Yeni asgari ücret yine açlık sınırının altında kaldı. Memura, emekliye, emekçiye yapılacak zamlar konuşuluyor şimdi. Sanki derde deva olacak, insanların alım gücü artacakmış gibi algı yaratılıyor. Oysa her gün her şeye zam üstüne zam geliyor. Emekçiler daha maaşını almadan yapılan zamlar buharlaşıyor. Kaşıkla verilen kepçeyle alınıyor.
Açlık, yoksulluk, gelir dağılımı adaletsizliği her geçen gün büyüyor, derinleşiyor. Yapılan araştırmaların 2023 Mayıs ayı sonucuna göre; Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 12 bin 732 liraya, gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 40 bin 661 liraya yükselmiş.
Tek bir kişinin yaşam maliyeti ise 17 bin 188 lirayı bulmuş. Dahası açlık sınırının altında yaşayan insanlar var.
Geçim şartlarının ağırlaşması, gıda harcamasından bile tasarruf edilir noktaya gelmesi vatandaşın öğün sayısını düşürdüğünü ortaya koymaktadır.
***
Yoksulluk ne zaman gündeme gelse baba ve oğul arasındaki bu diyalog zonklar beynimde her seferinde.
“-Yoksulluk kaç gün sürer baba?
– 40 gün oğul.
– 40 gün sonra zengin olur muyuz baba?
– Yok oğul, alışırız.”
Alışılıyor demek. Yoksa dünyada bunca yoksul isyan bayrağı çekmez miydi? Tokların da aklı allak-bullak olmuyor demek. Vicdanı sızlamıyor, kanı donmuyor.
Yeni kimlikler edinmişiz kirlerimizden, sıfırı bol sayılardan tapınaklar yapmışız. Bono borsa, tahvil-taksit, arz-talep… ‘Yükselen değerler’den söz ediyoruz, bu arada alçalan insanlığımızdan bihaberiz…
Türkiye’de zengin giderek daha zenginleşirken, yoksul da giderek daha fakirleşmektedir.
İnsanlar açlıkla pençeleşiyor. Victor Hugo, “Hakkın çalındığı yerde mücadele bir sorumluluktur” dese de bu konuda kayda değer bir mücadele de yok ortada.
Yoksulluğa dair somut bir şeyler söylemek istediğimizde ilk elden sorunun hiç de yeni olmadığını; kronik olmaktan çıkıp, marazi bir hale dönüştüğünü belirtmek gerekecektir herhalde. Adil üleşim ve paylaşım yok, adalet yok, vicdan yok…
Doymak nedir bilmeyen iktidar sahiplerinin açların halinden anlamadığı zalim bir dönem bu. Kendi mide ve kasalarını doldurmakla meşgul olanlar, halka lokmaları küçültme, şükür ve sabır tavsiyelerinde bulunuyor.
Halkı bu hale getirenler sırça köşklerinde, şatafatlı-şaşaalı saraylarında arzı endam ediyor.
Açlığa, yoksulluğa alışın diyor kimi sözcüler. Alışıldıkça da daha derine iniyor yoksulluk.
İnsanlar açlık sınırı altında olup en temel haklarına dahi erişemediği sosyal dışlanma ve ayrımcılığın sebep ve sonuç olduğu bir yoksulluk hali olan “Derin Yoksulluk” halinde artık.
***
‘Yoksulluk’ kavramı bünyesinde birçok bileşeni barındırır. Yoksulluk, birçok alanda yoksun olma demektir. Açlıktır, yetersiz beslenmedir, hastalıktır, sağlık, eğitim, sosyal ve kültürel alanlardaki hizmetlere yeterince erişememektir. Sosyal ayrıma ve dışlanmaya maruz kalmak demektir. Ele güne muhtaç olmaktır. ‘Yoksulluk kültürü’ denilen boyun eğme bu noktada başlıyor. Yoksulluğun, yokluğun iktidarlar tarafından kadermiş gibi sunulması ve bunun şükür ve sabır gibi kavramlarla meşrulaştırmaya çalışılması, toplumda boyun eğip biat etmede etkili oluyor.
Demokrasinin varlığı bir yönüyle hak ve hukuka, adalete ve emeğe verdiği değerle ölçülüdür. Savaşların ve silahlanmaların görüldüğü süreçler, açlık ve yoksulluğun daha da katmerleştiği dönemlerdir. Demokrasinin varlığı bir yönüyle hak ve hukuka, adalete ve emeğe verdiği değerle ölçülüdür.
Eşitsizlikteki derinleşmenin kronik bir duruma dönüştüğünü, toplumun daha çok yoksullaştığını söylüyor ekonomistler.
Son sözü Nobel ödüllü ekonomist Amartya Sen söylesin: “Açlığın temel nedeni gıda ya da toprak eksikliği değil, demokrasi, eşitlik ve adalet eksikliğidir.”