Geçtiğimiz günlerde 200 bin işçiyi ilgilendiren toplu iş sözleşmeleri görüşmesi, hükümetin istediği rakamlarda neticelendi. Türk-İş’in ilk altı ay için yüzde 15, ikinci altı ay için ise enflasyon artı 3 puan refah payı talebine hükümet ilk altı ay için yüzde 7 ikinci altı ay için yüzde 4 zam verdi. Gündeme Türk-İş Başkanı Ergün Atalay’ın “Uzasa işi karıştıracağız.” sözleri damgasını vurdu. Atalay eleştiriler üzerine sözlerinin cımbızlandığını savunuyor. İyi de işin uzaması neyi karıştıracak ki? Türk-İş Başkanı bunu işveren konumundaki Çalışma Bakanı’na söylüyor…Kimse, TİS görüşmeleri kısa sürede halledilir diye beklemiyor.
Aylarca süren, tıkanan, grevlerle devam eden onlarca yüzlerce görüşme pratiği hala hafızalarda taze iken. Atalay bu sözleri söylediği süreçte, Kredi ve Yurtlar Kurumu, işçi çocuklarının en çok kaldığı öğrenci yurdu fiyatlarını yüzde 20 arttırdı. Böylece 6 veya 8 kişilik odalarda kalacak en düşük yurt ücreti 168 liradan 200 liraya yükseltildi. Yine toplumun belki de Türk-İş üyesi işçilerin en çok tükettiği çaya iki ikinci kez yüzde 15 oranında zam yapıldı. İlki 25 Haziran’da ikincisi 21 Ağustos’ta. Toplamda en az yüzde 30 zam yapıldı. Sadece çaya yapılan zam bile işçi ücretlerine yapılan artışın durumunu ortaya koymaya yetiyor. Uzamakla bu zamları mı kastetti bilinmiyor. İstanbul, Ankara ve İzmir kent merkezlerinde zam öncesi ortalama bir bardak çayın fiyat 2.5-3 lira idi. Zam sonrası bir bardak çay fiyatının en az 2.5 lira olması bekleniyor. Bir simit bir çay hesabı 4.5 lirayı buluyor. Asgari ücretle geçinen bir ailenin sadece çay ve simitle beslendiğini düşünsek günlük hesap 40.5 lira ediyor. Aylık bin 215 lira ediyor. Bakalım TİS görüşmesi yapan Memur-Sen ne yapacak?
Seçme ve seçilme tuzla buz oldu
Ekonomik krizin yaratıcısı ekonomik ve politik belirsizlik, AKP iktidarının bütün cilalamalarına rağmen artarak sürmektedir. Ekonominin gidişatını belirsiz hale getiren siyasetteki belirsizlik pazartesi sabahı Diyarbakır, Mardin ve Van belediyelerine el konulması ile daha da derinleşmiştir. 30 Mart seçimlerinin üzerinden 4 ay geçmeden gerçekleşen bu el koyma hükümetin aynı zamanda ciddi bir gündem değişikliğine ihtiyaç duyduğunu ortaya koymaktadır. İç ve dış gelişmeler, buna işaret ediyor. Öcalan ile yeniden iletişimin sağlandığı bir süreçte atılan bu karşı adım, devletin içinde de ciddi bir sıkışmanın da izlerini taşıyor. Bir taraftan Suriye meselesi, bir taraftan Kıbrıs’taki doğal gaz arama girişimi, bir tarafta AB ile iplerin daha da gerilmesini, diğer yandan ABD ile süren kriz, Kürt meselesi nedeniyle içerde yaşadığı sıkışma ve bundan kaynaklı savaş giderlerinin yol açtığı ağır borç yükü, öne çıkanlar. Sırf kısa borç yükü son 6 ayda yüzde 5 artmış durumda. AKP’nin iktidarı bırakmamak için sürdürdüğü baskı siyaseti sadece bir belirsizlik yaratmakla kalmıyor; bir siyaset tarzı olarak belirsizlik politikası, ayakta kalmanın vaz geçilmez reçetesi olarak hazırlandığı anlaşılıyor. Bu ise daha ciddi sorunlara yol açkaktadır. Bunların başında belirsizliği ortadan kaldırmada burjuva demokrasisinin temeli olan seçim sistemini işlevsiz hale getirilmesi geliyor. Toplum nezdine değişim ve dönüşüm umudunu tuzla buz olmuştur. Yerel yönetimleri milyonlarca zarara sokan kayyumlarla ilgili en ufak bir soruşturma başlatmazken, “dağa para gönderme ihtimali”, “haklarında soruşturma olduğu” gibi soyut ve mesnetsiz iddialarla, büyük çoğunluğun oylarıyla seçilmiş belediye başkanlarını görevden alınması ciddi bir ekonomik bedeldir. Halkın iradesini yok sayma nedeniyle 5 yılda 6 kez seçime giden Türkiye daha da fakirleşmiştir.
Tank palet mi, demokrasi mi?
Türkiye 19 Ağustos günü yüz binlerce kişinin oylarıyla seçilmiş Diyarbakır, Mardin ve Van büyükşehir belediye eşbaşkanları, atanmış bir İçişleri Bakanı tarafından görevden alınması durumunu yaşadı. Seçimle gelen seçimle gider şeklinde özetlenen burjuva demokrasisi, bu kararla bir darbe daha yemiş oldu. “Haklarında soruşturma olduğu” iddiasıyla başvurulan görevden alınma ile aslında tüm seçilmişleri de tehdit eden bir sürece girilmiş oluyor. Bu el koymaya karşı üç il başta olmak üzere İstanbul, İzmir, Ankara’da yoğun protestolar yaşandı. Kamuoyunda ciddi tepkiler geldi. CHP de tepki gösterenler arasındaydı. Ancak işin ilginç yanı, demokrasiyi çok yakından ilgilendiren bu kararla ilgili CHP, örgütüne sokağa çıkmayı yasakladı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Bu tür olaylar yaşanınca sokağa çıkmak, protesto etmek gibi durumları doğru bulmuyoruz.” diyordu. Oysa 20 Ağustos’ta CHP, 8 genel başkan yardımcısının da katılımıyla Tank Palet’in özelleştirilmesine karşı Sakarya’da oturma eylemi düzenledi.