Bu hafta “Kayıplara Karşı Uluslararası Mücadele Haftası.”
İlginçtir tam da bu süreçte: Mafya -siyaset ilişkilerini yeni ifşalarla,videolar eşliğinde dizi izler gibi izliyor toplum.
Suç örgütleriyle siyasetçilerin gazetecileri de yedeklerine alarak sürdürdükleri pazarlık ‘derin’lere inerek ‘Bir tuğla çekersem duvar yıkılır’ diyen duvar örücülere kadar uzandı.
Devletin mafyayla, mafyanın kendi iç hesaplaşmasıyla ortaya çıkan görüntüler insanı flashbacklerle şu anki olay örgüsünden önce gerçekleşen olaylara taşıyor ister istemez. Çünkü arka planı doldurmadan olayın vahametini anlamak zor.
Kamera 1990’lara yöneliyor birden. Beyaz Toroslar hani. Kar maskeli cellatlar yani… Kaç kez yazıldı çizildi. Kaç kez aynı cümlelerle anlatıldı… Hani caniler, cellatlar vardı. Hani geldiler, hani insanları sokaktan, evlerinden alıp gittiler… Götürülenlerin izine bir daha rastlanmadı. Kayıp yakınlarının başvurmadığı merci kalmadı. Kapılar gibi vicdanların da kapıları kapalıydı. Polis yok dedi, savcı dava açmam dedi. Herkes peşini bırakın dedi ama analar başta olmak üzere eşler, oğullar ve kardeşler olayın peşini bırakmadı. Cumartesi Anneleri, kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları baskılara, cezalandırmalara rağmen sormaktan vazgeçmediler. Adalet kıvılcımını diri tutmaya çalıştılar.
“Geçmişi yok saymak, iktidarda olan bazılarının iddia ettikleri kadar kolay değildir. Bu dünyada hala onları hatırlamak ve diri tutmak isteyen tek bir insan bile varsa bunu yapmak mümkün değildir. Bu yeter; ahlaki çölde haykıran bir insan, önce biri, sonra biri daha, adalet kıvılcımının sönmesine engel olmak için bu yeter. Tarih bizi dinliyor olabilir, tarih bize cevap verebilir” diyor Ariel Dorfman.
***
Herkes biliyor artık bu ülkede ‘Derin devlet’ gelenek haline gedi. Hiç eksik olmadı, değişik şapkaları, farklı tetikçileri, öncül ve ardılları oldu ama hep oldu.
Türkiye yakın tarihi, katliamların, kayıpların ve faili meçhul bırakılmış cinayetlerin yaşandığı sümenaltı edilmiş dosyalarla doludur. Yaşananların toplum nezdinde normalmışcasına kanıksanması ve unutulması için türlü algı yöntemleri kullanıldı.
Bu alandaki dosyaları zamanının unutkanlığına terk ettiler, dava dosyalarını raflarda bekleterek zamanaşımına uğratıp, çoğunu kapattılar. Bu alanda cezasızlık rutin bir hal aldı.
Oysa uluslararası yasa ve belgelerde bu türden suçlar insanlık suçu kapsamında sayıldığı için zamanaşımı kapsamı dışında tutulmuştur.
Bilindiği gibi Türkiye,‘Birleşmiş Milletler Zorla Kaybedilmeye Karşı Herkesin Korunmasına Dair Sözleşme’yi halen imzalamamış ve taraf olmamıştır. Sözleşme “kayıp kişinin akıbetinin veya bulunduğu yerin gizli tutulmasını” engellemek amacıyla bir dizi güvence tanıyarak kaybedilmeyi önlemeyi amaçlamaktadır. Yine bu sözleşme devlete hakikati açığa çıkarma, kaybedilenlerin kalıntılarını ailelerine teslim etme ve adaleti sağlama yükümlülüğü getiriyor.
Yetkililer bu yükümlülüğü yerine getirmedi şimdiye kadar ama kayıp yakınları: “Siz kapatsanız da biz davamızdan vazgeçmeyeceğiz, kardeşlerimizin, yakınlarımızın yakınların akıbetini sormaya devam edeceğiz” diyorlar.
“Kayıplara Karşı Uluslararası Mücadele Haftası” etkinlikleri 31 Mayıs’a dek, haftanın kalan günlerinde de devam edecek: Cumartesi Anneleri, 844’üncü hafta etkinliğinde yine sağır kulaklara seslenecekler.
Kayıplar,asit kuyuları,toplu mezarlar…Bu işin hulasası; o tuğla çekilmeden,o duvar yıkılmadan gerçekler ortaya çıkmayacak.