Hicri İzgören
Bir iki parti dışında, meclisteki partilerin hemen hepsi, farklı söylem içinde görünüyor olsalar da birer devlet partisi. Aynı kelimenin eş anlamlısı gibi… Milliyetçi ya da ulusalcı. Tıpkısının aynısı… Kendini nasıl adlandırırsa adlandırsın Türkiye böyle bir yapı içinde sıkışmış ve kuşatılmış durumda.
Kavramlardaki çağrışıma kanmayalım. Bugün Türkiye’de muhafazakâr, tutucu, demokrat ve solcu gibi kavramların yerli yerine oturtulmadığı ve kullanılmadığı bir gerçek.
Söz gelimi ‘muhafazakâr’ kavramının sadece iktidardaki kesim için algılanıyor ve dillendiriliyor olması. Muhafazakârlığı sadece din – dindar çağrışımlarıyla sınırlandırmamak gerekir. Kendine ‘ilerici’ hatta ‘devrimci’ diyen kimi yapılar da muhafazakâr duruş ve davranışlar göstermiştir, gösteriyorlar.
Şimdiki iktidar ilk dönemlerinde kimi yenilikçi politikalar izlese de bunu gelenekçiliği için kullandı. Yani kendine ‘yeni’ diyen iktidar yeni gelenekler oluşturarak aslını yani ‘milliyetçi/ muhafazakâr’lığını pekiştiriyor.
Halihazırdaki iktidar ne kadar muhafazakârsa kendine ilerici, demokrat ya da solcu diyen kimi yapılar da muhalefet de zihniyet olarak bir o kadar muhafazakârdırlar.
***
Bunu sanat alanına taşıdığımızda da görüntü değişmiyor. Bu anlamıyla bakıldığında cumhuriyetin önerdiği sanat anlayışı da başından itibaren ideolojik bir yön verme çabasıydı ve sanat alanında bir o kadar muhafazakârdı. Ulus devletini oluştururken sadece siyaseten değil, hayatın her alanında bunu pekiştirecek politikalar yürüttü. Sanat “ dilim, dinim, ırkım uludur” gibi dar, sığ hatta ırkçı denilebilecek bir pencereden bakmaz hayata. Böyle bir pencereden bakmak istemeyen sanatçıların başına neler geldi hepimizin malumudur.
Öyle ya da böyle sadece Türklükten ve İslam’dan kalkış yapan tüm bu yapılar özünde bir kültürsüzleşme, bir sanatsızlaşma, bir vasatlaşma hareketi ve tek tip insan yaratmak çabasından başka bir şey değildir.
Evet bugün bir muhafazakârlaşma iklimi hüküm sürüyor ve buna uygun tek tip insan yetiştirmek için de toplum mühendisliği yapılıyor. Ancak bu tek tip insan yetiştirme mühendisliği Türkiye’de cumhuriyetten bu yana devlet paradigmasından hiç eksik olmamıştır. Sadece “tek tip”lik adına topluma giydirilmeye çalışılan gömleğin rengi değişmiştir.
***
Sanat toplumu yeniye ve ileriye doğru yönelten bir olgu olduğuna göre; bunun ileriye bakan, geleceği görebilenlerin eliyle yapılması da doğası gereğidir. Bu anlamıyla sanat ya da sanatçı kavramının önüne muhafazakâr ya da devrimci benzeri herhangi bir sıfat konması neyi değiştirecek. Aslolan ortaya konan yapıtın sanatsal değeridir.
Sanat doğası gereği muhafazakâr olamaz ama bu sanatçının muhafazakârı olmaz anlamına gelmemeli -paradoksal bir durum belki- sanatın hemen her alanında ve her dönemde dünyada bu tür sanatçılara rastlamak mümkündür. Severiz ya da sevmeyiz ama aralarında klasikleşmiş olanların da sayısı az değildir. Geçmişte ve bugün sağcı, muhafazakâr veya gerici olarak adlandırılan yazarları bulmak için ansiklopedilere şöyle bir göz gezdirmek yeterli. Hatta kendi çevrenize bakalım orda muhafazakâr yazarlardan tutun, faşist ve antisemitist yazarlara tanık olabiliriz.
Türkiye’de birçok popüler ve kendi alanında söz sahibi olan ve kendini yıllardır solcu, ilerici, demokrat olarak sunmuş birçok sanatçının özünde tutucu ve ırkçı zihniyete sahip olduklarını bizzat kendi duruş ve söylemlerinde bulabiliriz. Ve asıl ürkütücü olan, bu türden sanatçıların sayısının bir hayli kabarık olduğudur.
Kendini bunun dışında tutabilmiş duruş sahibi sanatçıları tenzih ederek söylemek isterim ki; Sanat hangi cenahtan gelirse gelsin, siyasetin çizdiği sınırlar gerçek sanat ve sanatçı için çok şey ifade etmez, etmemelidir. Onun kendi vicdanı, siyasası ve poetikası vardır.