Gazi Katliamı’nın üzerinden 25 yıl geçti. Katliamın üzerinden sis perdesi kaldırılamadı. Gazi Katliamı davasının avukatları, ‘Katliamı yapanlar değişirken, karar mekanizmaları değişmiyor’ dedi.
Sokak ortasında gerçekleştirilen infazlar, faili meçhul cinayetler, zorla kaybetmeler ve katliamlarla dolu Türkiye tarihinin bu karanlık sayfalarında yer alan olaylardan biri Gazi Katliamı. Üzerinden 25 yıl gelen bu katliamın hedefinde “öteki” olarak addedilen kesimlerden Aleviler vardı. Tıpkı daha öncesinde 1978’de Maraş’ta, 1980’de Çorum’da ve 1993 yılında Sivas’ta yaşanan katliamlar gibi.
12 Mart 1995 günü İstanbul’da yoğunlukta Alevi yurttaşların yaşadığı Gazi Mahallesi’ndeki üç kıraathane ve bir pastanenin kimliği belirsiz kişilerce bir taksiden otomatik silahlarla taranmasıyla başlayan olaylar, kentin öteki yakası olan Ümraniye’ye kadar uzanmış ve 22 kişi yaşamını yitirdiği bu olaylarda yüzlerce kişi de yaralanmıştı.
Taranan kıraathanelerden birinde bulunan Alevi Dedesi Halil Kaya yaşamı yitirdi, 5’i ağır 25 kişi de yaralandı. Gerçekleştirdikleri bu saldırıların ardından olay yerinden uzaklaşan saldırganların gasp ettikleri taksinin şoförünü öldürüp, taksiyi ateşe verdikleri daha sonra anlaşıldı.
Yaşanan saldırının neden olduğu öfke ile mahalle sakinleri Gazi Karakolu’na doğru yürüyüşe geçmiş, ancak polisin açtığı ateşle karşılaşmıştı. Mehmet Gündüz’ün başına isabet eden kurşun nedeniyle hayatını kaybettiği bu ateş sonucu çok sayıda kişi yaralandı. Yaşanan bu olayla birlikte öldürülen iki kişinin cenazelerin verilmemesi açığa çıkan öfkenin daha da büyümesine neden oldu. Ertesi gün kentin dört bir yanından gelen 15 bine yakın insan Gazi Cemevi’nin önünde toplandı. Cenazelerin teslim edilmemesini protesto edenlere polisin yeniden müdahale etmesi üzerine başlayan olaylarda 17 kişi yaşamını yitirirken, aralarında gazetecilerin de bulunduğu yüzlerce kişi yaralandı. Aynı gün İstanbul Valiliği Gazi Mahallesi’nde sokağa çıkma yasağı ilan etti. Ancak Gazi Mahallesi ile de sınırlı kalmayıp, Ümraniye’ye bağlı Mustafa Kemal Mahallesi’ne (1 Mayıs Mahallesi) sıçrayan protestolarda 14-15 Mart tarihlerinde 5 kişi daha hayatını kaybetti. Yaklaşık bir hafta süren olaylarda toplam 22 kişi yaşamını yitirmiş oldu.
Olaylara ilişkin Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığı, 20 polis hakkında “müdafaa ve zaruret sınırını aşarak faili belli olmayacak şekilde adam öldürmek” iddiasıyla dava açtı. Eyüp Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan dava, kamu güvenliğinin sağlanamayacağı iddiasıyla Trabzon’a taşındı. 11 Eylül 1995’te Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlayan yargılama süreci, 5 yıl içinde 31 duruşma yapılarak 3 Mart 2000’de karara bağlandı. Yargılanan 20 polisten 18 i beraat ederken, 2 polis hakkında ise sadece 4 yıl 32 ay hapis cezası verildi.
AİHM kararı
Yargıtay’ın kararı 11 Temmuz 2002’de onaması üzerine yakınlarını kaybeden 22 kişi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurdu. Yargılama sonucunda mahkeme, 27 Temmuz 2005’te açıklanan kararda Gazi Mahallesi’nde hayatını kaybeden 12 kişi ile Ümraniye’de öldürülen 5 vatandaşın ailelerine tazminat ödenmesine karar verdi. Olaylarda yaşamını yitiren 17 kişi için ayrı ayrı 30 bin Euro tazminat verilmesine hükmeden mahkeme, böylece Türkiye’yi toplam 510 bin Euro tazminat ödemeye mahkûm etti.
AİHM, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 2’nci maddesinde düzenlenen “yaşama hakkı” ve 13’üncü maddesinde düzenlenen “milli makamlara başvuru yollarının kapatılması” hükümlerine aykırı davrandığı kararını da verdi.
Zaman aşımına 5 gün kala dava açıldı
Bu kararla avukatlar Ümraniye’deki saldırıya ilişkin soruşturma açılması talebiyle yeniden Ümraniye Başsavcılığı’na başvurdu. 10 yıl boyunca bekletilen dosya, 2015’te soruşturmanın zaman aşımına uğramasına 5 gün kala yaşanan savcı değişikliği ile kabul edildi. Ancak bu kez de İstanbul Anadolu 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi zaman aşımından dosyanın düşürülmesi kararı verdi. Mahkeme, kararına gerekçe olarak ise iddianamenin kabul tarihini gösterdi. Yapılan temyiz başvurusunu değerlendiren Yargıtay, iddianamenin mahkemece kabul tarihi değil, hazırlandığı tarihin esas alınması gerektiğini belirterek, zaman aşımının dolmadığına hükmetti ve kararı bozdu. Bu karar üzerine ilk duruşması 14 Aralık 2018’de yeniden görülmeye başlanan dava halen devam ediyor.
Üzerinde geçen 25 yıl geçen katliam, gerçek faillerinin açığa çıkarılıp, hesap sorulması konusundaki beklenti azalmış değil. Katliamın yaşandığı günden bugüne illegalize edilmeye devam edilen Gazi Mahallesi’nin o gün neden hedef seçildiğini, ne amaçlandığını ve yargılama sürecine yansıyanları olaylarda yaşamını yitirenlerin aileleri ve dava avukatları Mezopotamya Ajansı’ndan Naci Kaya ve Mehmet Aslan’a anlattı.
Mağdur aileler kızgın
Kızının dava sanığı polislerden Adem Albayrak tarafından katledildiğinin yapılan balistik incelemelerde tespit edildiğini dile getiren anne Şaziment Şimşek, ancak dava sürecinde takım elbise ile duruşmalara katılan sanığın ‘Size tekrar göstereceğim’ diyerek kendilerini tehdit etmeyi sürdürdüğünü anlattı. Böylesi bir katliam için “Ancak devlet yapabilir” diyen anne Şimşek, 25 senedir acı çekerken sorumluların dışarıda gezmeye devam etmesine öfkeli.
Katliam yapanları devlet biliyor
Katliamda oğlu Sezgin Engin’i yitiren baba Mahmut Engin de, yaşamını yitiren birçok kişi gibi oğlunun da olaylar sırasında kan kaybından öldüğünü kaydetti. Oğlunun yitirmesinin ardından sık sık evlerinin basılıp rahatsız edilmeye devam edildiklerini belirten Engin, “5 çocuğum vardı, birini öldürdüler. Bize çok çile çektirdiler, çektirmeye de devam ediyorlar. Adalet istiyoruz. Devlet katliam yapanları biliyor” diye konuştu.
Gazi niye hedef alındı
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) Sultangazi Şubesi Gazi Şehitleri Cemevi Başkanı Göksel Fidan ise, gerçekleştirilen katliamla Alevi-Sünni çatışması yaratılmak istendiğini vurguladı.
Gazi Katliamı’nın bizzat devletin kendisi tarafından yapıldığını söyleyen Fidan, bu ve benzeri katliamlarla toplumun bütünlüğünü bozmaya yönelik girişimler olduğunu ifade etti. Dün katliamlarla yapılmak istenenlerin bugün ise değerlerin içi boşaltılarak yapılmak istendiğini dile getiren Fidan, şunları belirtti: “Nedir bu saldırılar? Mafyalaştırma, çeteleştirme, uyuşturucu, fuhuş, kumar, hırsızlık ve benzeri birçok kirli metot üzerinden mahallemizi dağıtmayı planlıyorlar. Gençlerimizi bu tuzağa çekerek bunu yapmaya çalışıyorlar. Birçok gencimizi bu çeteleşeme anlayışı içinde kaybettik. Fakat bu mahalle 25 yıl önceki irade ve ruhla buna karşı mücadelesini sürdürmeye devam ediyor. Bu halk geçmişini sırtını dönecek bir halk değil. Evet, üzerimizde ne kadar saldırılar olursa olsun, bu doğrultuda yöntemler ne kadar değişirse değişsin, direnenlerin direniş anlayışları hiçbir zaman değişmeyecek. Bu mahalle bunun en somut göstergesidir. Somut göstergesi olduğu için de dün olduğu gibi bugün de saldırıların odağında.”
Fidan, yaşanabilecek benzer katliamların önüne set olmak için ise ortak bir mücadele hattı üzerinden örgütlenilmesi ve birlikte hareket edilmesi gerektiğinin altını çizdi.
Kara kutu Hanefi Avcı
Katliam davası avukatlarından Remzi Kazmaz’a göre ise, Gazi Mahallesi’nden başlayıp Trabzon’a uzanan ve 8 yıl süren Gazi Davası, Karadeniz’in azgın dalgalarında kayboldu.
Yargılama sürecinde dünyayı iki kez dolaşmalarına rağmen adaletin derini bulmasını sağlayamadıklarını söyleyen Av. Kazmaz, “Haklı davamızda mağdur olduk. Daha sonra dosyayı Yargıtay’a götürdük. Ondan sonrada dosyayı AİHM’e götürdük ve Türkiye mahkum edildi” dedi. Dava devam ederken ‘Susurluk Çetesi’ olarak adlandırılan olayın meydana gelmesi üzerine kurulan Meclis Araştırma Komisyonu’na ifade veren dönemin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Hanefi Avcı’nın tanık olarak dinlenilmesi talebi bulunduklarını anlatan Kazmaz, ancak bu taleplerinin defelarca reddedilmesinin dava için dönüm noktası olduğunu belirtti.
Bu katliamın kara kutusunun Hanefi Avcı olduğunu ifade eden Kazmaz, “Eğer Hanefi Avcı’yı bu davada tanık olarak dinletebilseydik Gazi Davası’nın karanlıkta kalan bütün yanları aydınlığa çıkabilirdi” dedi.
Gazi bilinçli bir seçim
Dava avukatlarından Gülizar Tuncer’e göre ise, Gazi’de gerçekleştirilen katliam o dönem Kürt kentlerinde yaşananların batı kentlerine yansımasıydı. “Çünkü Gazi Mahallesi yurtseverlerin, solcuların ve emekçilerin yoğun olarak yaşandığı bir mahalle. O nedenle katliamın Gazi’de gerçekleşmesi bilinçliydi” diyen Tuncer, katliamın doğrudan devlet eliyle gerçekleştiğini ifade etti.
Daha soruşturma aşamasındayken katliamın siyasi sorumluların bulunup, yargılanmasını talep ettiklerini belirten Tuncer, “Ama asıl sorumlularla ilgili dava açılmadı. Hanefi Avcı’nın o dönemki söylemleri önemliydi. Avcı, İstihbarat Dair Başkanı sıfatıyla ilk gününden itibaren olayı ‘Yeşil’ kod ismiyle Mahmut Yıldırım ve ekibinin yaptığını söyledi. Avcı, yine Yıldırım ve ekibinin Gazi Mahallesi’nde bir karargah kurulduğunu, bu karargahta plan ve projelerin yapıldığını, Korkut Eken, Ayhan Çarkın ve özel hareket polislerinden kurulu ekibin orada olduğunu ve bütün bu süreci yönettiklerini ifade etti. Yani Gazi olaylarının başından beri bir kont-gerilla faaliyeti olduğunu ayrıntılarıyla anlatmıştı” dedi.
Zaman aşımı
Gazi Katliamı davasının tüm delilere, AİHM’in “etkin bir soruşturma yapılmadığı” kararına rağmen zaman aşımına uğratıldığını söyleyen Tuncer, davanın benzerleri gibi siyasi erk eliyle zaman aşımına uğratıldığını söyledi. Bu tarz davalarda yargılamanın göstermelik yapıldığını vurgulayan Tuncer, “Yargı bağımsızlığı söz konusu olmaz. Neden olamaz? Çünkü yargı egemen güçler elinde bir araç” ifadelerini kullandı.
Katliamı yapanlar değişti, karar verililer değişmedi
Ümraniye’de yaşanan ölümlere ilişkin 200’ü aşkın polisin yeniden yargılandığı davanın Kartal Anadolu Adliyesi 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam ettiğini hatırlatan Tuncer, bu davanın da diğer davalar gibi zaman aşımına uğratılmak istendiğini söyledi.
“Yargının caydırıcı etki yaratma durumu var. Ama bu tarz yargılamalarda asıl sorumlulara dava açılmıyor” diyen Tuncer, “Bu yargılamalarda olaya karışan polisler 5-10 yıl hapis cezası almış olsalardı, bugün yine bir şey değişmeyecekti. Çünkü o dönen kontra-gerillayı kullanan devlet, bugün DAİŞ’i kullanıyor. Ankara Gar, Suruç katliamları DAİŞ eliyle gerçekleşti ama davalara gidip görüyoruz, nasıl yapıldığını. Aslında bu katliamlar devlet eliyle gerçekleştiriliyor. Devlet sadece bunları kullanıyor. Dün bunları yapanlar kontra-gerillaydı, bugün ise DAİŞ. Katliamı yapanlar değişirken, karar mekanizmaları değişmiyor” dedi.
HABER MERKEZİ