Kayyım düzenine karşı buradayım” diyebilmek demokrasiyi savunan herkesin görevi olmalı.