Büyük şirketler; işlerinin iyi gitmeyip de ufukta batma riski olduğunu gördüklerinde bazı ‘ciddi’ tedbirlere başvururlar. Kredi ararlar, güçlü ortaklar ararlar, mal varlıklarının bir bölümünü paraya çevirerek mevcut durumdan kurtulmak için çabalarlar. Baktılar ki olmadı, kalan mal varlıklarını da paraya çevirip uluslararası bankalara yatırdıktan sonra konkordato bayrağını çekerler. Onlar, bir elleri yağ öbürü balda, yeni ve mutlu olacakları bir alana göçtükten sonra geriye kalan borç ya aldatılan yoksulların ya da devletin sırtında kalır. Türkiye ve kapitalist dünyada binlerce örneği olan bir durumdur bu..
Şirketlerdeki bu durum, şirket gibi yönetilen ve köklü bir demokrasi kültürüne sahip olmayan bazı yapay devletlerin yöneticileri için de böyledir.
Halkın artık dayanacak gücünün kalmadığı, hoşnutsuzlukların, kalkışmaların başladığı günlerde öncelikli olarak her türden kirli yönteme başvurup gene de çözüm bulamayınca, ülkesinin zenginlik kaynaklarından elde ettiği paralarla dışarıya kaçmış yığınla şah, kral, padişah ve çeşitli adlarla anılan diktatör saymak mümkün…
Türkiye’yi şu an yöneten güç iki binli yılların başında iktidar oldu. İktidarın başındaki zat, ilk televizyon programlarından birinde, parmağındaki alyansı göstererek: ‘Bir gün Recep Tayyip Erdoğan’ın bundan fazla mal varlığının olduğunu duyarsanız, bilin ki hırsızdır’ gibi, kulağa çok hoş gelen bir konuşma yapmıştı. ‘Dertlerini’ sıralıyordu TV programlarında. ‘Bacılarının’ başörtüsü ile okullara girememesi, kamu hizmetlerinde çalışamıyor olması ilk derdiydi. Bunu çözmek için elinden geleni yapacaktı. Kürtlerin ‘Özgürlük, dil, kültür’ meseleleri de artık ‘onun sorunuydu.’ ‘Kürt sorununu çözmek bizim namus meselemizdir’ demeyi de ihmal etmedi.
İşin özeti, ülkede ne kadar sorun varsa ‘yemiyor içmiyor, bunları kendine dert’ ediniyordu… Şimdi tam da burada, binlerce kez yazılıp çizilmiş Dolmabahçe görüşmelerinden, Ada’ya devlet heyetleri göndermelerden bahsetmenin anlamı yok. Geçen günler içinde taraftarları ‘Kızlar okumaz, evde olur, kocasına hizmet eder’ noktasına geldi. Bu, taraftarlarının değil, esasen onun da savunduğu bir dünya görüşünün yansımasıydı.
Ülkedeki Kürtleri zindanlara doldurmak, öyle ya da böyle öldürmek, onları helikopterlerden atarak doksanlı yılları aratmamak ve en son olarak da eski yeni dinlemeden altı yıl önce yaşanmış ve onlarca HDP üyesinin katledildiği bir davadan dolayı yine Kürtleri, HDP yöneticilerini, seçilmiş vekilleri suçlamak onun bu başlıkta ulaştığı son nokta oldu.
Gelen gideni aratır diye bir söz var, doğruluğu Kürtler üzerinde defalarca kanıtlandı. Hesaplama yapılırsa mevcut durum Tansu Çiller’i aratmaz duruma geldi, geçti..
Kişinin öleceği tarihi bilmemesi doğanın insanlığa adadığı çok çok önemli bir lütuftur. Düşünsenize bir insanın öleceği günü, saati bilmesini… Neler yapmaz ki böyle bir durumda insan. İnsansa eğer kalan zamanını iyi işlere ayırır, dostlarını sevdiklerini toplar, kalan zamanını onlarla geçirir. İçinde kötülük yatıyorsa: Eyvah… Siyasilerin, siyasi iktidarların ölümü ise iktidarı yitirme hissi ve bu hissin yarattığı korku. Yani şu an Türkiye’de iktidarda olan AKP-MHP iktidarının korkusu… Ellerinden gelen bütün yetkiyi kullanarak bu ‘Ölüm’ korkusunu dışa, tabana yansıtmamaya çalışıyorlar. İçerde olup bitenin konuşulmasını istemiyorlar.
Yüz yirmi milyar dolarlık borç ve trilyon dolarlık mal varlığıyla, özünde zengin bir ülkeyi devraldılar. Kişisel hırs ve zenginlik uğruna davranmamış olsalar, en büyük gider olan savaşın sonuna gelmişti ülke. El birliğiyle yıkım çözülecekti ve borçlar en geç bir yıl içinde hallolacaktı. Zira, dağ taş, yerli yabancı herkes çok iyi biliyordu ki bu ekonomik yıkımın ana sebebi bu (anlamlı) ancak bitirilmesi gereken savaştı… Bitirme fırsatı varken, toparlanma fırsatı varken, kanın durdurulma fırsatı, kaynaşma fırsatı varken aynen ‘eskiler’ gibi savaşta ısrar ettiler ve halen karşılıklı yıkımda ısrar ediyorlar.
Önceki hafta, Medya Haber TV’de bir programda; Ege, Akdeniz ve Libya’da başarısız olmuş, büyük iddialarla açık denizlere çıkarttığı gemilerini şu ya da bu gerekçelerle geri çekmiş bir iktidarın, şimdiden sonraki hedefleri arasında muhtemelen ve ‘doğal’olarak Kürtler olacaklarını, bunun bölgeye nasıl yansıyacağını sormuştum ki cevap tez zamanda devlet ve hükümetin kendi pratiğinden geldi. Altı yıl önceki bir ‘davadan’ dolayı, aralarında eski milletvekilleri, halihazırda belediye başkanları ve parti yöneticileri olmak üzere, önemli bir bölümü HDP’li 82 kişi gözaltına alındı. Birçok insan, sosyal medya ya da çeşitli yöntemlerle bunun bir gündem değiştirme girişimi olduğu üzerinde ‘hemfikirdi.’
Ancak, yaklaşık yüz yıldır bu ülkenin asli gündemi zaten Kürt sorunu. Diğer başlıklara evrilmeyi gündem değişikliği saymak daha doğru bir yaklaşım olur.
İçeride yaşanan batağın, çökmekte olan ekonomik sorunun ana sebebini unutturmak adına yapılanları gündem değişikliği saymak çok daha mantıklı bir yaklaşım olur.
Halihazırdaki partinin adı HDP. Eş Başkanları dahil binlerce tutsağı var. Daha da olabilir. Ben sayısını unuttum, çokça parti kurup örgütlendiler, her partinin üyeleri, yöneticileri canları dahil çokça bedel ödediler ama azalmayıp arttıllar. Onları öldüren, onlara işkence yapanlar yok oldu gitti. AKP-MHP iktidarı yok olacağı günü görmeye başladı, şimdi en tehlikeli günlerine yakışan rolünü oynuyor. Yok olma vakitlerini görmekten kaynaklı son ataklarını yapıyorlar ki bu rol hükümsüzdür…