bir kere daha, erkek şiddeti vakalarının arka arkaya geldiği ve hamasi nutuklarda karşılık buldukları bir dönemden geçiyoruz.
elimizde güvenilir istatistikler yok ama yine de şunu gözlemlemek mümkün: geçmişte erkekler esas olarak ailelerindeki kadınlara ve çocuklara şiddet uygulama hakkını görüyorlardı kendilerinde. şimdi her kadına her istediklerini yapabileceklerini düşünüyorlar.
bunda cezasızlığın büyük payı var. cezasızlığın erkek şiddetiyle sınırlı olmadığını, başka birçok suçun da cezasız kaldığını ve bunun nasıl bir teşvik sağladığını anlatmaya bile gerek yok. adalet sistemi, sadece devlete ve iktidara karşı edimleri cezalandırıyor.
ama cezasızlık bu vahşetin tek sebebi değil.
söz konusu erkeklerin ruhsal ve zihinsel durumuyla ilgili çok şey söylenebilir, bu hallerine nelerin yol açtığı konusunda da fikir yürütülebilir ama şunu unutmamak gerek: erkeklerin yaşadığı zorlayıcı her şeyi kadınlar da yaşıyor ama iki-üç kadının bir olup bıçakla erkekleri tehdit ettiği vaki değil. eşlerinden ayrılmak istemeyen kadınlar var ama onları öldürmüyorlar. adına ne derseniz deyin, ister “psikopatlık”, ister öfke kontrolünün yetersizliği olarak tanımlayın, karşımızda erkeklere mahsus ruh halleri değil, erkeklere tanınan haklar var! zaten bir kadın bir şiddet olayına dahil olduğunda hakimler ona genellikle mümkün olan en ağır cezayı layık görüyor.
erkek şiddetini kolaylaştıran bir diğer şey bireysel silahlanma. bu konuda türkiye, geçmiş yılların “küçük amerika olma” hayallerini haklı çıkartırcasına abd’ye benzer bir noktaya geldi. devlet; vatandaşı koruma işinden elini eteğini yavaş yavaş çekiyor, insanlar -ya da daha doğru bir ifadeyle erkekler- güya kendilerini ve ailelerini korumak için silahlanıyor ve o silahla suç işliyor. bireysel silahlanmaya karşı mücadele eden umut vakfı, daha 2012’de dört kişiden birinin silahının olduğunu raporlamış!
yani hayatta neyi istese olacağına, elde edeceğine inanacak şekilde büyütülmüş bir genç adam, ilgisine karşılık vermeyen bir kadını öldürmeye karar verdiğinde ateşli silah edinmesi/ödünç alması son derece kolay. ateşli silahlara gücü yetmeyen de bıçak vb. kullanıyor!
birçok erkek, istanbul sözleşmesi’nden çıkılınca eşlerini dövmelerinin falan yasak olmaktan çıkacağını düşünmüştü. oysa neyiniz olursa olsun, birini dövmek, yaralamak, öldürmek sözleşmeden önce de suçtu, hâlâ suç. ama ne yazık ki bunun suç olmayabileceği ihtimalini mümkün gören erkeklerle aynı toplumda yaşıyoruz.
yasaların tatbik edilmesi, cezaların caydırıcı olması, kovuşturmaların kararlılıkla yürütülmesi, başta uzaklaştırma olmak üzere her türlü önlemin gerçekten uygulanmasının takibi devletin ve kurumlarının hemen sağlayabileceği şeyler.
istanbul sözleşmesi ise bundan çok daha fazlasını öneriyor. şiddet gören veya görme riski taşıyan her kadının çocuklarıyla birlikte yaşayabileceği güvenli sığınakların yeterli sayıya ulaşmasını, örneğin. kaç kadın, öldürülme tehditleri aldığı halde, gidecek bir yeri olmadığı, çocuklarını bırakamadığı için katiliyle aynı evde ya da onun kolayca ulaşabileceği bir evde yaşıyor ve öldürülüyor! yani mesele sadece suç işlendikten sonra ceza verilmesi değil, suçun işlenmesine mahal verilmemesi.
her gün ekranlarda atıp tutan siyasetçilerin yukarıda saydıklarımdan herhangi birini vaat ettiğini görüyor muyuz? türkiye’yi gelecekte yönetmeye talip olanlar kadın katliamını önlemek için ne öneriyor?
erkek şiddeti kadınları itaat ettiremiyor, istemedikleri erkeklerden ayrılmaktan, istedikleri gibi giyinmekten, ücretli işlerde çalışıp kendi hayatlarını inşa etmekten vazgeçmiyorlar, canları pahasına bile olsa. onlar dizilerin, filmlerin, romanların nadiren bahsettiği gerçek kahramanlar.
diğer yandan bebeklerden katil yaratmak o kadar kolay ki. ailelerinin şımarta şımarta büyüttüğü oğlanlar; ekranda, beyaz perdede, şiddetin doğru ve güçlü bir şey olduğunu izliyor. kadınlara saygı duymak akıllarından geçmiyor çünkü rol modelleri -öz babaları ve mafya babaları- kadınlara saygı duymuyor.
bize güvenlik dahi vaat etmeyen siyasete, kurumlara, sanata, her şeye karnımız tok. özgürlüğümüzü de kendimiz inşa edeceğiz.