Bu hafta “Uluslararası Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Haftası.”
Bilindiği ve ifade edildiği şekliyle; Türkiye’de gözaltında kaybedilme gibi ağır yaşam hakkı ihlallerine karşı mağdurların ortak hissiyatı, faillerin cezadan muaf kaldığı, geçmişle yüzleşme, geçmişi anlama, telafi etme ve yargılama pratiklerinin hiçbir dönemde önemsenmediği yönündedir.
Türkiye’de tarihle yüzleşme ve hesaplaşma konusunda devlet tarafında derin ve kök salmış bir sessizlik, inkar ve yüzleşme isteksizliği oldu her zaman. Geçmişini unutma / unutturma politikası devlet tarafından egemen kılındı hep. Geçmişte yaşanan zulmü, katliamları, hak ihlallerini çevreleyen bu sessizliğin yarattığı boşluk toplumsal uzlaşma sürecinin önemli bir sorunu olarak varlığını sürdürüyor.
Geçmişle yüzleşme olmadan ve onarıcı bir adalet gerçekleşmeden kalıcı bir barışın sağlanamayacağının farkında olanların sesleri kısılmaya çalışıldı hep.
Dahası kendi evlatlarının ve yakınlarının akıbetinin peşine düşen anneler ve kayıp yakınlarına yönelik sistematik bir baskı unsuru oluşturmaya çalışıldı.
Tam da “Uluslararası Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Haftası”na tekabül eden bu haftada Cumartesi Anneleri 1000 haftadır kayıplarının akıbetini sormuş olacaklar.
***
Türkiye’nin yakın tarihi; katliamlar, kayıplar, ölümler ve faili meçhul bırakılan cinayetler mezarlığı gibidir. Toplumun büyük bir kesimi de yaşananları normal bir şeymişçesine kanıksadı. Konuyu gündeme getirmeye çalışanlarsa baskı gördü, cezalandırıldı. Buna rağmen bundan vazgeçmeyen insanlar oldu.
İşte adalet kıvılcımının sönmemesi için, Cumartesi Anneleri 1000’inci kez yine ‘kayıp’ları için Galatasaray Meydanı’nda toplanıp her hafta olduğu gibi kayıplarının akıbetini soracaklar.
Türkiye’de tekçi paradigma ve buna dayalı zihniyet; gerçekleştirdiği katliamları,vahşetleri kendi kahramanlık söylemleriyle kimi zaman kutsallaştırdı ya da en olmaz olayları sıradanlaştırdı, sıradan bir olaymış gibi yansıttı. Toplumda da böyle bir algının oluşmasını büyük ölçüde başardı ne yazık ki. Bu sayede geçmişiyle yüzleşmeyi, hesaplaşmayı değil, unutmayı, unutturmayı tercih etti. İktidarlar ve devlet erki bu topraklarda yaşananları inkâr etti, çarpıttı. Kimi olay ve olgular tabu sayıldı.
***
Bu ülkede insanlar gözaltında kaybedildi. Kimisinin kardeşi, kimisinin eşi, kimisinin babası, kimisinin de çocuğu ansızın sokaktan, evden, çalıştıkları yerlerden alınıp izleri kaybettirildi.
“Geçmişi yok saymak, iktidarda olan bazılarının iddia ettikleri kadar kolay değildir. Bu dünyada hala onları hatırlamak ve diri tutmak isteyen tek bir insan bile varsa bunu yapmak mümkün değildir. Bu yeter; ahlaki çölde haykıran bir insan, önce biri, sonra biri daha, adalet kıvılcımının sönmesine engel olmak için bu yeter. Tarih bizi dinliyor olabilir, tarih bize cevap verebilir” der Ariel Dorfman.
Tek çıkış yolu, o karelerin üstünü örtmek yerine her biriyle tek tek yüzleşmektir. İster bireysel, ister toplumsal boyutta; ideolojik, etnik ya da inanç grupları arasında yaşanmış kötü olaylarla yüzleşmeyi beceremediğimiz için halen ön yargılarımızdan, korku ve paranoyalarımızdan kurtulamıyoruz.
‘Bir daha asla’ diyebilmek için; unutmamak, yüzleşmek ve hesaplaşmak zorundayız.
Faili meçhulün, infazların, binlerce kaybın, kitle katliamlarının, provokasyonların bu bir avuç “çetecinin” kararı ve organizasyonuyla gerçekleştirildiğine inanmamız isteniyor. Hayır… Failler her şeyden önce devletle var oldular.
Türkiye’nin tüm renklerine eşit yurttaşlık temelinde saygı gösteren bir siyasi dönüşüm için, benzer olaylar sonunda barışı gerçekleştirmiş ülkeler gibi Türkiye de geçmişiyle yüzleşmek zorunda. Güvenlik güçleri tarafından kaybedilenlerin, faili meçhul bırakılmış ve yargısız infazlarda öldürülmüş insanların akıbetlerinin araştırılması gerçekleşmeden kalıcı bir barış kurulamaz.