Mayıs, coğrafyamız devrimci hareketi açısından önemli bir aydır. 1 Mayıs 1977 katliamından, 6 Mayıs’ta Deniz, Yusuf, Hüseyin’in asılarak katledilmesine, 13 Mayıs’ta Armenak Bakır, 18 Mayıs’ta İbrahim Kaypakkaya, Haki Karer ve Dörtler, 20 Mayıs’ta Kazım Çelik’in ölümsüzleşmesine kadar burada adını sayamayacağımız birçok devrimcinin ölümsüzleştiği aydır.
Geride bıraktığımız 1 Mayıs, her ne kadar 14 Mayıs’ta yapılacak seçimin gölgesinde kalmış olsa da, 1 Mayıs alanlarında başta İbrahim Kaypakkaya olmak üzere devrimci önderlerin resimlerinin taşınmasına yönelik devletin yasakçı tutumu bir kez daha göstermiştir ki, “Devlet-i Aliye”nin hafızası güçlüdür. Kendisine yapılanı asla unutmamakta ve gerçek anlamda tehlikenin nereden geldiğini ve geleceğini de göstermektedir.
1 Mayıs alanlarında devletin İbrahim Kaypakkaya’ya yönelik saldırgan tavrına rağmen, üç kez kollukla karşı karşıya gelinmiş, her defasında saldırı devrimci dayanışma ile püskürtülmüş ve İbrahim Kaypakkaya’nın yoldaşları, Kaypakkaya’yla birlikte 1 Mayıs alanlarında yerlerini almıştır.
İçinde bulunduğumuz yıl İbrahim Kaypakkaya’nın Amed Zindanı’nda aylarca işkence edilip, kurşuna dizilerek katledilmesinin 50. yıldönümüdür. Kaypakkaya’nın fikirlerinin –aradan yarım asır geçmiş olsa bile– 1973 yılındaki TKP-ML Dava Dosyası’na da giren MİT Raporu’nda ifade edildiği gibi; “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki halde en tehlikeli olan” görüşler olması neden halen devletlüler nezdinde geçerliliğini korumaktadır?
Bu sorunun yanıtı basit olduğu kadar anlamlıdır: İbrahim Kaypakkaya Türkiye Devrimci Hareketi’nin, coğrafyamızda sosyalizm adına onlarca yıllık savunulagelen reformist ve kitlelerin mücadelesini, Türk hakim sınıflarının kuyruğuna takan düzen içi solculuktan kopuşun temsilcisi olan ‘71 devrimci önderlerinin komünist yüzünü temsil etmektedir. Kaypakkaya, MİT raporunda ifade edildiği üzere, coğrafyamızda “ihtilalci komünizmin temsilcisi” olması nedeniyle katledilmiştir.
Kaypakkaya’yı devlet için tehlikeli yapan ve aylarca süren işkence sonrasında kurşuna dizilerek katledilmesine neden olan sadece tutsak edildiği güne kadar ileriye sürdüğü tezler ve pratiği değildir. Onun katledilmeden önce Harita Metod defterine aldığı notlardan ve hazırlığına giriştiği savunma taslağından biliyoruz ki, bu genç komünist mahkemeye çıkarılsaydı, devleti ve onun üzerinde yükseldiği zemini bilimsel temelde çözümlemeyi sürdürecekti. Devleti kendi mahkemelerinde yargılayacak ve o güne kadar ileriye sürdüğü tezleri daha da sistemli hale getirecekti. İşte tam da bu nedenle, devlet, bu tehlikeyi göze alamamış, çaresizce onu katletmiştir. Diğer bir ifadeyle devlet sadece geçmişi değil geleceğini de güvence altına almak istemiştir.
Bu gerçeği bugün aradan yarım asır geçtikten sonra daha berrak görüyoruz. Kaypakkaya’nın katledilmesinden sonra coğrafyamızdaki sınıflar mücadelesinin gelişim seyrinin de apaçık kanıtladığı üzere onun katledilmeden önce kaleme aldığı ve mahkemedeki savunmasında daha da derinleştirmeyi planladığı görüşleri, doğrudan devletin temellerini hedef alıyordu. Devletin üzerinde yükseldiği sınıfsal gerçekliğin yanısıra, Ermeni Soykırımı gerçekliğine, Kürtlerin adının dahi geçmediği koşullarda bir ulus oldukları ve dahası ayrı bir devlet kurma hakları olduğunu ifade etmesine, ilerici ve hatta devrimci olarak ifade edilen Kemalizm’in gerçekte faşizm olduğuna kadar bir dizi son derece isabetli çözümleme, günümüzde sosyal pratiğin de katkısıyla daha net anlaşılır olmuştur.
İşte tam da bu nedenle Kaypakkaya, “Hatırla Sevgili” dizilerinde hatırlanmaz, katledilmesinin üzerinden 50 yıl geçmiş olsa bile resimlerinin taşınması, “terörle iltisaklı” olarak görülmeye devam eder. Elbette bu iyi bir şeydir. Devletli olan her şeyle uzlaşmazlığı ve cepheden karşı konumlanışı ifade eder. Tam da bu nedenle İbrahim Kaypakkaya, katledilmesinin üzerinden 50 yıl geçmesine rağmen halen devlet için en tehlikeli olmayı; sınıfsız, sömürüsüz, özgür bir dünya isteyenler için mücadele bayrağı olmayı sürdürüyor.
Katledilmesinin 50. yıldönümünde başta İbrahim Kaypakkaya olmak üzere mayıs ayında devrim ve sosyalizm mücadelesinde ölümsüzleşenlerimizi bir kez daha anıyor, bıraktıkları mücadele mirasının yarınlarımızın teminatı olduğu gerçeğini ifade ediyoruz.