Düşünceleriniz sese, kelimelere dönüştüğünde daha berraklaşır, sorgulamayla başladığınız yolculuğunuz sizi içine alıverir. Artık kontrol aklınızdadır.
Bu anlarda size en yakın olanlarla buluşursunuz kaleminiz yazmadan ya da sözleriniz sese dönüşmeden önce. Kitaplarınız, okuduğunuz makaleler, duyduğunuz anlatılar tetikler ve metaforlar başlar ardı ardına ta ki aklınız dinginleşinceye kadar. İçinden geçtiğiniz, tanık olduğunuz o yoğun yok edişe rağmen, mücadele ile yok oluşun gerçekliği sizi sürüklerken buluşursunuz politik tutumu net dostlarınızla.
Liberalizmi politik tutumlarına çevirenlere, sistem içi çözümlerin girdabına kendini bırakanlara rağmen kendini hiç sakınmadan görünür kılan, mücadeleden geri durmayan dostlarınızla satırların arasında, alanda ormanın sarmalında, nehrin yamacında suyun coşkusunda size güç veren deviniminde buluştuğunuz gibi.
Bu hafta Hollanda’da yaşayan dostlarla buluştuk, uzaktan, birbirimizi yan yanaymışız gibi hissederek. Derdimiz aynıydı, kapitalizmin çarkında yok olan yaşamlar. İklim krizine çözüm arayışları, ne yapabiliriz sorgulamaları içinden bir buluşmaydı. Yaşanan sorunlar ve çözüm arayışında eser de olsa nüfusun, ihtiyaçların artışına, genişlemesine kayıtsız kalamayız dense de yaşamın yok oluşunun sorumlusu ve ona karşı yapılacaklar netleşti birlikte. Yaşamın yok oluşunun sorumlusu halklar olmadığı, kapitalizmin uluslararası ve ulusal yapılanmaları ile yürüttüğü, krizlerinin çarkında yaşamın tüm unsurlarının parçaladığı gerçekliği çalıştaya katılan dostlar arasında netti.
Akbelen‘de ekoloji mücadelesi veren örgütler, yakından uzaktan gelenler, siyasiler İkizköylülerle buluşuyor bu hafta sonu. Ormanla suyun yok edildiğinde yaşamların nasıl yok olacağını gösteriyorlar yıllardır. Kömür işletmesine, termik santrallara, onlara su sağlamak için yapılmaya çalışılan baraja direnenler. İklim Krizini fosil yakıt üretimlerinin yaşamı nasıl yok ettiğini göstere göstere bedel ödüyorlar, mahkemelerde yargılanırken, soğuğa, polise direnirken mücadelelerinden vazgeçmiyor; İkizköylüler ve ekoloji örgütleri. Kapitalizmin kömür- termik- maden- çimento- liman bütünselliğinde yaşamı, tüm canlıları yerinden yurdundan edişini gün gün aktarıyorlar Türkiye’ye, dünya halklarına. 9 Aralık’ta Akbelen’de buluşuyor yaşamı özgür kılmak isteyenler.
Diğer yandan siyasiler demokrasi sürecinin dışına çıkartılan parlamentoda bu süreçlerin araştırılması için araştırma önergeleri sunuyorlar. Ekoloji mücadelesi verenler Mezopotamya havzasındaki katliamı Erzincan İliç’ten yıllardır haykırmakta. Siyasiler bu sürecin araştırılmasını istiyorlar. Büyük olasılıkla iktidar partisinin oyları ile reddedilecek önerge. Siyasi iktidar Kapitalizmin yok ediş çarkını hızla çevirmeye devam ediyor. Çünkü İliç’te maden işletmesinden, siyanürle çözülmüş ağır metallerin olduğu atık havuzundan yıllardır Murat nehrine akan ve havaya şirket tarafından püskürtülerek Fırat Nehri’ni, Havzanın havasını, suyunu zehirleyen çöpler altın madeni 2022 yılında siyanür çözeltisini taşıyan borunun patlaması ile yıllardır akıttığı zehre siyanür çözeltisini de ekleyerek toprağa, Murat Nehrini, Fırat’ı ve Mezopotamya havzasını yok etmeye devam ediyor. Bu yeterli görülmemiş olmalı ki, Murgul’dan Çaldağ’a, Bakırtepe’den Manisa Turgutlu’ya, İda Dağları’ndan Cerrattepe’ye, Küre’den, Uşak Eşme’ye yaşamı yok eden “değerli”, “kritik” kayaçlar yer altından çıkarılarak siyanürle ya da siyanürsüz (örneğin asitle) parçalanacak, posaları, içindeki istenmeyen metaller çözelti halinde doğaya verilmeye, Diyadin’den de devam edilecek. Ağrı Diyadin’de bir altın madenine Bakanlığın ÇED olumlu kararı ile verdiği olur ve destekle. Van gölüne dökülen Zilan Deresi ve en yakınındaki Kotancı, Oğuluba ve Mollakara köyleri, yaşamı tehdit ede ede, bölgede yaşayanları Soma Kömür İşletmesi’nde işçi olmaya ve iş cinayetlerine mahkum ettiği gibi, Kütahya Dulkadir vd. köylerde yaşayanları sırayla yerinden yurdundan, geçimlik yaşamlarından, hayvanlarından koparttı. Yaşam alanlarında verilen mücadeleler, yaşanan olaylar yok oluşun gerçekliğini sürerken egemenler yaşamı yok ederek iktidarlarını (sermaye ve güçlerini) arttırmaya devam ediyor.
Saldırılar yaşamı içine doğru çekerken, sistemin çarkına doğru soğururken sorsak mı kendimize, Fırat – Dicle yok olurken Mezopotamya yerle bir edilirken bizler bu girdabın neresinde olacağız? Ege de kıyılar marinaya boğulurken hala üç tarafımızın deniz olması mı bizi teselli edecek? Yoksa gözümüzü sıkı sıkı kapatıp Malthus’un teorisini kendimize politik gerekçe göstermeye mi çalışacağız? Kapitalizmin kendini yeniden ürettiği, yeni akımları çözüm olarak gören liberallere mi eklemleneceğiz? Devletçi de olabiliriz, Kapitalist de bu saldırı selinden korunmak için, liberallerin sığ sularında da güvende gerçekleri yarı kabul ederek de sistem içi çözümler üretip yeni sermaye birikimlerine destek de vererek süreci kendimiz için geciktirmeye çalışabiliriz, o da mümkün. Ne dersiniz politik kimliğimiz ne tarafta çözerken, yok edişe bir itki de bizden mi olacak?
Bedeller ödemeye rağmen yaşamın özgürlüğü için amasız, ayrıştırmayan ve yaşamı belirleyen politik tutum mu alacağız? Gücümüzün öznelliğimizin farkında olarak yaşamdan yana, akıntının gücüne karşı gelmek bizleri de yaşamı da özgürleştirecek. Yeter ki ayrışmayalım.
Bizler yaşamı özgürleştirme gücünü elinde tutan politik kimlikler, kadınlar, sosyalistler, komünistler, yurtseverler, işçiler, emekçiler, ekoloji, emek, meslek örgütleri, ekoloji politik tutumla yaşamı örmeye kararlı olanlar biliyoruz ki; nehirler olmadan denizler yaşayamaz, biliyoruz ki ölüler altın takmıyor, balıklar da. Mezopotamya ölürse Ortadoğu, Kıyılar ölürse Ege, Akdeniz de. Fukuşima Nükleer Santrali’n sularının Pasifik Okyanus’undan başlayarak denizleri yok etmeyi sürdürürken yüzlerce yıldır kapımızı çalmaya devam ediyor Hiroşima, Nagazaki’de yaşamları donan çocuklar. Bugün yaşam sesleniyor içimizden, aklımızdan, ormandaki dalların sesinden, nehrin coşkusundan…